Bugünkü Ortadoğu’yu şekillendiren tarihi arka plan birkaç dönüşüm üzerine oturmaktadır. Bunlardan ilki İslamiyet’in bu topraklarda ortaya çıkmasıdır. Yayılmacı bir özelliğe sahip olan bu yeni din, Bizans ve Pers yönetimine son vererek bu coğrafyanın sınırlarını tekrar belirlemişti. Hicri birinci yılın sonuna gelindiğinde Müslümanlar Hicaz’dan başlayarak çok geniş bir alanı İslam toprakları haline getirmişti. Müslümanlardaki cihad düşüncesi İslam’ın hakimiyet alanının genişlemesinde onları motive edici en büyük etken olmuştur.
Daha sonra bu topraklarda Abbasiler, Emeviler, Fatimiler, Eyyübiler, Memlükler, Selçuklular ve Osmalılar gibi İslam devletleri kurulmuştu. Bu devletlerin kurulduğu coğrafyayı tanımlarken geçmişten beri kullanılan kavram Batılıların kendilerine göre ürettiği “Ortadoğu”değil inanç merkezli İslam coğrafyası olmuştur.
İslam Coğrafyasındaki İlk Yıkımlar
Her idare sisteminde olduğu gibi kendi iç sorunlarıyla uğraşan bu coğrafya 12. yüzyıla geldiğinde ilk kez dışardan sistematik bir müdahaleyle karşılaşmıştır. O zamana kadar Şam, Bağdat, Basra, Semerkant gibi İslam şehirleri dünyadaki ilim ve medeniyet merkezleri olmuş ve en büyük kütüphaneler buralarda kurulmuştu. 12. yüzyıl sonrasında ise bu coğrafya Haçlı seferleri ve Moğol istilasıgibi büyük yıkımlarla karşı karşıya kalmış, İslam dini ile altın çağı yaşayan bu topraklar Ortaçağ barbarlığına yenilerek tahrip edilmişti. Her şeye rağmen bu coğrafyada değişmeyen şey İslamiyet’in yayılması olmuştur. Moğollar’dan kaçan Selçuklular ile Anadolu İslamlaşmış, Osmanlı ile bu inanç Balkanlar’a kadar ulaşmıştır.
Osmanlı’nın Çöküşüyle Ortadoğu Yeniden Çizildi
Osmanlı devleti 400 yıl bu coğrafyanın neredeyse tamamına hüküm sürerken girdiği çöküş dönemi ve Batı karşısındaki yenilgisi yeni problemleri beraberinde getirdi. Sanayi devrimi sonrası İngilizler tarafından büyük bir pazar olarak görülen Hindistan’a ulaşım bu coğrafya üzerinden sağlanıyordu. Zayıflayan Osmanlı idaresi ile bu bereketli topraklar Batılı devletlerin hedefi haline gelmişti. Osmanlı yönetimi bu kötü gidişatı durdurmak için Panislamizm (İslam Birliği) gibi ideolojileri destekleyip aynı zamanda çeşitli reform denemelerine girişse de 1900’lü yıllarda artık bu coğrafyadaki hakimiyetini kaybetmişti.
Ortadoğu’yu Osmanlıdan Koparan Arap İsyanları
Kendi çıkarları için bu toprakların parçalanmasını isteyen İngiltere ve Fransa, Osmanlı‘nın zayıflayan yönetiminden şikayetçi olan Arap aşiretlere destek vererek Arap isyanlarını başlatmıştı. Ancak bu isyanlar sadece Batılıların isteği üzerine olmamıştı. O dönem Osmanlı yönetimindeki İttihat ve Terakki’ninlaik ve seküler reformlarını hilafet ile bağdaştırmayan Şerif Hüseyin, Osmanlı’nın elinde bulan hilafeti kendisinin temsil etmesi gerektiğini düşünüyordu.
İngilizler ise kurnaz siyasetleriyle yerel güçlerin çıkarları ile uyumlu işler yapmaya çalışıyor, böylece kendi çıkarlarını bölge halkının eliyle gerçekleştirmiş oluyorlardı. Nitekim Şerif Hüseyin’in bu çıkışı, Hindistan yollarının selameti için İngilizlerin de desteğini alacaktı. Osmanlı padişahının aynı zamanda İslam halifesi olmasından ötürü Hindistan sömürgelerindeki yaklaşık 100 milyon Müslümanı etkileme gücü İngilizlerin hoşuna gitmiyordu. Bu nedenle Mekke’de Kureyş kabilesine mensup olan Şerif Hüseyin’in daha uysal bir İslam halifesi olacağını düşünüyor ve tıpkı Süveyş kanalı gibi kontrol edilebilir bir hilafetolsun istiyorlardı.
Peygamber Torunu Şerif Hüseyin Niçin İsyan Etti?
Hz. Peygamber’in soyundan olan Şerif Hüseyin 1853’de İstanbul’da doğmuştu. Uluslararası diplomasinin entrikalarını biliyordu. Padişah, Şerif Hüseyin ve ailesini kontrolde tutmak için İstanbul’da onları 15 yıl boyunca zorunlu olarak konuk etmişti. Peygamber torunlarına kötü davranmakla suçlanamamak için de onlara Boğaz’da bir yalı vermişti. Bu tedbire rağmen Şerif Hüseyin’in dört oğlundan üçü (Ali, Abdullah, Faysal) daha sona Ortadoğu’da kurulacak ayrı ayrı devletlerin kralları olacaklardı. Çok iyi Türkçe konuşuyorlardı. Fransız kültürüyle yetişen Jön Türkler 1908’de yönetimi ele geçirince Şerif Hüseyin Hicaz’a gönderildi. Oğlu Ali’nin hatıralarında babasının Osmanlıya sadakatle bağlı olduğunu ancak Jön Türklerin iktidarı ele geçirmesiyle laik reformları nedeniyle hilafeti temsil edemediğini ve kendisinin olması gerektiğini düşündüğü yazmaktadır.
Jön Türklerin yönetime gelmesiyle Mekke’ye giden Şerif Hüseyin orada büyük bir güç elde etti. Merkezden uzak olduğu için doğal bir özerkliğe de sahipti. 1908’de yapılan demiryolu ile İstanbul’dan Arabistan kontrolü daha hızlı sağlanıyordu ancak bu durum kendilerinin hac rehberliği işlerine engel olan bedevi kabileleri de rahatsız ediyordu. Daha sonra Hicaz’a Osmanlı valisi olarak gönderilen Vehib bey, Şerif Hüseyin’in kontrolü ele geçirmesini engellemek için akrabalarını kadrolardan uzaklaştırarak hakimiyet alanını kısıtlamış oldu. Bu radikal tedbir Şerif Hüseyin’in oğlu Ali’nin İngilizlerle iletişime geçmesine ve özerklik pazarlıklarında bulunmasına neden oldu. Anlaşılacağı üzere Osmanlıların merkezden Şerif Hüseyin’in gücünü sınırlaması Arap isyanlarının diğer bir sebebi oldu.
1. Dünya Savaşı Sonrası Ortadoğu
Birinci Dünya Savaşı devam ederken İngiltere ve Fransa 1916’da gizli Sykes-Picot anlaşmasıyla Ortadoğu’yu kendi aralarında paylaştırdılar. Bu anlaşmayla Suriye Fransızlara bırakılmıştı; İngiltere ise Irak ve Mezopotamya’nın güneyini, Kerkük’ten Gazze’ye (Irak-Filistin bölgesine) kadar olan kısmı kontrol edecekti. Böylece İngiltere Basra Körfezi’ni ve Hindistan yolunu emniyete almış ve petrol yataklarına ulaşma imkanını elde etmişti. Şerif Hüseyin’e vadedilen devlet ise bu iki devletin dolaylı olarak kontrolünde olan Arap coğrafyasıydı. Filistin de uluslararası yönetim altına alınacaktı. Ancak İngiltere Süveyş kanalına bitişik toprakları elinde tutmak için Filistin’de bir Yahudi devletikurmayı kabul edecekti.
1920 yılına gelindiğinde Sevr Anlaşmasıile Osmanlı’nın boğazlar hakimiyeti elinden alınmak istenmiş, doğuda bir Ermeni devletikurulması planlanmış, doğudaki Kürtleriçinse yarı özerklik kabul edilmişti. Bu iki devlete askeri ve mali yardım yapılmayacağı kararlaştırılmış, ondan dolayı ikisi de varlığını sürdürememiştir. Trakya’yı da Yunanlar işgal etmek istiyordu. Batılıların bu paylaşımda hiç tahmin etmedikleri Milli mücadele ile Anadolu üzerindeki tüm bu oyunlar bozulacaktı.
Şerif Hüseyin’in Akibeti
1918-1920 arasında Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal Suriye’de kısa süreli bir Arap devleti kurmuştu. Fransızlar onu yenilgiye uğratınca sürgüne gönderilecek daha sonra İngilizler tarafından Musul, Bağdat ve Basra’dan oluşan bir devlet olarak tasarlananIrak’a kral yapılacaktı. 1921’de ise Fransızlar’ın güneye yayılmasını engellemek için Abdullah’ın Ürdündevletini kurmasına sıcak bakıldı. Babaları olan Şerif Hüseyin de Mekke’de kalmıştı.
Ancak daha sonra Necid çöllerinde Vehhabiliği misyon olarak kabul edinen Suud ailesi yine İngilizlerin desteğiyle Şerif Hüseyin’i devirerek Suud’i Arabistan’ın yeni sahibi oldular. Sonuç itibariyle bu coğrafyada Suudi Arabistan, Lübnan, Irak, Suriye, Ürdün gibi ülkeler doğmuş oldu. Bu durum dışardan bakıldığında birer bağımsızlık örneği gibi gözükse de Batılıların böl yönet stratejilerine hizmet eden en uygun paylaşımdı. Batılılar bölünen devletlerde azınlık grupları destekleyerek hem kendisine bağımlı hale getirmek isteyecek hem de çıkarlarını sağlama almış olacaktı. Hala Suriye yönetiminde azınlık olan Nusayriler, Irak’ta ise azınlık olan Şiiler yönetimi elinde bulundurmaktadır.
Batılıların Çizdikleri Ortadoğu Haritası Can Almaya Devam Ediyor
Böylece din eksenli İslam coğrafyası bölünerek ırk ve mezhep eksenli Ortadoğu haritası yeniden oluşturuldu. Daha sonraki dönemlerde bu haritalar üzerinde yine mücadeleler verilecek, çıkan petrol kaynaklarıyla Batının iştahını daha çok çekecekti. İkinci dünya savaşının ardından ise İngiltere ve Fransa bölgeden çekilmek zorunda kalacak ama tasarladıkları suni haritalar ve devletler birbiriyle mücadeleye devam edecekti.
Müslümanlar Batının “böl-yönet”stratejisine karşı “birleş-oyunu boz”ilkesini benimsemedikçe Batının çıkarlarını korumak için çizilen bu sınırlar Doğu’da daha çok kan akıtacak, olan yine Müslüman halka olacaktır.
Hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim bu konuda bizi uyararak diyor ki;
“İnkar edenler birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde kargaşalık, fitne ve büyük bozgun çıkar.” (Enfal, 73). “Allah, içinizden inanıp yararlı iş işleyenlere, onlardan öncekileri halef kıldığı gibi, onları da yeryüzüne halef kılacağına, onlar için beğendiği dini temelli yerleştireceğine, korkularını güvene çevireceğine dair söz vermiştir. (Nur 55)
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi