islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4888
EURO
36,2725
ALTIN
2.958,62
BIST
9.367,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
8°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C

Bugün Üstünlük Kime Ait?

Bugün Üstünlük Kime Ait?
4 Kasım 2024 10:14
A+
A-

Kur’an bakış açısından tarih, özellikle gerilere doğru gidildikçe uzak geçmiş “gayb”tır. Çoğu zaman uzak geçmişle ilgili yazılıp çizilenler, öne sürülen teori ve kuramlar “gaybe taş atmak”tan ibrettir (18/Keh1, 22). Kırıntı mahiyetinde sahibi olduğumuz olay ve olgulardan bütünüyle bilgi sahibi olmamız mümkün değildir. Durum öyle ise eğer, geçmiş hakkında doğru bir kanaate sahip olabilmek için doğru bir bakış açısına sahip olmak ve olayları kendisiyle kritik edebileceğimiz güvenilir bir kaynağa dayanmak lazım.

Mesela tarihte çok-tanrıcılıktan tek-tanrıcılığa doğru bir seyir izlendiğini kabul ediyorsanız, sadece binlerce, milyonlarca sene öncesine ait elde edeceğiniz buluntu, obje, anlatı veya başka türden malzemeyi buna göre yorumlar, kafanıza göre senaryolar düzenlersiniz. Çok az bilim insanı ilk hareket noktasında sahip olduğu bilgi ve kanaati değiştirir.

Kur’an geçmiş hakkında zaman ve mekan zikretmeden bazı bilgiler verir. Elimizdeki ilahi bilgi miktarınca olayları değerlendirdiğimizde sağlıklı kanaatlere sahip olmamız mümkün olur. İsrailoğullarıyla ilgili Kur’an’da verilen bilgiler de böyledir. Bu konu hakkında bazı kıstaslarımız var ve bunlar bize ışık tutar. Bunlardan biri, yüce Allah hiçbir kavmi kayırmaz, haksız yere biri diğerine üstün tutmaz. Bir topluluğa zamanında ilave sorumluluk ve görev vermişse –biz buna tafdil deriz- kavim sorumluluğunu yerine getirdikçe ilave haslete sahip olur, ahlakını bozduğunda misyonunu kaybeder, bu ilahi bir yasadır (sünnet). (13/Ra’d, 11)

Bugün Siyonizm’in katliamlar yaparken sığındığı “seçilmiş kavim” konusunu da bu perspektiften değerlendirmek lazım, geçen beş yazıda bunu yapmaya çalıştık.

Nübuvvet geleneğinde her yeni gelen peygamber kendisinden önce gelen peygamberi

  1. Tasdik eder
  2. İlahi mesaj ve daveti tamamlar
  3. Dışarıdan karışmış malzemeyi ayıklayıp atar
  4. Kendisinden sonra gelecek peygamberi haber verir.

Son ilahi vahyi alıp tebliğ eden Hz. Muhammet (s.a.), ilk üç görevi başarıyla yerine getirdi, dördüncü şıkla ilgili kendisinden sonra peygamber (Nebi-Resul) gelmeyeceğini belirtti. O artık Hatemu’l enbiya’dır (33/Ahzab, 40).

Geçmişte ilave misyon üstlenmiş İsrailoğullarının neden bugün bunun taşıyıcıları ve temsilcileri olmadığını Kur’an-ı Kerim, çeşitli ayetlerde belirtir, bunlardan biri de aşağıdaki ayetler kümesidir:

16. Andolsun, biz İsrailoğullarına Kitap, hüküm ve peygamberlik verdik, onları temiz ve güzel şeylerle rızıklandırdık ve onları âlemlere üstün kıldık.  17. Ve onlara bu emirden açık belgeler verdik. Fakat onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘hakka tecavüz ve azgınlıktan’ dolayı ihtilafa düştüler. Şüphesiz Rabbin, hakkında ihtilafa düştükleri şeyde kıyâmet günü aralarında hüküm verecektir.  18. Sonra seni de bu emirden bir şeriat üzerine kıldık; öyleyse sen ona uy ve bilmeyenlerin heva (istek ve tutku)larına uyma.  19. Çünkü onlar, Allah’tan (gelecek) hiçbir şeyi senden savamazlar. Şüphesiz zalimler, birbirlerinin velisidirler. Allah ise, muttakilerin velisidir. 20. Bu (Kur’ân), insanlar için basiret (nuruyla Allah’a yönelten âyet)lerdir, kesin bilgiyle inanan bir kavim için de bir hidayet ve bir rahmettir.(45/Casiye, 16-20)

  1. ayet, tarihte İsrailoğullarına verilen üstünlüğün üç ana ilahi bağışa dayandığını göstermektedir. Bunlar da “Kitap (Tevrat), hüküm ve Nübuvvet”tir. Çağdaşlarıyla mukayese edildiğinde diğer kavimlere bu bağışlar yapılmış değildi. Bu ayette de tafdil, ilave görev ve sorumluluk, yerine tam olarak getirildiğinde ilahi bağış ve nimettir. Yüce Allah indirdiği vahiylere, bu vahiylerde açıklanan hükümlere yani Şeriat’a, Münzel Şeriat’ın hükümlerinde içkin hikmetlere ve peygamberlerin tebliğ ve tavsiyelerine tam olarak uydukları takdirde onları üstün kılacağı vaadinde bulunmuştu.

Yaşanan tarihten bunun sadece soyut bir üstünlük olmayıp Hz. Davud ve Hz. Süleyman dönemindeki muhteşem zenginlik ve iktidarla da desteklendiği anlaşılıyor. “Temiz ve güzel şeylerle rızıklandırılmak” refah ve bolluk içinde yaşamaktır ki bunun şartı israf ve debdebe içine düşmeden her nimet için Allah’a şükretmeleridir. Esasında, kelimenin iştikakı bakımından da din, “deyn”den yani borçtan türeme evrensel bir ıstılah olarak kulların Allah’a ödedikleri borç değil mi?

Ancak yine tarihten açıkça anlaşıldığı üzere İsrailoğulları bu üstünlüğün kıymetini bilmediler, Kitaba sırtlarını çevirdiler, kelimeleriyle oynadılar; Şeriat’e göre yaşamayı reddedip ilahi hükümleri çiğnediler ve Hz. Musa’dan başlamak üzere neredeyse her peygamberle mücadeleye giriştiler, bazılarını öldürmeyi veya öldürtmeyi de dahi göze aldılar. Şükretmek bir yana istisnalar hariç kahir ekseriyetiyle Allah’a karşı nankör davrandılar.

İşte bu nankörlükleri üstünlüklerinin ellerinden alınmalarına ve lanete uğramalarına sebep oldu.

İsrailoğullarının böyle davranmaları tamamıyla insani zaaflar sebeplere dayanmaktadır. Aralarında bağyettikleri yani ilahi sınırlara riayet etmeyip birbirlerini kıskandıkları, zayıfların hak ve hukukunu ihlal ettikleri için birlikleri kayboldu, iktidarları çöktü, diğer kavimlere göre üstünlüklerini kaybettiler. Başlarına neden bu felaketler geldi, tarih boyunca neden diasporalarda yaşamak zorunda kaldılar, kim kime karşı haksızlıkta bulundu, onlar hangi kavimlere ne türden haksızlıklar yaptılar bunlar hayli önemli konular olmakla beraber bu, dünyada çözümlenebilecek gibi değildirler. Yapıp ettiklerinden anlıyoruz ki bugün de nankör, isyankar ve mücrim tutumlarına devam ettirmektedirler.

Kur’an-ı Kerim, tafdil ve tekrimle ilgili son hükmü şöyle vaz’der. “Allah katında en üstün olanınız takva sahibi olanınızdır.” (49/Hucurat, 13.)

Takva ilahi emir ve nehiylere titizlikle ve ihlasla riayet etmek demektir. Şu veya bu kavim takvayı temellük edemez, insan türünden her şahıs, her topluluk takva sahibi olabilir, kapı herkese açıktır. Çünkü insan yaratılış özellikleri itibariyle “Mükerrem kılınmıştır

Andolsun, biz Âdemoğlunu yücelttik; onları karada ve denizde (çeşitli araçlarla) taşıdık, temiz, güzel şeylerden rızıklandırdık ve yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık. Her insan-grubunu imamlarıyla çağıracağımız gün, artık kimin kitabı sağ eline verilirse, onlar kitaplarını okuyacaklar ve onlar, bir ‘hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar’ bile haksızlığa uğratılmazlar.  Kim bunda (dünyada) kör ise, O, âhirette de kördür ve yol bakımından daha ‘şaşkın bir sapıktır.”  (17/İsra, 70-72.)

Tarihin ikindi vaktinde yani beşeri tarihin sonuna doğru yüce Allah, eğer hakiki mü’min olurlarsa Müslümanlara bu sorumluluk ve görevi vereceğini vaat etmiştir. Bunun belirtisi Müslümanların yeryüzünde “hayırlı ümmet” olarak vasıflandırılmalarıdır.  (Bkz.3/Al-i İmran, 110).

ALİ BULAÇ 

MİRATHABER.COM -YOUTUBE- 

 

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.