Değerli okuyucularım;
Ara sıra, hangi dinden olursa olsun, bilim insanlarının çok okumanın, araştırmanın ve derin tefekkürün neticesinde ortaya koydukları fikirlerini buradan sizlerle paylaşmayı arzuladığımı farkına varmışsınızdır. Mesela son yazılarımda sizlere sosyolog Durkheim’in intihar teorilerini aktarmıştım. Bugün ise size “Hayatın Bir Şekilde Devam Edeceğine İnanan” Paul Karl Feyerabend (1924–1994) ve düşüncelerini, İslâm’ın kadere ve musibetlere bakışı açısından ele alacağım.
Hayatı
Viyana’da doğan Feyerabend, çocukluğunda sık sık hastalandı ve bir keresine de ciddî bir sinir rahatsızlığı geçirdi. Okulda, her zaman alay konusu olurdu, arkadaşları tarafından devamlı olarak tahrik edilirdi. 1938 yılında Avusturya’nın, Hitler Almanya’sı tarafından iltihakına karşı ne tepki gösterdi, ne de alkışladı. 1942 yılında Alman ordusuna alındı. Doğu cephesine katıldı ve 1944’de teğmenliğe yükseldi. 1945’in başlarında Ruslardan kaçarken, Polonya’da sağ kalçasından vuruldu. Weimar askerî hastanede bacağında bir sıyrık dahî olmamasına rağmen sakatlandı.
Tekerlekli sandalyeye mahkûm olmuş olan Feyerabend, hatıralarında bu durumu şöyle açıklar: “Fazla üzülmedim buna. Hatta ayak parmaklarımdan birisinde bir kıpırdanma hissettiğimde çok korktum. Sakat olmak, nedense beni rahatsız etmiyordu. Hâlimden memnundum, komşularımla sohbet ettim, birçok roman, şiir, öykü ve değişik konularla ilgili makaleler okudum. Schoppenhauer’in abur cubur yemek yiyen insanlar gibi birçok kitabı rast gele okuyan insanlarla ilgili izahı sanki bana göre yapılmıştı.”
Koltuk değnekleriyle yürümesini öğrenen Feyerabend, Alman ordusunun yenilgisinden sonra 1946 yılından sonra Weimar üniversitesinde tiyatro ve müzik ders aldı, Viyana’da tarih, matematik ve astronomi okudu, Londra ve Kopenhag’da felsefe eğitimi aldı ve 1951 yılında felsefe dalında doktorasını yaptı. 1951 ile 1955 yılları arasında Viyana Bilim ve Sanat Enstitüsünde ve Bristol Üniversitesinde doçent olarak görev aldı. 1955’de Avusturya’yı terk ederek, Berkeley Üniversitesi’nde ders vermek üzere Amerika’ya gitti. Burada 1958 yılında felsefe dalında misafir profesör oldu, sonra daimî kadroya alındı. Bilgi bilimi alanında kariyerini burada yaptı. Altmışlı ve yetmişi yıllarda Londra, Berlin, Yale, Aukland ve Berkeley arasında âdeta mekik dokudu. 1980’den sonra Zürich Teknik Yüksek Okulunda ders verdi ve 1990 yılında buradan emekliliğe ayrıldı. 1994 yılında Cenevre’de ömrü tamamlandı.
Bilim Dünyasına Katkısı
Tenkitçi rasyonalizmin bir temsilcisi olan Feyerabend, bilginin sadece akla dayalı olduğunu savunan bütün felsefe görüşlerini eleştirdi ve “Anarşist” diye nitelediği bilimsel bir yöntembilim geliştirdi. Feyerabend, modern bilimin sosyo-kültürel etkilerini de eleştirel bir şekilde inceledi. Bilimle devletin birbirinden ayrılmasını savundu. Bilim insanlarını iktidara getiren her türlü siyasî sistemi reddetti. Bilim insanının çalışmalarının tam anlamıyla bireysel olduğunu ve bilim insanı olmayanların bunun tesiri altında kalmamaları gerektiğini ileri sürdü.
Bilmenin ve idrakin anlamını, bilginin doğasını, kaynağını, sınırlarını ve geçerliliklerini inceleyen felsefeci Feyerabend, epistemoloji (bilgi bilimi) ve bilgi teorisi-felsefesi alanında birçok eser yazmıştır. “Hür Bir Toplumda Bilim” kitabında Feyerabend, devlet denetiminden uzak herkesin gözü önünde demokratik bir toplumun gerekliliği üzerinde durdu. Toplumsal değerlerin belirlendiği bir toplumda herkesin fikren hür olması gerektiğini savundu.
“Yönteme Karşı” kitabında Feyerabend, bilimsel ilerleme ve gelişmeyi, katı yöntem teorilerinden ziyade eski hâkim fikirlerin terkinde gördü. Bilim teorisinde yöntem olarak her şeyin mümkün olabileceğini savunmakla birlikte Rudolf Carnapp ve Sir Karl Popper gibi ünlü bilim kuramcılarına karşı alenî bir şekilde tavır koydu.
Bilim yöntemine ilk önce “anarşist” sonra “dadaist” olarak tanımlanan tartışmalı bir slogan ortaya attı: “Anything Goes” yani “Ne İstersen Yap-Her şey bir şekilde olur/gelişir/devam eder”. Bu yaklaşımından ötürü bilim otoriteleri kendisine “bilim teorisinin yaramaz çocuğu” olarak gördü ve acımasızca eleştirdi. O da savunmaya geçti, bazen taviz vermek durumunda kaldı, ancak bütün bu tartışmalar onu psikolojik olarak yıprattı.
Bilim teorisine farklı ve fakat bilim otoriterince pek kabul görmeyen görüşlerinden dolayı 1975 yılında depresyona girdi ve akabinde teşhisi konulamayan bir hastalığa yakalandı. Daha önceleri tuluaten konuşabilirken artık konuşmalarını yazılı olarak hazırlamak mecburiyetinde kaldı. Giyimine pek fazla önemsemez hâle geldi. Derslerine çoğu kez her tarafı yırtık pırtık bir kazak ile girmeye başladı.
İslâmî Açıdan “Anything Goes” Teorisi
Ortopedik engelliliğin yanında yaşadığı psikolojik travmalar sebebiyle her ne kadar düzensizbir hayat sürdü ise de Feyerabend’in pozitivist bilimin yanında din bilimin de aynı epistemolojik değere sahip olduğu görüşü, calibi dikkattir. Buna göre pozitivist bilimin vahiy, ilham, sezgisel güç gibi diğer bilgi üretme biçimlerini görmezden gelerek, kendini tek doğru olarak görmesi, kabul edilebilir değildir. Bilimsel düşünürken, rasyonel aklın olmazsa olmaz tek unsur olduğuyönündeki dogmatik görüşe karşı çıkmakla aslında Feyerabend, bilimin bir bütün olduğu hakikatine yaklaşmaktadır. “Akıl dışı” gibi kabul edilen birçok düşünceyi reddeden pozitivist bilim, haddizatında tıpkı orta çağdaki kilise gibi dogmatik ve dayatmacı bir kimliğe bürünür.
Feyerabend’e göre pozitivist/bilimsel bilim, bildiğimiz onlarca bilgi elde etme biçiminden sadece biridir. Dolayısıyla bu hegemonist yaklaşım, bilimsel çoğulculuk ve özgürlük ilkesine aykırı olduğu gibi bilimin fıtrat ekseninde insanileşmesinin önünde de bir engeldir. Feyerabend’ın pozitivist bilimin tek başına hakikati ortaya koyamayacağı görüşü, bir Müslüman bilim insanı olarak, çok manidar buldum. Bu gerçeği, bizim aydınlarımız dahî çoğu zaman görememektedir. Dünyevî bilimsel dogmalardan uzak özgürce düşünmenin bereketi, burada görülebilir. İlmî bereket, bir bilim insanını İslâmî çizgiye getirebilir. Nitekim Feyerabend’in “anarşizm” ile ilişkilendirilmesinde aslında her türlü dayatmalardan arınmış olması gereken bilimin katı kaidelerle çevrelenmesine ve o kaidelerin haricinde bir şey üretilmemesine karşı bir dünya görüşü vardır.
Düşünce özgür olunca gayri ihtiyari olarak “Her Şey Bir Şekilde Yolunu Bulur” anlamına gelen “Anything Goes” yaklaşımı, aslında kadere karşı çıkılamayacağını ancak musibetlere karşı isyan etmek yerine ona sabır ve tevekkül ile rıza göstermenin neticesinde hayatın akışının sağlanabileceğine dayanan İslâmî bir görüş değil de nedir? Bu anlamlı sözünü kendi hayatı için değerlendirecek olursak, şunu ifade edebiliriz: Hayat, her zaman istenildiği gibi gitmez. Mesela Feyerabend için koltuk değnekleri olmaksızın hiç bir şey istenildiği gibi olmaz. Dolayısıyla bazıları için, hayatın devamlılığı ancak koltuk değneklerle mümkündür.
Ancak her bir külfette bir kolaylık, her musibette bir hayır olabileceği gibi her bir engel için de onu aşmanın bir yolu vardır. Musibetlere ve engellere takılmadan hayatın sürdürebilirliği, en sağlıklı bir biçimde haddizatında iman ve sabır ile çok kolay sağlanabilir. Çünkü hiçbir şey kalıcı olmadığına göre her şey geçicidir. Zorluklar da geçicidir, dünya hayatı da fanidir. Her nedense “Anything Goes” deyimini en son olarak “Bu da geçer Ya HU” olarak tercüme etme ihtiyacı duydum.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi