Oranlar farklı olsa da bütün toplumlar gibi toplumumuzda da bedensel özürlüler vardır. Büyük çoğunluğunu görme, işitme, konuşma, yürüme ve düşünme özürlülerinin oluşturduğu bedensel özürlüler, ilgilenilmesi gereken ve sayısal yoğunluğu da olan toplumsal kesimimizdir.
Duygu, düşünce, eğilim ve ihtiyaçlar bakımından sağlıklı insanlar gibi olan özürlülerin eğitimden ise, spordan cinselliğe kadar çözüm için yardım bekleyen pek çok problemleri vardır.
Bir kısmı doğuştan özürlü olan, önemli bir kısmı da kazalar ve hastalıklar sebebiyle özürlenen insanlarımız, Kur’ân ve Sünnet dilinde Zu’âfâ, ülid-Darar, A’ma, A’rec ve Merîz gibi kelimelerle anılmaktadır.(1)
Sağlıklı insanlarımız gibi bizzat özürlülerimiz de bilmeli ve inanmalıdırlar ki engellilerimiz de Yaratan katında yargılanacak yükümlü ve sorumlu insanlardır.
Bedensel özürlülerimiz de sağlıklı insanlar gibi İslâmî îman esaslarına inanmakla mükelleftirler. Onlar da kalbi cihâd, adalet, namaz, oruç, zekât ve hacla, akraba ve komşuluk görevleriyle sorumludurlar. Onlar da içki, kumar, yalan, ümitsizlik, bencillik ve tembellik gibi haramlardan kaçınmakla görevlidirler. Ne var ki kolaylıklar dîni olan İslâm’da özürlülük hali gibi maddî engeller bazı ilâhî görevleri düşürür-. Bazılarını eksiltir ve bazılarını da değişikliğe uğratarak hafifletir. Üstelik yardım almaya da hak kazandırır.
Örneğin zihinsel özürlü yükümlü olmaktan çıkar. Bedensel özürlüden silahlı cihâd vazîfesi kalkar. Yardımcısı olacak bir yakını bulunmayan ve parayla da istihdam edemeyecek olan varlıklı özürlüden hac ve mesrû davetlere katılma görevleri düşer. Ayağı kesik özürlü kişi cemâat namazlarına katılmaktan affedilir, özürlü, namazlarını cem ederek; birleştirerek kılabilir. Fakir özürlü öncelikli olarak da zekât ve nafaka almaya hak kazanır. Mecelle ifadesiyle özetlersek, “Meşakkat teysîri (kolaylığı) celbeder.” (2)
Yüce Dînimizin özürlülerimiz için açtığı ve onlar için nice vakıflar kuran sanlı ecdadımızın yürüdüğü yolda bizler de koşmalı, yasamı kolaylaştırıcı ve renklendirici atılımlar yapmalıyız.
A- özürlülerimiz/engellilerimizin problemlerinin çözümü, gereksinimlerinin karşılanması ve yaşamlarının kolaylaştırılmasında birinci derece kendileri sorumludur. Çünkü kendileri mükelleftirler.
Özürlüler, kendi kusurları sebebiyle özürlenseler dahî, özürlülük halinin bir ser olmadığına inanmalıdırlar. Karamsarlığa düşmemelidirler. Yasamın ebediyen süreceğini, dünya hayatının, yaşanacak hayatın yalnızca aksam veya kuşluk vakti gibi pek küçücük bir bölümünü oluşturduğunu bilmelidirler. Azimlerini yitirmemeli, tembelliğe yatmamalıdırlar. Güçleri oranında sorumlu, yararlı isler üretmekle de mükellef olduklarını kavramalıdırlar. Çevrelerine gereksiz olarak yük olmamalı, alacakları maddî ve manevî yardımları azaltmaya çalışmalıdırlar. Kendilerine yönelik eğittim kurumlan, is alanları ve sosyal tesislerle ilgili projeler üretmelidirler, özürlülük durumlarının ebedî hayatları için büyük bir nimet olduğuna da îman etmelidirler. Çünkü Yüce Rabbimiz, insanları denemeye uğratacağını duyurmakta, “Biz Allah’ın kullarıyız, O’na döneceğiz” diyerek sabır gösterecekler için ebedî nimetler müjdelemektedir.(3) Bakınız Peygamberimiz bu müjdelerden birini nasıl örneklendirmektedir:
“Yüce Allah şöyle buyurur: Kulumu, iki gözünü almakla imtihan ettiğim zaman mükâfatım alacağı beklentisiyle sabrederse onu Cennetle armağanlandırırım.” (4)
Hiç şüphesiz müjdelenenler yalnızca görme özürlüler değildir, irade dışı oluşumları kuşatan ilâhî kader’e isyan edilmediği ve sevaplar beklenildiği sürece her bir özür, çekilen zorluklar ve ızdırablar ölçüsünde özürlünün mükâfatlandınl-masına neden olacaktır, üstelik özürlüler inançları ve iyi niyetleriyle yapamayacaktan islerin sevablarını da alabileceklerdir.
Haklar ve hürriyetlerimiz yanı sıra yurtlarımızın korunması için verilmesi gerekecek savaşta, özürlülerin savaşmakla sorumlu tutulmayacaklarının bildirildiği âyette bu ayncalıklan şöylece açıklanmaktadır:
“Körün, topalın ve hastanın (Allah yolunda savaşamadıklarından dolayı) bir sorumlulukları yoktur. Ama her kim (fiilen veya kalben) Allah’a ve Elçisi’ne itaat ederse Allah onu içinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Kim de (fiilen veya kalben) yüz çevirirse onu da elem verici bir azaba çarptıracaktır.” (5)
(1) Tevbe Fetih 1791, Nisa 95, Nur 61,
(2) Mecelle Külli Kaideler 17
(3)-Bakara 156,
(4) TirmiziZühd 58, Müsned 3/144,
(5)Fetih 17
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi