Rivayet edilir ki Osmanlının son dönemlerinde hazine sıkıntıya girince başkent İstanbul’un sokaklarının aydınlatılmasında kullanılan gaz lambalarına konacak gaz yağını tedarik etmekte zorlanılmış. İşin içinde başkent olunca dışarıya karşı bir itibar kaybı yaşanmaması için halktan destek istenir.
Her mahallede belirli noktalara gaz yağını toplamak için büyük variller konur ve vatandaşlardan bir şişe gaz yağını evlerinden getirip bu varillere boşaltmaları istenir. Devletin itibarı için bu fedakarlıkta bulunulması istenir. Belirlenen süre dolunca görevliler varilleri alıp büyük depoya götürürler. Variller açılır. Bir problem olduğunu çok geçmeden fark ederler. Variller gaz yağı ile değil su ile doludur. Vatandaşlar şöyle düşünmüş. ‘’Nasılsa herkes şişeye gaz yağı koyacak. Benim bir şişecik suyum arada kaynayıverir, su koyduğum belli olmaz.’’ Herkes aynı fikirde olunca da variller gaz yağı yerine su dolmuş.
Bu rivayet gerçekten yaşanmış mı, yaşanmamış mı bilemiyoruz. Bildiğimiz bir şey var ki hep bir başkasının doğru olanı yapmasını beklediğimizdir. Zihnimizde tam oturtamadığımız pek çok şeyi başkalarından bekleriz. Biz eleştiri yaparız. Niçin şöyle yapılmıyor, niçin kimse sesini çıkarmıyor, niçin kimse yola çıkmıyor…? ‘’ Susma, sustukça sıra sana gelecek!’’ denirken de başkalarına ne yapmaları gerektiği dikte ediliyor.
Özellikle kendimize yakın biri; yetki, makam, mevki sahibi olduğunda biz, bütün sorumlulukları ona yükler; köşeye çekilir, onun her şeyi yapmasını bekleriz. Onun da insan olduğunu, hatalar yapabileceğini, nefsine uyabileceğini aklımıza getirmeyiz. Halife Hz. Ömer’e ‘’Seni kılıçlarımızla düzeltiriz.’’ diyenleri büyük bir gururla anlatırız da biz, değer verdiğimiz birini eleştiremeyiz. Çok sıkıntılı bir durum varsa da eleştiriyi bir başkasının yapmasını umarız. Çünkü eleştiriyi bizler yaptığımızda ya başımıza bir şeylerin gelmesinden korkarız ya da sahip olduğumuz ve kaybetmekten korktuğumuz şeylere halel gelmesin diye susarız. Biz kendimizi nasıl izah edeceğiz o zaman?
Bu durumu her yerde görüyoruz, maalesef. Ticaretimize hız kesmeden devam ederiz de boykotu başkasından bekleriz. Ön saflarda mücadeleyi saf vatandaşa bırakırız da bol yıldızlı otellerin yaldızlı tuvaletlerine hacetimizi yapmayı mücadeleden sayarız. Başkaları bizim yerimize dua etsin, haykırsın, mücadeleye katılsın, yürüsün, koşsun, insanları hayra ve hakka çağırsın; biz zamanın sefasını sürelim, onlar cefasını çeksinler. Zaten birileri yapıyor, deyip keyif çatalım; sonra da bazı şeyler yolunda gitmediğinde şikâyet edelim. Oh ne ala memleket, demezler mi?
Yitik cenneti bulma rehberimiz, bize hakikatten (Allah’ın dininden) uzaklaştığımızda şu uyarıyı yapıyor: ‘’Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar…’ (Maide 54) Burada geçen din kavramı hakikati, insanın huzurunu ve mutluluğunu önceleyen beş önemli hususu yani canı, malı, aklı, dini ve nesli korumayı emreden Allah katındaki yegâne dini karşılar Yine din, tahrif edilmemiş ve korunmuş olanı yani İslam’ı ifade eder. Korunması emredilen beş hususa sahip çıkma görevi de sadece belli bir gruba değil akil baliğ olmuş herkese verilmiştir. Başkasına bu görev tevdi edilemez. Herkes gücü ve aklı ölçüsünde sorumluluk sahibidir. TDV İslam Ansiklopedisi ‘din’ kavramını Bakara 193. ve Enfâl 39. ayetlerine dayanarak “kişinin Allah’a bağlı bir hayat sürdürmesi, Müslüman topluluğuna karşı görevlerini yerine getirmesi…’’ şeklinde tanımlamaktadır. Buna göre de kardeşlerimize sahip çıkma sorumluluğundan kaçmak; dinden kaçmak, dine yüz çevirmek anlamlarına gelir, dersek yanılmış olmayız.
Yukarıdaki ayette geçen ‘’dinden dönme’’ kavramına da pek çok yönden yaklaşmak mümkündür. Ruhlar aleminde verdiğimiz ‘Belâ (Evet)! Sen bizim rabbimizsin’ ahdinden ve onun gereklerini yerine getirmekten uzaklaşmak da bu yaklaşım ve anlamlardan biri ol(a)maz mı? Bir şişecikle de olsa yapmamız gerekenleri yapmamak da buna dahil değil mi? Bırakın sadece bir şehri neredeyse ülkeler ve milyonlarca insan, bizim yardımımıza, desteğimize ihtiyaç duyuyorken ‘nasılsa başkaları yapıyordur’ düşüncesiyle hareket etmek ve hiçbir şey yapmamak, hesap gününde amel varillerimizin boş çıkmasına sebep olmayacak mı? O zaman da varlığına inandığımız sıratta yolumuzu genişletecek ve aydınlatacak bir yardımcımız olmayacaktır.
Bir yıldan fazla bir süredir tüm dünyanın gözü önünde yaşanan soykırıma ve dünyanın farklı noktalarında yıllardır süren zulümlere seyirci olanların kendilerini kurtaracak argümanları neler olabilir acaba? Doğrusu onları haklı çıkaracak bir şey bulamadık. Dönüp dolaşıyoruz, çıkış yolu olarak nefsimizden başlamak dışında bir yol bulamıyoruz. Başkaları ne yapıyor sorusuyla değil, ben ne yapıyorum ne yapmalıyım sorularıyla başlamalıyız. Şimdi işe, yola koyulma zamanı. Sağa sola bakmadan hedefe kitlenerek yürüme zamanı şimdi. Bu şekilde harekete geçen kardeşlerimizin olduğunu da biliyoruz. Onların hareketlerinin bereketli ve sonunun zafer olmasını temenni ediyoruz. Bir şişecik çaba, doğru ve inançlı bir ilk adım, koca bir zaferin müjdecisi olabilir.
Son söz yine şiir olsun. Necip Fazıl haykırsın: ‘’Tohum saç, bitmezse toprak utansın! /Hedefe varmayan mızrak utansın! /Hey gidi küheylân, koşmana bak sen! /Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!” utansın!’’
EYYUP YÜKSEL
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-