Modern dünya, “sosyal ekonomi” olarak bilinen bilimler arası bir düalist modeli 20. asrın ortalarından sonra ortaya çıkan sosyal devlet oluşumlarıyla ancak dikkate alabilmiştir. O zamana kadar modern kapitalist devletler, genelde liberal bir iktisadî çizgide serbest piyasa ekonomisi modelini savunuyorlardı. Bilindiği gibi serbest piyasa ekonomisi, ekonomideki dengenin devletin çeşitli yollarla ekonomiye müdahalesi ile değil, arz, talep ve fiyat mekanizmasıyla sağlandığı, piyasa güçleri arasında rekabet şartlarının bulunduğu ve üretim, dağıtım, bölüşüm, yatırım gibi iktisadî faaliyetlerin serbestçe yapılabildiği bir modeldir. Piyasa ve fiyat mekanizmasına dayalı devletler, serbest piyasa ekonomisinin işleyişine ve fiyat mekanizmasına yönelik müdahaleleri, ancak gerektiğinde ve çok sınırlı düzeyde kabul eder. Böyle liberal devletler, özel mülkiyete dayalı serbest teşebbüs sisteminde piyasaya ve fiyatlara ilke olarak müdahalelerde bulunmaz.
Bu modelin en büyük eksikliği, özellikle piyasada zayıf bir konumda olanların (tüketiciler, işsizler, işçiler, küçük işletmeler.) genelde güçlü aktörler (kapitalistler, güçlü sermaye grupları) tarafından istismara karşı yeterince korunamamalıdır. Serbest piyasa modelinin liberal iktisadî özgürlükleri, bütün fertleri maddeten memnun edemediği ortaya çıktı. Gelişen sosyal devlet anlayışı ile birlikte piyasa ekonomisinin serbestlik ilkesi, iktisadî yönden zayıf toplumsal kesimlerin lehine sınırlandırılmalıydı. Böylece piyasa ekonomisi modeline de sosyal bir boyut kazandırılmış oldu.
Piyasa ekonomisi modeline sosyal kelimesinin eklenmesi ile sağlıklı rekabet ortamı, âdil ücret hakkı, tüketici hakların korunması, iş sağlığı ve güvencesi ve tam istihdam sağlanmak istenmektedir. Sosyal piyasa ekonomisini savunan bir sosyal devlet, sosyal adaleti ve serbest rekabette fırsat eşitliğini temin etmek maksadıyla, ekonomi ve sosyal politikalarını birleştirerek, iktisadî ve sosyal hayata müdahale edebilmektedir. Bu bağlamda tam rekabeti sağlamak için monopol denetimi (kartel yasağı), piyasa gelir dağılımının maliye politikaları ile düzenlenmesi ve desteklenmesi, herkese sosyal güvenlik hakkı tanımak ve bağımlı çalışanlar için, asgarî ücret belirlenerek, işgücünün konjonktürel dalgalanmalara karşı korumak gibi tedbirler almak, modern sosyal devletlerin görevleri arasında yer almaktadır.
Sosyal Piyasa Ekonomisinden Farklı Olarak İslâm’ın Ekonomi Modeli Ne Vaat Ediyor?
İslâm dini ise, malın ve kazancın, helal yollardan elde edilmesini ve helal (faydalı) olan alanlarda harcanmasını emretmektedir. Buna bağlı olarak İslâm modelinin iktisadî cephesinde faizli bütün işlemler, haksız kazanç olarak görüldüğü için, temelden reddedilmektedir. İslâm modelinde yatırım yapmaya teşvik edilen ehil, şuurlu ve ahlâklı Müslümanlar, bir taraftan iktisadî teşebbüste bulunacak, istihdama katkı sağlayacak, toplumun ihtiyacı olan helal ürünleri üretecek ve(ya) satacak, helal yoldan kâr elde edecek ve sermaye sahibi olacak, diğer taraftan da sosyal sorumluluklarını unutmayıp zekâtın yanında mümkün mertebe sosyal girişimlerde (hayırlı hizmetlerde) bulunacaktır.
Tembellik göstermek, başkalarına muhtaç olmak ve dilenmek yerine, kendisine ve başkalarına faydalı olabilecek bir arayışa giren ve çalışan bir Müslüman, İslâm’ın tercih ettiği bir insan tipidir. Hz. Muhammed (sav), mukayeseli olarak bu bağlamda iki insan tipini şu şekilde tasvir etmiştir:
“Sizden birinizin ipini alıp odun toplaması, insanlara gidip dilenmesinden daha iyidir, ona ya verirler, ya da vermezler.” (Buhari; Zekât: 5).
Kur’ân âyetleri, belirli hükümleri yerine getirme şartıyla cinsiyet ayrımcılığı yapmadan hem çalışmayı ve mal biriktirmeyi tavsiye etmekte, hem de gelir elde edilebilecek üretim veya istihdam alanlarını göstermektedir. Bu âyetlerden birkaçını göstermekle yetineceğiz:
“Allah’ın, kiminizi kiminize üstün kılmaya vesile yaptığı şeyleri (haset ederek) arzu edip durmayın. Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır. Kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Allah’tan, bol nimet (O’nun lütfunu) isteyin. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Nisa, 4: 32).
“…Allah, içinizde hastaların bulunacağını, bir kısmınızın Allah’ın lütfundan rızık aramak üzere yeryüzünde dolaşacağını, diğer bir kısmınızın ise Allah yolunda savaşacağını bilmektedir. O hâlde, Kur’ân’dan kolayınıza geleni okuyun. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah’a güzel bir borç verin. Kendiniz için önceden ne iyilik gönderirseniz, onu Allah katında daha üstün bir iyilik ve daha büyük mükâfat olarak bulursunuz…” (Muzemmil, 73: 20).
Kur’ân’da küresel piyasalarda ticaret-ihracat yoluyla veya küresel emek piyasalarında çalışmak suretiyle Allah’ın nimetlerinden yararlanmak ve rızık elde etmek isteyen Müslümanlar, mücahitlerle hemen aynı konumda değerlendirilmektedir. Buna göre gayretli ve inançlı Müslümanların zahmetlere katlanarak, helal yoldan mal elde etmek adına yapacakları bütün bedenî ve zihnî girişimleri, sosyo-ekonomik mücadele (cihat) olarak değerlendirilebilir. Allah katında sosyo-ekonomik cihat, namaz, zekât ve Allah’a borç vermek (muhtaçlara Allah adına karz-ı hasende bulunmak) ile mümkündür.
Bu bağlamda sosyo-ekonomik cihat şuuruyla yapılan bütün iktisadî, ziraî ve ticarî faaliyetler, netice itibariyle Allah’ın hoşuna gidecek ve dolayısıyla sevap kazandıracak salih amellerdir. Sosyal piyasa ekonomisi zihniyetinden farklı olarak İslâm’ın ekonomi modeline uygun olarak hareket eden Müslümanlar, dünya için elde ettikleri helal gelirin ötesinde ahiret için de manevî yatırım yapma fırsatı bulabilmektedir. Yeter ki ekonomik faaliyetler ve iktisadî teşebbüsler, sadece Allah rızası için yapılmış olsun. Bu durumda bütün etkinliklerin, hem maddî, hem de manevî bir karşılığı/avantajı (sevabı) vardır. Nitekim Hz. Peygamber (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur:
“Hiçbir Müslüman yoktur ki, bir dikim yapsın ya da tarım yapsın, ondan bir insan, bir hayvan veya bir kuş yesin de, ona bir sevap olmasın.” (Buhari; Edep: 27).
İslâm’da çalışarak-üreterek rızık temin etmenin ötesinde zengin olmayı istemek, manevî (namaz, hac) ve sosyal yükümlülükleri (zekât ve sadaka vermek) yerine getirmek şartıyla meşrudur ve toplumsal refaha katkısı olması hasebiyle hayırlı bir niyettir. Peygamberimiz (sav), bizlere meşruiyet içinde zengin olmanın yol ve yöntemlerini göstermiştir. Gençlik yıllarında ticaretle uğraşmış olan Hz. Peygamber (sav), bir kişinin hem uzun ömürlü, hem de zengin olabilmesi için, sosyal çevresine karşı duyarlı olması gerektiğini şu sözleriyle ortaya koymaktadır:
“Kim ömrünün uzamasını ve rızkının artmasını istiyorsa ana-babasına iyilik yapsın ve akrabalarını görüp gözetsin.” (Müsned)
Netice olarak genel bir ifadeyle İslâm’ın ekonomik modeli ve bunun somut bir tezahürü olarak İslâm’ın piyasa ekonomisi, sosyal, insanî, manevî, ahlâkî ve uhrevî odaklıdır. Bu açıdan İslâm, hiçbir surette insanın manevî dünyasından koparılmış ve dolayısıyla topluma karşı ahlâkî sorumluluğunu körelten ılımlaştırılmış kapitalizmin modern bir açılımı olan (sosyal) piyasa ekonomisi modelini yeterli görmemektedir. İslâm’ın piyasa ekonomisi modelinde sosyal unsurların yanında vahyin ışığı altında her zaman tazelenmesi gereken manevî ve ahlâkî duygu ve ilkeler de bulunmaktadır. İslâm’ın çağlar ötesi doğruluğu da, kıyamete kadar evrenselliği de bu ilahî umdelerde gizlidir.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi