Günümüzde her nedense hayatımızı denge üzerine kurmakta zorlanıyoruz. Bu durum, tehdit olarak görülen salgın/bulaşıcı hastalıklar için de söz konusudur. Daha önce sağlığına hiç dikkat etmeyen insanlarımız, ölüm korkusuyla akla hayale gelmeyen her türlü tedbiri almak suretiyle yine de huzuru yakalayamıyor, bazılarımız ise “bana bir şey olmaz” düşüncesiyle vurdumduymaz ve sorumsuz tavırlarını aynen devam edebilmektedir. Peki, doğrusu nedir? Bunu bir bilene sorduk ve aldığımız cevapları bizi mutmain ettiği için, sizlerle paylaşıyoruz.
Soru: Hayatımız olası riskler açısından hep tehdit ve tehlikelerle doludur. Bu durumda tedbir almak şart değil midir?
Ârif: Elbette. Bütün işlerde tam düşünüşle akıllıca hareket ederek, gerekli görülen tedbirleri almak elzemdir. Aksi takdirde hem kendimize, hem de topluma zarar verebiliriz, yeni felaketlere yol açabiliriz. Olumsuz olayların başımıza gelmemesi için, her alanda plânlı, programlı, sistemli ve dikkatlice bir hazırlık yapmamız şarttır. Onun için hal ve hareketlerimizin sonuçlarını önceden tahmin edip, ona göre temkinli ve teenni ile davranmamız gerekir.
Soru: Tedbirin yanında teenniden de bahsettiniz. Bunu biraz açar mısınız?
Ârif: İnsan, hangi konuda olursa olsun tedbir alırken, aşırılığa, sabırsızlığa, ihtirasa ve telaşa kapılmaksızın, hep dikkatle ve rikkatle davranmalıdır. İnsan, ihtiyatlı bir şekilde önünü sonunu iyice düşünürken, sosyal ve manevî sorumluluklarını da unutmamalıdır. Dünya işlerinde gereksiz yere acelecilik ve telaş, şeytandandır. Teenni ise Allah’tandır.
Soru: Teenni, dikkatten çok rikkatle ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Rikkatten kastedilen nedir?
Ârif: Rikkat, manevî duygu ve sorumlulukları bertaraf edebilecek her türlü riske karşı kalbî uyanıklık gösterme ve gönül âleminde dikkatli olma durumudur. Dolayısıyla dünyevî/maddî/bedenî tedbirin yanında ruh/gönül dünyamızı koruyan rikkate de ihtiyacımız vardı. Bu bağlamda dinimize aykırı bir davranış, maneviyatımızın korunmasını esas alan rikkate tamamen aykırı olduğu gibi dikkati esas alan tedbire de terstir.
Soru: Rikkate dayanmayan tedbiri nasıl tanımlayabiliriz? Böyle bir yaklaşımın ne gibi zararları olabilir?
Ârif: Rikkate dayanmayan tedbiri vesvese (vehim) ile açıklayabiliriz. Bilindiği gibi vesvese, insan beyninin oluşturduğu menfî ihtimallerdir, beynin kendi sistematiği içinde ürettiği hayalî varsayımlar ve zanlardır. Rikkatli olunmadığında şeytan, dikkatli de olsa bir insanın nefsine anlamsız korku, kuşku ve tereddütler yükler.
Soru: Dikkatli olalım derken vesveseye kapılma ihtimali de var demek ki? Vesveseye karşı nasıl korunabiliriz?
Ârif: Bir İslâm âlimin dediği gibi; “vesvese, öyle bir şeydir ki, cehil (bilgisiz/irfansız bir insan) onu dâvet eder; ilim, onu tard eder (kovar). Tanımazsan gelir, tanısan gider.”
Soru: Vesvesenin varlığını, gerçeğini ve etkisini bilir ve ona karşı teyakkuz hâlinde olursak demek ki vesvese bize bulaşmaz. Rikkat da teyakkuz olmamıza yardımcı olur. Peki rikkatin daha etkin olabilmesi neye bağlıdır?
Ârif: Rikkatin daha etkin olabilmesi, tevekkül ile mümkündür yani sebeplere sarıldıktan ve işin olması için gerekli enerjiyi sarf ettikten sonra, neticeyi ve başarıyı Hakka sığınırken, Yaratandan bekleme hâlidir.
Soru: Halkın belli bir kesimi, tevekküle tembellik ve tedbirsizlik gibi olumsuz bir anlam yüklüyor. Bu yaklaşım o halde doğru değildir değil mi?
Ârif: Tevekkülün mahiyetinde hiçbir zaman tembellik ve tedbirsizlik yoktur. İlk önce Allah’a güvenmek, sonra işlerini en iyi şekilde yapmak için gayret göstermek vardır. Tevekkülde, iyi veya kötü olarak yorumlanan neticeyi kabul edip, ne aşırı sevince, ne de aşırı üzüntüye kendini vermeden, Allah’ın kaderine teslimiyet vardır. Kısacası tevekkül, en iyi neticeyi almak için, maddî ve manevî şartları hazırlamak, tedbirleri gözden geçirmek, yapılabilecek işleri noksansız veya mükemmele yakın bir şekilde ifa etmek ve buna rağmen, her türlü riske ve ihtimale karşılık neticeyi yine de Allah’tan beklemektir.
Soru: Tedbir ihtiva eden tevekkülün kişiye ne gibi fayda sağlar?
Ârif: Tevekkülce bir tutum ve davranış, insan ruhunu olgunlaştırır, insanı stresten uzaklaştırır. Çünkü bütün tedbirlere rağmen olumsuz bir netice alınması hâlinde bile insan, “bunda da bir hayır vardır” diyerek, üzüntüsünü giderebilir, şüphe ve vesveseden uzak kalır ve gayretini elinden bırakmayarak, umudunu yitirmeden hayata bağlılığını sürdürebilir. Tevekkül sayesinde kişi, olan şey ile yetinir ve olmayan şeye razı olur.
Soru: Tevekkül kelime olarak ne anlama geliyor ve bu kelime Kur’ân’da geçiyor mudur?
Ârif: Tevekkül, Allah’ın güzel isimlerinden biri olan el’Vekil ismine dayanır. Kur’ânı-Kerim’de 24 defa geçen Vekil, bu çerçevede koruyucu (Hafiz), güvenilen (Emin), yardım eden (Muin), görüp gözeten (Şehid, Rakip), yaratıklarının rızkına kefil olan, işler kendisine havale edilen (Müvekkel), her şeyin maliki ve yöneticisi olan demektir. Allah (c.c.), Vekil sıfatı ile işlerini usulüne göre kendisine havale edenlerin işinin düzeltip, onların yapabileceğinden daha iyi yapan, kendisine güvenilip dayanılan, her şeyi idare ve hâkimiyeti altında bulundurmaktadır. Her şeyi yaratan Allah (c.c.) olduğuna göre, O’na güvenip, O’na yönelmek ve her hususta O’nu vekil bilmek, en isabetli ve en akıllı bir yaklaşımdır.
Soru: Kur’ân, tevekkül konusunda Müslümanlara ne tavsiye etmektedir?
Ârif: Kur’ân, birçok âyetinde bizlere mütevekkil olmamızı tavsiye ediyor. “…Allah’a güven, vekil olarak Allah yeter” (Nisa; 4/81). “Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter” (Nisa; 4/132). “O, doğunun ve batının Rabbidir. O’ndan başka ilah yoktur. Öyle ise sadece O’nu vekil tutun” (Müzemmil; 73/9). “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” (Al-i İmran; 3/173). “Allah, kendine güvenenleri sever” (Al-i İmran; 3/159). Bu âyetler, Müslümanın, tevekkül sayesinde Allah’ın sevgisini kazanacağını açıkça ifade eder. Allah’ın sevgisine kazanan bir kişi, şüphesiz er veya geç, dünyada ve(ya) ahirette O’nun en güzel sürprizlerine nail olacaktır.
Soru: Tevekkül, bir anlamda da Allah’a (c.c.) tam güven ve teslimiyet değil midir?
Ârif: Doğrudur. Kur’ân-ı Kerim’de geçen şu âyet, buna açık bir delildir: “Tevekkül edecekler, başkasına değil, sadece ve sadece Allah’a güvenip dayansınlar” (İbrahim; 14/12). Güvenmenin dereceleri de olacak ki başka bir âyetinde C. Hak (c.c.), şöyle buyurmaktadır: “Gerçek müminler iseniz Allah’a itimad-ı tam (tam güven) içinde bulunun.” (Maide; 5/23). Kalbin kapılarını O’ndan başkasına bütünüyle kapalı tutan gerçek bir mümin, bedenini ubudiyete (kulluğa) ve kalbini de Yaratan’a kilitleyerek, Allah’a büsbütün güvenir. Sebepler dairesinde arızasız sebeplere riayet edip, Yaratan’ın tasarrufunu ümitle bekleyen bir Müslüman, tevekkül görevini layıkıyla ifa edeceği için, bir ileri boyut olan teslimiyet mertebesine ulaşır. Bu bağlamda tevekkül, imanî süreç açısından bir başlangıç, teslimiyet ise onun tabiî neticesidir. Teslimiyet ruhuyla her şeyi Allah’a havale edip, yine her şeyi O’ndan bekleyen kişi, sebepler dairesinden sıyrılır, vasıtaları gönlünden çıkarır ve Allah’a bütün manevî duygu ve kaynaklarıyla tam bir kulluk şuuruyla teslim olur. Evrenin sahibine sırtını tam yaslanmış bir Müslüman, zahirî musibetlerin etkisi altında kalmaz. Başına gelenlerin hepsi O’nun iradesi ile tecelli ettiğine göre her şeyde bir hayır görür. Bu doğrultuda İbrahim Hakkı’nın şu sözleri, ne güzeldir. “Sen Hakk’a tevekkül kıl, Teslim ol da rahat bul, Her işine razı ol, Mevla görelim neyler, Neylerse güzel eyler”.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi