Türkiye, bazı alanlarda önemli gelişmeler içine girerken, hayatın birçok alanında çok ciddi sıkıntılar kendisini göstermektedir. Bunların başında, adaletin tam olarak gerçekleşmemesi, iktisadi sistemin acımasızlığı ve toplum katmanlarının birbiriyle olan ilişkilerinin güvene dayalı özelliğini kaybetmesi gelmektedir.
Hayatın önemli bir özelliği olan Adalet, ülkemizde ciddi bir boşluk ve güvensizliğe sahiptir. İnsanlar, haklarını elde etmekte zorlanmakta ve bazı legal ve illegal güçler, kişi ve grupların üzerinde varlığını devam ettirmektedirler. Adalet sistemi, sanki sadece güçlüye imkan veren bir süreç içinde yürümektedir. Haksız kişi ve gruplar, maddi imkanlarıyla avukatları yanlarına alabilmekte, haklı, fakat güçsüz insanlar, bu hak arayışında çaresiz ve güçsüz duruma düşmektedirler. Kamu ve Özel büyük şirketlerde, yakını ve akrabası olanlar imkanlara kavuşurken, büyük halk kitleleri, “dayı”ları (!) olmadığı için normal haklarını alamamak durumu ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu konuları araştırmak için, ilmi metin ve olaylar ortaya koymaya ihtiyaç yoktur. Sadece, insanları dinlemek; konu ile ilgili nasıl bir yapı içerisinde olunduğunu anlamak yeterlidir.
Adaletin, iktisadi ve ticari hayatı düzenlemesi, son derece zordur. Liberal sistem, piyasa kuralları diyerek, her türlü yalan ve düzenbazlığı yapabilecek kişi ve gruplara imkan hazırlamaktadır. Ahlaki değerlerin teorik ve pratik yaşama imkanı bulamadığı Kapitalist sistemlerde, konu; sadece hükümetin kontrolüne kalmakta fakat bu yönde de, çeşitli aracı kurumlar ve kişiler ile, insanların emekleri istismar edilip, ürünlere; serbet piyasanın rehberliğinde alabildiğine zam yapılmakta ve dar gelirlileri bırakın; orta gelirliler bile geçim sıkıntısı içine girmektedirler.
Batılılaşma ve Modernleşme ile hayatı, ahlak dışı bir hale getiren Demokratik ve Seküler düzen, insanların birbirleriyle ilişkilerini sadece maddi alana indirgemiş, yardımlaşma ve dayanışma gibi, karşılıklı sosyal bütünleşme hareketlerini neredeyse yok edecek hale getirmiştir. Artık insanlar, neredeyse maddi getirisi olmayan kişilerle selamlaşmayı bile bırakmıştır!.
Sürekli konuşmalarda kullanılan “demokratik” kelimesi, artık halkın problem ve beklentilerine cevap vermemekte ve sadece avutmak için kullanılmaktadır. Hatta, manevi ve muhafazakar değerler bile, sanki insanları aldatmak için kullanılan bir “araç” haline gelmiştir.
Bir toplumun manevi hayatı, maddi ihtiyaçlarının karşılığı değildir.. Manevi değerlerin yeri ayrı, maddi ihtiyaçların yeri ayrıdır. Hele bu konu, bir devlet görevi ise, maddi ihtiyaçları karşılamayan bir yönetimin, manevi ve sosyal söylemlerle bu konuyu sürüncemede bırakması, doğru değildir.
Kaldı ki, insanların geçimlerini sağlamak, manevi bir sorumluluktur. Bazı kişi ve kurumların, aşırı kar ve refah içinde yaşarken, çoğunluğun hayatın zorlukları ile insani varlığını zorlukla sürdürmeye çalışmasının hiçbir makul açıklaması yoktur. Hükümetler, toplumun bir bölümünün refah ve zenginlik içinde kendini kaybedercesine hayat sürerken, diğerlerinin kira, fatura ve beslenmesini yürütmek için perişan bir hale gelmesi karşısında sadece sözle iyi günler vadetmesi, anlaşılabilir bir konu değildir.
Bütün bu olaylar, sadece Liberal sistemin “serbest piyasa” anlayışı ile çözülebilecek konular değildir. Konu, öncelikle adalet, daha sonra da ahlak çerçevesinden ele alınıp, gerekli müeyyidelerin koyulmasını gerektirmektedir. Ayrıca, yazılı kuralların uygulamada gerçekleşmemesi gibi ciddi bir sıkıntımızın olduğunu belirtmek durumundayız. İnsanların birçoğu, toplumda arkadaş, dost ve partili kişilerin, birçok konularda ayrıcalıklı ve torpilli konumda olduğunu söylüyor ve bundan dolayı, ciddi rahatsızlıklara ortaya çıktığını ve bunların her geçen gün daha da arttığını görebiliyoruz.
Toplumun ahlakı, sağlığı, düşüncesini kendine göre veya yabancı bir kültürün anlayış ve adetleriyle şekillendirmeye çalışanlar, adi suçlardan daha kötü bir eylemin içinde olmasına rağmen, muhfazakar ve dindar olan kesimler, her nedense bu yabancı kural ve sistemin değişmesi ile ilgili herhangi bir talepte bulunmuyorlar.
Bütün bu yanlışlar, eksiklikler ve terslikler; toplum kesimlerinin ve özellikle aydınların bir “çıkış yolu” bulmaları gerektiğini ortaya koyuyor. Evet, bu cümle bazılarının rahatsız edebilir. Ama, olayın gerçekliğini ve bu konulara ait çıkış yolunun nasıl olması gerektiğini çok önemli bir konu olarak gündeme almak zorundayız.
Prof. Dr. Sami Şener
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-