islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4764
EURO
36,4423
ALTIN
2.951,48
BIST
9.375,01
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

Ebu Cehil Üzerine (1)

Ebu Cehil Üzerine (1)
14 Kasım 2024 09:42
A+
A-

Adı tarihe Ebu Cehil olarak geçen Ebu’l Hakem/Ebu Amr, Mekke’nin en kültürlü adamlarından biriydi, misafirperver, savaşçıydı. Arap şiirini, nesep ilmini iyi bilir, çevre havzaları iyi tanırdı. O kadar seçkin biriydi ki Hz. Muhammed (s.a.), Habbab bin Erat’ten gelen rivayete göre“Allah’ım ikisinden biriyle İslamiyet’i güçlendir ” diye dua etmişti ki, bu ikisinden biri Ebu Cehil bin Hişam, diğeri Ömer bin Hattab idi.

Ebu’l hakem, Hz. Peygamber’in tebliğini daha ilk günden reddetti, İslami tebliğin yapılmasına müsamaha göstermedi, öyle ki işi husumetini zayıf müslümanlara ağır işkenceler yapmaya ve onları öldürmeye kadar sürdürdü, böylece Hz. İbrahim’in hanif dininin etkilerinin devam ettiği cahiliye döneminden kalma erdemli niteliklerini kaybedip salt cahiliyenin tipik misali, protipi olup çıktı.

Hz. Peygamber’in tebliğini kesin bir dil ve fiili tutumla reddettikten sonra edindiği işkenceci ve katil vasfı onu kabalaştırdı. Taberi’nin kaydına göre (Tarihu Taberi, II, 376) birgün Hz. Ebu Bekir’in kızı Esma’ya öyle bir tokat attı ki, kulaklarındaki küpeler fırlayıp yere düştü.

İşte bu yüzden “Ebu’l hakem” iken “Ebu Cehil” oldu. Yeni vasfı onu cahiliyenin en karanlık derekesine düşürdü,

Kuşkusuz Ebu Cehil, İslam hidayetini reddetmekle yetinip red sınırında dursaydı “Senin dinin senin, benim dinim benim” (109/ Kafirûn, 6) hükmünce herkes kendi dinine göre yaşardı, nitekim Kafirûn suresinin, içinde Ebu Cehil’in de yer aldığı müşriklerden bir heyetin ona “Sen bir sene bizim putlarımıza tap, biz bir sene Rabbine ibadet edelim” (Taberi, II, 337.) şeklinde bir teklifle gitmeleri üzerine inmiştir.

Ebu Cehil, tepki ve saldırılarında sırı tanımadı, Hz. Peygamber’e ve küçük cemaatine husumet besleyip herkesi ona karşı kışkırtmalarına hiç ara vermedi, Sümeyye binti Habbat ve Ammar bin Yasir’e, annesine ve babası dâhil olmak üzere birçok Müslüman’a ağır işkenceler uyguladı. Bu işkenceler sonucunda Ammar’ın annesi Sümeyye’yi şehit etti.

Hz. Peygamber de onun saldırılarından muaf değildi. Bir defasında Hz. Peygamber Kâ’be’de namaz kılarken üzerine deve leşi attırmıştı. Başka bir gün de Safâ tepesinde bulunduğu sırada Hz. Peygamber hakkında ağzı alınmayacak sözler sarfetmiş, bunun üzerine Hamza, Ebû Cehil’in yanına giderek ona hak ettiği ders vermiş, yayıyla vurarak başından yaralamıştı. Talipoğularına üç sene süren boykotun başlatılmasında, başlıca rol oynayan, delinmemesi için azami gayret sarfeden, Darunnedve’de toplanan heyete, Hz. Peygamber’i ancak her kabileden birinin katılımıyla öldürmeleri durumunda ondan ve davasından kurtulabilecekleri fikrini hararetle destekleyen Ebu Cehil’den başkası değildi.

Aslında gerçeği biliyordu, Hz. Muhammed (s.a.)’in söylediklerinin hakikatin ta kendisi olduğunun farkındaydı ama işine, çıkarına gelmediği için reddediyordu. İşte bu inadî küfrü, fiili saldırıları ve yaptığı işkenceler dolayısıyla Hz. Muhammed (s.a.) ona “Ebu Cehil (cehaletin babası) ve Firavunu’l ümme (ümmetin Firavun’u) unvanını verdi.” Gerçekten bu ünvanın Ebu Cehil’e pek yakıştığını Kur’an-ı Kerim teyid edip şöyle tasvir etmektedir:

9- (İnsanları hidayetten, doğru yoldan) Engellemekte olanı gördün mü? 10- Namaz kıldığı zaman bir kulu. 11- Gördün mü? Ya o (kul) doğru yol üzerinde ise, 12- Ya da takvayı emrettiyse. 13- Gördün mü? Ya (bu engellemek isteyen) yalanlıyor ve yüz çeviriyor ise,  14- O, Allah’ın gördüğünü bilmiyor mu? 15- Hayır; eğer o, (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursa, andolsun, onu alnından (perçeminden) tutup (cehennemde) sürükleyeceğiz; 16- O yalancı, günahkar alnından. 17- O zaman da meclisini (yakın çevresini ve yandaşlarını) çağırsın. 18- Biz de zebanileri çağıracağız. 19- Hayır; ona boyun eğme, (Rabbine) secde et ve yakınlaş.” (96/Alak, 9-19.)

 

Bütün bunlardan sonra artık ona Ebu’l hakem denemezdi, zira “hüküm ve hikmet” sahibi kimse, başkalarına inançlarından dolayı saldırılar düzenlemez, işkence uygulamaz, akıl ve vicdan üzerinde baskı kurmaya kalkışmazdı. Bunları yapanlara bilgelik vasfı vermek, bilgeliğin kendisine hakarettir, bu yüzden Hz. Peygamber, “Ebu Cehil’e ‘Ebu Hakem’ diyen kişi günah işlemiştir, Allah’tan bağışlanma dilesin” buyurmuştur.

 

Ebu Cehil, yüce Allah’a karşı istiğna içindeydi; bu açıdan Hz. Peygamber’in Ebu Cehil’i Firavun’a benzetmesi boşuna değildi. Kur’an, tarihsel olarak Firavun’u insanın Allah karşısında istiğnaya kapılıp azan ve sınırları aşanlara tipik örnek gösterir. Firavun, sahip olduğu saltanat gücü, hükmetme imkânları, serveti, teb’ası üzerindeki mutlak otoritesi ve beden sağlığı dolayısıyla kendini herkese ve elbette Allah’a karşı da müstağni görüyordu. Hayatının sonuna kadar dişinin dahi ağrıdığı vaki olmamıştı, kendisine hiçbir zararın dokunmayacağına öylesine inanmıştı ki, sonunda nefsi ona tanrılık (rububiyet) duygusunu empoze etti ve Mısır halkına “Ben sizin en yüce rabbiniz değil miyim?” (79/Naziat, 24) demeye başladı. Kendi tanrılığından şüphe etmediği gibi, başkalarının da şüphe etmesine tahammülü yoktu.

 

İnsan kendini hiçbir şeye ve hiçbir güce karşı muhtaç durumda görmeyince –ki bu istiğnadır- arkasından şişen egosu onu tuğyana, önü alınamaz azgınlığa sürükler. Buna yol açan önemli faktörlerden biri, kişinin bedeni, sosyal çevresi ve tabiat üzerinde efendiliğini, mutlak serbest ve özgür olma halini ilan etmeye yeltenmesidir.

 

Şeytanın kendisinde yuvalandığı nefsi ona şöyle telkinde bulunur: Sen efendisin, ne seni aşan beşeri bir otoriteye, ne ilahi bir güç ve yönlendirmeye uymak zorunda değilsin. Sen özgürsün, güdülerin –ki Niezsche’ye göre bunlar fizyolojiktir- etkisiyle her dilediğini yapmak ister ve bunun için özgür ve müstağni olmak ister. Ölçüsüz arzu ve istekler, bir derenin taşması gibi önce sahibine sonra etkileyebildiği sosyal ve maddi/tabii çevreye zarar verir. İnsanın kendi nefsi, sosyal çevresi ve tabiatla barışı ve uyumunu bozan işte bu istiğna ve tuğyandır.

 

Müstağni olan sadece Allah’tır, O’nun hiçbir varlığa veya insana ihtiyacı yoktur (64/Teğabun, 6). İnsan kendini Allah’tan kopardığında yeterli görür (80/Abese, 5). İstiğnanın zıttı “fakr” halidir; bu da sadece maddi servet ve zenginlik yoksunluğu değil, her açıdan –varlıktaki yeri, güvenliği, beşeri yetenekleri, bilgisi, gücü vs.- insanın kendini Allah’a karşı muhtaç, bağlı ve bağımlı görmesi halidir.

İstiğnaya kapılarak büyük yanılgıya düşen insan, temel bir hakikati unutuyor: Nefsi onu aldatmakta, yanıltmaktadır (garar ve gurur). Eninde sonunda dönüş Allah’adır. Kaç sene yaşarsa yaşasın, günün birinde ölecek, dirilecek ve hesap günü yapıp ettiklerinin tümünden sorguya çekilecek.

Tarihin en büyük İslam düşmanlarından biri olan Ebu Cehil, Rabbine ibadet etmekte olan kulu Mescid-i Haram’da engellemeye kalkışmakla (2/Bakara, 114), iki büyük suç işlemiştir: Biri insanların din seçme ve dinlerine göre ibadet etmelerine engel olmuş, diğeri namaz gibi merkezi bir ibadetin kamuya açık –tabir caizse kamusal alanda- eda edilmesini engellemeye çalışmıştı.

Allah’ın elçisi onu uyarıyor, o ise kibrine kapılarak yüz çeviriyor, hak ve hakikate sırtını dönüyordu. Umursamıyor, malına, mülküne, adamlarına, statüsüne güveniyor, ona kimsenin güç yetirmeyeceğini zannediyordu. Ebu Cehil’in “tevelle”si doğru olandan “çekip gitmesi” (28/Kasas, 24); “hakikati reddedip yüz çevirmesi, sırtını dönmesi” (5/Maide, 49); “gerçekle yüzleşmekten kaçması” (8/Enfal, 15-16) gibi anlamlara gelir.

Tabii ki bu retçi tutumu Ebu Cehil’le sınırlandırmak doğru olmaz, kıyamete kadar gelecek inkârcıların ve suçlu-günahkârların kişilik profili budur. İnkâr edenler hep böyle yapacaklardır; kaçıp gidecekler, hak ve hakikati inkâr edecekler, sırt çevireceklerdir.

Her zaman iki kişilik profili olacak: Biri Rabbine samimiyetle, haşyet ve ta’zimle kulluk edenler, diğeri onu engellemeye çalışanlar.

Böylesi günahkarlar elbette eninde sonunda hesap verecekler.

Böyleleri kendilerine çok güveniyorsa meclislerini, yakın çevrelerini, yandaşlarını, parayla beslediği adamlarını çağırsınlar; hepsini toplayıp getirsinler, yine de bu işe yaramaz, onu ve kendilerini hak ettikleri azaptan kurtaramazlar. O yandaşlarını toplayacaksa biz de cehennem zebanilerini çağırırız, hemen gelirler ve görevlerini eksiksiz yerine getirirler.

Ayette geçen “nadiye” danışma ve karar alma meclisi olan “Daru’n Nedve” ile aynı köktendir. Siyasi ve idari kararların alındığı bu meclis Efendimiz’in doğumundan tahminen 150 sene önce beşinci atası Kusay bin Kilab (doğumu tahminen M.S. 400) tarafından ihdas edilmişti. Kureyşliler burada toplanıp kararlar alırlardı. Vahyin inmeye başladığı dönemde Ebu Cehil ve onun sınıfından olanlar Daru’n Nedve’de etkindiler, diledikleri kararı kolayca çıkartabilirlerdi. Daru’n Nedve, kabile reislerinin katılımıyla ortak kararların alındığı “demokratik” bir kurumdu, tabii ki kararlar toplumun, özellikle zayıfların aleyhine alınıyordu..

Yüce Allah, Hz. Peygamber (s.a.)’e seslenir:

Sakın bu gibi zorbalara, zalim ve cahillere boyun eğme, sadece Rabbine secde et.

Secde” devenin sahibi sırtına binsin diye boynunu eğmesi; meyve yüklü dalların yere eğilmesi; kralların bastırdıkları paraların üstündeki kabartma resimlerine teb’alarının itaat etmesi, bağlılık göstermesi gibi anlamlara gelir. Buna göre Hz. Peygamber sadece Allah’a teslim olacak, O’nun emir ve yasaklarına uyacak, varlık âleminin Yaratıcısına boyun eğip bağlılık gösterecek ve namazda sadece O’na secde edecek (1/Fatiha, 4). Hz. Peygamber (s.a.) “Kulun Rabbine en yakın olduğu hal, onun secdedeki halidir. Bunun için secdede çok dua edin” buyurmuştur. (Müslim, Salat, 215.)

Secde, Hz. Peygamber ve onu takip edenleriin yeryüzünün bütün zorbalarına, tiranlarına, inkârcılarına ve günahkârlarına boyun eğmeyecekleri, hep onlara karşı mücadele edecekleri anlamına gelir. Mü’minler de kıyamete kadar onu bu tarzda takip edeceklerdir. Hz. Peygamber, kendi döneminin Nemrut ve Firavunu olan Ebu Cehil ve şürekasına boyun eğmedi, Ebu Cehil de ilk kaşlaşmada, Bedir’de cehenneme bir kütük olarak yuvarlanıp gitti.

Peki, Miladi 572-624 yılları arasında yaşayan Ebu Cehil, tarihsel bir kişi mi, yoksa evrensel bir kişilik profili mi? Şüphesiz aynı suali kendisi ve karısı hakkında Mesed (111) suresinin indiği Ebu Leheb ve daha gerilere doğru Nemrut ve Firavun için de sorabiliriz…

(Ebu Cehil üzerine (1).Mirat Haber, 14 Kasım 2024.)

ALİ BULAÇ 

MİRATHABER.COM -YOUTUBE-

 

 

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.