Harvard Üniversitesi Kur’ân’ı En İyi Adalet Kitabı Olarak Kabul Etti
Harvard Üniversitesi, Hukuk Fakültesi öğrencilerinin ekseriyeti, adalet ilkesini ve ruhunu en isabetli bir şekilde tarif ettiği için, Kur’ân’da geçen Nisa Sûresinin 135. âyetini seçmiştir. Bunun üzerine dünyaca en ünlü üniversitelerden birisi olan Harvard Üniversitesi, Hukuk Fakültesi kütüphanesinin giriş duvarına bu âyeti astı. İlgili âyetin meali şu şekildedir:
“Ey iman edenler! Kendinizin veya anne babanızın ve akrabanızın aleyhine de olsa adaletten asla ayrılmayan, Allah için şahitlik eden kimseler olun. (İnsanlar) zengin olsunlar, yoksul olsunlar Allah onlara sizden daha yakındır. Öyleyse siz hislerinize uyup adaletten ayrılmayın. Eğer adaletten sapar veya üzerinize düşeni yapmaktan geri durursanız bilin ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.”
Bu âyetten sonra duvara ayrıca İsevî düşünür St. Augustine’nin “Haksız kanun, bütünüyle kanun değildir” sözü ile Magna Carta’da geçen bir hüküm asılmıştır.
Kur’ân Hislerimize Uyup Adaletten Ayrılmamızı Emretmektedir
Değerli Okuyucularım;
C. Hak, haberde geçen mezkûr âyette belirttiği üzere başta iman ehlinden olmak üzere bütün insanlardan herkese karşı âdil olmamızı emretmektedir. Adalet, mutlak anlamda hem kişilerin, hem de insan toplumu tarafından oluşturulmuş olan idarî mekanizmanın yani devletin uhdesinde olan ve mutlak anlamda uyulması gereken en temel ilkedir.
Genelde yönetici, hâkim ve şahitler, olası şahsî menfaatleri veya kayıpları/zararları sebebiyle adaletten uzaklaşma riski taşıyanların başında gelmektedir. Bu riski taşımamak için, herkesin ne olursa olsun, her zaman tavrını adaletten yana koyması şarttır. Hiç kimsenin kayırılmayacağı bir hukuk sistemi, anacak adaletin mutlak anlamda tesisi ile mümkündür. Adalet, hukuk sisteminin ana unsuru olarak işlev ve işlerliğini koruyabilirse, kim olursa olsun hiç kimseye haksızlık yapılamaz. İslâm hukukunda bir kişiye özellikle devlet eliyle sehven de olsa haksızlık yapılmış ise o kimse, hakkını arama yetkisine sahip olacak ve hızlı işleyen bir adalet mekanizması ile mağdur edilen o kişiye en kısa sürede hakkı teslim edilecektir. İslâm, müspet adalet anlayışı ile hak sahibine geciktirilmeksizin hakkını veren bir hukuk nizamıdır.
Kur’ân’ın emrettiği hukuk sisteminde hak sahibinin cinsiyetine, dinine, ırkına, soyuna bakılmaz. Hak sahibi kim olursa olsun, hak haktır. Diğer taraftan hakkın küçüğü büyüğü olamayacağına göre hakkın tecellisi için, ne bir ihmal, ne de bir erteleme caizdir. Ne toplum için kişi hakkından feragat edebilir, ne de kişi için toplumun hakkı göz ardı edilebilir. İnsan ve şahsiyet haklarının korunması, her şeyin üzerinde ve her halükârda kutsaldır. Bir masum insanın hakkı, devletin âlî menfaatleri veya tüm insanlık uğruna bile olsa çiğnenemez. Bir kişinin hakkı ile tüm insanlığın hakkı eşit konumdadır. Bir kimsenin dünya görüşü veya eleştirel düşünceleri, bir devlet ideolojisinin dayatmalarından ötürü cezaya tâbi tutulamaz. Olağanüstü durumlarda dahî temel haklar çiğnenemez.
Hakkını arama özgürlüğünden kişiyi mahrum eden bir hukuk sistemi âdil olamaz. Onun için İslâmî adalet sisteminde hiçbir kişi ve kuruluş, ne bir masumun hakkına tecavüz edebilir, ne de onu “mağdur” duruma düşürebilir. Adaletin uygulanmasını başta yönetici ve hâkimler olmak üzere kim engel oluyorsa o kimse mahşerde en şiddetli azaba uğrayacaktır. Onun için ilahî adaletin tam manasıyla tecelli etmesi için, haşre ve mahkeme-i kübraya lüzum vardır. Mahşerde hesap vermenin şuuruna erişmiş olan siyasi liderlerin adaletten sapmaları söz konusu olamaz. Üstelik adaletten uzaklaşan liderler, imanlarını da tehlikeye sokar.
En geçerli ve en etkili adalet mekanizması, bu yönüyle ancak Kur’ân’a mutlak itaat ile mümkündür. Kur’ân’ın emrettiği adalet uygulanmazsa toplumsal barış ve dayanışma zedeleneceği gibi toplumda fesat, anarşi ve kargaşa meydana gelir. Hangi toplum/devlet Kur’ân adaletini, eksiksiz ve en doğru bir şekilde tatbik ederse o ülkede huzur ve saadet meydana gelir. O ülkede herkes özgürce yaşamak ister, o ülkeye bütün mazlumlar hicret etmek ister. Böyle bir ülkede insanlar adalet havasını teneffüs edebileceği için, kendilerini her türlü kaygı ve endişeden uzak olarak güven ortamında hissedecektir.
Bu temel hukuk ilkeleriyle Kur’ân adaleti, modern hukuk anlayışının tesisine yardımcı olduğu gibi onun da halen çok üzerinde bir konuma sahiptir. Hakikî adalet ilkesine uymayan suç ve cezalar ihdas edilemeyeceği gibi suç işlendiğinde bile “suçların ferdiliği” prensibi geçerlidir İslâm hukukunda. Buna göre gerek İslâm hukukunda, gerekse meri kanun nazarında suç sayılan fiillerden dolayı zanlının akrabalarının da cezalandırılması söz konusu olamaz. Bu yaklaşım, adalet anlayışına tamamen terstir. Nitekim aşağıdaki âyet, “suçların ferdiliği” ilkesine vurgu yapmaktadır:
“…Herkesin yaptığının sonucu kendisine aittir. Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir ve O, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz gerçeği size haber verecektir.” (En’âm, 164).
Kısa Bir Değerlendirme
Şimdi objektif olarak şöyle bir düşünelim. Özellikle melun 15 Temmuz darbe teşebbüsünün halkımızın şanlı direnişi ile sonuçsuz kalmasından sonra devleti korumak adına uygulanmaya konulan OHAL idaresinde çıkartılan KHK’lerle birçok masum vatandaşımız iftiraya uğrayarak, değişik haksızlıklara uğramıştır. Ellerinden alınan hakları da halen kendilerine iade edilmediği için, mazlum konumları devam etmektedir. Bu süreçte maalesef ne Kur’ân’ın adalet ilkelerine, ne de meri hukuk sisteminin temel prensiplerine uyulmuştur. Burada yaşanan haksızlıklarla ilgili olarak bazı örnekler verme gereği duymuyorum. Çünkü adalet konusunda hassas olan şuurlu Müslümanlar, bunlardan zaten haberdardır.
Bize düşen görev, adaletin mekanizmasını tahrip eden sorumluları, yetkilileri ve haksızlıkları gördüğü/duyduğu halde susan insanlarımızı uyarmaktır. Bakınız! Hukuk alanında eğitim alan gayrimüslim öğrenciler bile Kur’ân’ın adalet anlayışına hayran kalmakta ve İslâm’ın adalet ilkelerini kendi hukuk sistemlerinin bir parçası hâline getirme gereğini duymaktadır. Biz Müslümanlar ise Kur’ân’ın adalet ilkelerinden uzaklaştıkça modern hukuk sisteminin ana omurgasını dahî tahrip ediyoruz.
Türkiye’de haksızlıkların mimari olan, bunlara sebep olan, bunlara engel olmayan, bunların karşısında en azından buğzetmeyen Müslümanlar, bu dünyada bir türlü gerçekleşmeyen, ama varlığından asla şüphe edilmeyen ve ahirette kesinlikle gerçekleşecek olan mutlak adaletin huzurunda tek tek hesap verecektir. Adalet-i ilahiye er veya geç ama mutlaka gerçekleşeceğine göre buna hazırlıklı olmalıyız. En güzel hazırlık, haksızlıklara karşı tepkimizi göstermek, zulme sıfır tolerans tanımak ve Kur’ân’ın bizden emrettiği adaletin uygulanması için mücadele etmektir. Yeniden büyük Türkiye’nin inşası, ilk önce adaleti temel alan bir hukuk sisteminin tatbikatı ile mümkündür.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi