Avrupa’lı, Osmanlı’ya çok özenirdi. Paris’te, 18. Yüzyılda, yeniçerilerin yıpranmış cepkenleri moda konusu idi. Üstün olanın, üstün görülenin taklîd edilmesi, sosyolojinin tesbît ettiği kaidelerden olsa gerek. Bizdeki bâzı şaşkın gençlerin, hippilerin yırtık blu jeanslerine özenmeleri gibi…
İnsanımız, 1839, 1856, 1876, 1909, 1928 kırılma noktalarından geçen bir zihniyetin ürünü olduğu için, iş o hâle gelmiştir ki, okur yazarlarımızın pek çoğu, kendi târihimize, aynen Avrupa’lının baktığı gibi bakmaktadır. Bu noktaya nasıl mı geldik, hatırlayalım:
Avrupa, teknikte gelişti, sanayi devrimleri yaptı, keşiflerle gittiği ülkeleri alabildiğine sömürüp çok zenginleşti, adam yerine koymadığımız Avrupa’lıya karşı üst üste yenilgilere uğradık. Ayakta kalabilmek telâşıyla, onları taklîde koyulduk. Gülhâne Hatt-ı Hümâyûnu ile 1839 Tanzîmât ilân edildi, Islâhat Fermânı (1856) ile, cizye kaldırıldı, gâvura ‘gâvur’ demek yasaklandı.
Birinci Meşrûtiyet Meclisinde (1876) gayrı müslimler çok etkiliydi, bükülme devam etti.
Osmanlı münevver (aydın) inin çoğundaki hâkim zihniyet, artık ‘İslâmdan kurtulma çârelerini aramak’ merkezli idi.
Bu zihniyet bir de, Avrupa’lının îcâd ettiği nasyonalizm sosuyla lezzetlendi. Nasyonalizm, daha önce ayrı ayrı şehir, bölge devletçikleri olan İtalyanın, Almanyanın birliğini sağladı, Osmanlı’yı parçalamak için kullanıldı. (Nation kelimesinin, üzerinde anlaşılmış, kesin bir târifi hâlâ yoktur: 3 dilli İsviçre nasıl bir nation’dur? Amerika Birleşik Devletleri halkı, anonim bir şirket ortaklarına daha çok benzer, 2 dilli Belçika bir nation mudur?) Osmanlı’ya da geçen bu zihniyet 1909 daki İkinci Meşrûtiyet Meclisini kurdu ve Osmanlı’nın sonunu getirdi.
Harf devriminin (1928) milliyetçilikle ilgisinin olmadığının, Avrupa’ya eklenme çabası olduğunun en kesin delili, Türkçenin ses zenginliğini taşıyan Göktürk harfleri dururken, Latin harflerinin alınmış olmasıdır. Hiçbir milletin gönüllü olarak yapmadığı böyle bir değişikliği anlamak çok zor. Bırakalım Çinlileri, Japonları, Rusları, onların etkisindeki Bulgarları, Yeni kurulan devletlerinde Yunanlılar, Hindliler, İsrailliler kendi harflerini kullanıyorlar. Niçin Latin harflerini almadılar acaba?
Geçmişle ilgi tamamen kesilince, okullarda öğretilenle yetinen, araştırmayan etiketli okumuşlar da ciddî ciddî şöyle söyleyebiliyorlar:
Bir jeoloji profesörü çıkıyor, Osmanlı’nın, fethettiği ülkeleri sömürmek için gittiğini zannederek: Pîrî Reîs Fâtih devrinde doğsaydı, Amerika bile bizim sömürgemiz olurdu diyor.
Ordu komutanlığı da yapmış bir orgeneral de şöyle demişti:
Ordumuz Peygamber Ocağı değildir. Araplar bizim sömürgemizdi.
Kültür İstilâsı, bu istilâya uğrayan ülke ferdlerini Sömürgecinin istediği gibi düşündürür, yöneltir. Afrika’lı bir yerliye “Hiç İngiltere’ye gittin mi?” diye sorulduğunda, adam: “No, I have never been home” (hayır, hiç anayurtta bulunmadım) diyordu, kendinin esas yurdu olarak İngiltere’yi bilen bir zihniyete sâhip kılınmıştı.
Bizim de bu iki seçkin aydınımızın zihniyetleri, kafa yapıları da aynen öyle değil mi?
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi