Ebu Cehil, Allah’ın varlığına, hatta “Bir” olduğuna inanıyordu ama muvahhir değildi; taş ve tahta yığınından ibaret putlara tapmanın, heykellere perestiş etmenin aptalca olduğunu biliyordu, ama Peygamber’e uyarsa kabilesinin prestiği azalacak, aşağı sınıflarla eşitlenecekti, konumu değişecekti.
“Dediler ki: ‘Eğer seninle birlikte hidayete uyacak olursak, yerimizden (konumumuzdan) çekilip-kopartılırız.’ (28/Kasas, 57.) Bunları istemiyordu. Aklen ve mantıkan putperestliğin saçma olduğunu teslim edip, Bir ve Tek olan Allah’ın hükümlerine teslim olmamak bilgi düzeyinde kalan bir fikrin işe yaramadığını gösterir.
İnadi küfre saplanan “Ebu’l hakem” nüküm ve hikmet vasfırı kaybedip Ebu Cehil oldu, daha iyi anlaşılması için bunu baçmakta fayda var.. Onu cahiliyenin en karanlık derekesine sürükleyen iki belirleyici amil vardı:
1. Hz. Muhammed’e peygamberlik gelince o şöyle dedi: “Biz sizinle tarih boyunca rekabet ettik. Siz iyi olarak ne yaptıysanız biz de aynısını ve daha fazlasını yaptık. Şimdi de “-Allah içimizden bir peygamber gönderdi” diyorsunuz, Allah’a andolsun bunu kabul etmeyeceğim.”
Ona göre Hz. Muhammed’e gelen peygamberlik, Ebu Cehil’in Mahzum kabilesini şeref ve prestij bakımıdan aşağı mertebeye düşürüyordu, onun için Hz. Muhammed (s.a)’in sahiden peygamber olup olmadığı önemli değildi, önemli olan kendi aşiret ve kabilesinin bir kademe düşmesiydi.
Hatırlanacağı üzere Medine’de Hz. Peygambere husumet besleyen Yahudiler de onun peygamber olduğunu biliyor, “çocukmarını tanır gibi onu tanıyorlardı” (2/Bakara, 146). Ama peygamberlik onlara değil de ümmi bir toplumdan birine geldi diye, ilahi vahyi reddettiler, hatta sanki kendisi bir tasarrufa sahipmiş gibi Cibril aleyhisselama husumet beslediler.
Demek oluyordu ki, Ebu Cehil’i ve İsrailoğullarını inadi küfre sevke eden amil kabile taassbu, başka deyişle etnik asabiyetti.
2.Ebu Cehil, “Muhammed!” diyordu. “Kitabını okuyorum. Senin kitabın (Kur’an-ı Kerim) beni cehenneme göndermiş, yüzüstü süründürüyor, yaptıklarımdan dolayı cezalandırıyor, kölemi ise cennete göndermiş kölem tahtlar üzerinde keyif çatıyor. Allah’a andolsun, bunu da kabul etmeyeceğim. Ben kölemle eşit olamam.”
Burada da rol oynayan amil, Ebu Cehil’in insanlar arasında olması gereken ırk eşitliğini reddetmesiydi. Ona göre köle ile efendi, siyah ile beyaz, soylu ile sıradan biri eşit olamazdı.
Bu reddin de tarihsel olmadığı açıktır. Amerika’da hala etkisini sürdüren ırk ayrımcılığı, İsraillilerin kendilerini etnik kökenlerinden dolayı bütün dünya toplumlarından üstün görmeleri ve daha sofistike hala getirilmiş bütün milliyetçilikler sonunda bir ırkın, bir bölgenin veya seçilmiş bir kimliğin motive ettiği asabiyetten kaynaklanmaktadır.
Kısaca Ebu Cehil., kabile asabiyetini aşamıyor, insanlar arasındaki eşitlik ilkesini reddediyordu.
Tabii ki bu düşüncede ve iddiada olan yalnızca Ebu Cehil değildi, onun gibi düşünen binlerce insan vardı. Ebu Cehil gibi düşünüp inananlar ona “İslam’a ve Muhammed’e karşı savaşmaya yemin eden muhaliflerin aslanı” manasında “Esedü’l ahlaf” ünvanını vermişlerdi.
Burada durup biraz düşünmek lazım:
İsimlendirmeler, nitelemeler grupların telakkilerine göre değişir. Daha çok sembolik anlamları var. Aslan genel kültürde cesur, gözü pek, kuvvetli bir hayvandır, ormanların kralı olarak tanımlanır. Yani nitelikleri pozitiftir. Cahiliye insanlarının Ebu Cehil gibi kabileci ve ayrımcı birine “aslan (esed)” sıfatını vermeleri, gerçekte onu aslan yapmaz. Aslan o kimse ki, özgürlük, adalet, eşitlik, yardımlaşma, ihtiram, paylaşım ve Allah’a ibadet eden birine verildiğinde onu hak eder. Cahiliyenin “aslanı” Ebu Cehil, İslam’ın aslanı Hz. Peygamber (s.a.)’in amcası ve koruyucusu Hamza bin Abdulmuttalip (öl. 625) idi ki, gerçekten cesareti, kişiliği, adaleti, iyilikleri ve yüksek ahlakıyla bu sıfatı hak ederdi.
Ebu Cehl’e ebedi olarak yapışan “cehl-cehalet” bugüne de ışık tutar.
Kur’an’da “cehul” denir. Cehul, bilgisiz veya bir şeyden habersiz demek değil, aksine bildiği halde kötülüğü işleyene denir. Kişi yaptığı işin, eylemin “iyi” olmadığını, başkasına zarar veya acı verdiğini bilir, mesela kendisine haksız kazanç veya statü sağlar, haz verir ama yine de yapmaya devam eder. Kur’an-ı Kerim bu meyanda “cahil” değil, “cehul” kelimesini kullanır, yani bilerek ve isteyerek kötülük yapmak, hudutları aşmak.
Bunun iyi örneği üzerinde “sağlığa zararlıdır” yazdığı halde sigara içmeye devam etmektir. Bu konuda Sokrat yanılıyordu, ona göre kişi kötülüğün ne olduğunu bilirse kötülük yapmaz. Kur’an, ise aksine bildiği halde kişi kötülük yapar: Cehul, zalum (zalim), behul (cimri, istifçi, istilacı) vs.
Bu açıdan bakıldığında rahmetli Seyyid Kutup’in modern çağı “Cahiliye” olarak tanımlamasının ne kadar isabetli olduğu daha iyi anlaşılır. Bilerek ve istiyerek müslüman ülkelerin hevesle ve iştahla cahiliyeye talepkâr olmaları bizim en büyük trajedimizdir. Müslümanların kahir ekseriyeti herşeyi biliyor, Kur’an mübin/açık bir kitaptır, Resulüllah’ın sünneti ve sireti malumdur.
Kendi başına bilgi (malumat) bir değer ifade etmez. Müslüman kişiliğin kemal derecesindeki profili doğru/sahih bilgi, bilinç (şuur-va’y), hüküm ve hikmet (bilgelik) sahibi kişilerde ortaya çıkar. Bunun ölçüsü iman ve salih ameldir.
Birilirene “hakîm/hikmet ehli” denmesi onun gerçekten hüküm ve hikmet ehli olduğunun teminatı değildir. Hikmet, Allah’ın El Hakîm isminin taliplisi insanda tecelli etmesidir, yani İslam hidayetinden mahrum birinin bilgelik mertebesine ulaşması mümkün değildir. Birileri, ehliyeti ve liyakatı olmadığı halde ona yüce-ulu sıfatlar atfedebilir, hatta kitleler dahi buna iştirak eder, öyle kabullenir ama bu, sahiden o kişinin yuce/ulu bir kişi olduğunu göstermez, yüceltilen birinin gerçekten yüce biri olduğunu anlamak için onun dinle lişkisinin mahiyetine bakmak lazım. Dinle ilişkisi sağlıklı değilse bu, siyahi bir annenin siyahi kızına “pamuk prensesim” demesi gibidir, hakikat değil, nominaldir.
Müslüman kişiliğin kemal derecesindeki profili doğru/sahih bilgi, bilinç, hüküm ve hikmet (bilgelik) sahibi kişilerde ortaya çıkar. İman ve salih amel hepsini kapsar.
Ebu Cehil’i ve Ümmü Cehil’i en iyi anlatanlardan biri Muhammed İkbal’dir:
“Muhammed kalbimi yakıp parçaladı
O’nun nefesinden Kâbe’nin mumları söndü
Kayzer ve Sezarların öldüğünü bildirdi
Ve gençleri elimizden aldı
O bir büyücü, sözleri büyü
‘Allah’tan başka ilah yoktur’ sözü
İşte budur imansızlık!
Atalarımızın inancını dürüp kaldırdı
Ve tanrılarımıza da yapacağını yaptı
Lat ve Menat onun darbeleri altında paramparça
Ey mahlûkat ondan intikam alın!
O kalbini görünmeyene bağladı
Görünmeyene secde etmek körlüktür…
Onun gözünde yüksek ve alçak hep eşit
Kölesiyle oturuyor sofraya
Kırmızılar siyahlar birbirine karışınca
Nerede kalır ırkımızın onuru... ”
Ebu Cehil, İslami literatürde ebedi bir profildir, bu profili tamamlayan başka bir kişilik profili var, o da Ebu Lehep’tir.
Ali Bulaç
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
FETO’NUN “BULAMAÇ” dediği üstadım teşekkürler.