Malum, virüs sebebiyle dünyada ve ülkemizde hayat büyük oranda durmuş vaziyette. Çoğumuz evlere kapandık ve can sıkıntısından neler yapabileceğimizi birbirimize soruyoruz. Birçok insan birbirine dizi ve sinema filmleri tavsiye ediyor, birbirleriyle sanal oyunlar oynuyorlar, dijital sohbetler yapıyorlar, kitap tavsiyelerinde bulunuyorlar filan…
Bizler mü’miniz. Hayatta olup biten her şeye, iman süzgecimizden geçirerek mana vermeliyiz. Bu bağlamda, elbette ki bu virüs illetinin ilmî bir izahı olmakla birlikte, dünyaya gönderilmesinin görünmeyen bir sebebi hikmeti olmalı diye de düşünmeliyiz.
Ben naçizane, bu zaviyeden baktığımda şöyle bir şey geliyor aklıma: İnsan maddiyatın o kadar kölesi oldu ki, gece gündüz durmaksızın dünyanın peşinden koşmakta. Adeta robot gibi, sabah kalkıp gece yarılarına kadar, harap bitap olana dek üretim-tüketim arasında zihnen ve bedenen işleyip durmakta. Bu yoğun koşuşturmada ise çoğu zaman dini vecibelerini yerine getirememekte, belki yaradılış gayesi dahi aklına gelmemekte. Bu manzara karşısında Halık-ı Mutlak olan Allah (cc) insana “kıf!” buyurdu. Yani dur ey insan! Dur ve bir düşün. Dünyaya gelme gayen sürekli dünyalık biriktirmek mi? Bizi dünyaya neden gönderdiğini düşündürmek için, kapılıp gittiğimiz bu kapitalist cereyanı, bu durdurulamaz zannedilen döngüyü durdurdu.
Sahi düşünmeye başladık mı? Biz dünyaya neden gelmiştik? Dünyada bulunma gayemiz ne?
Bu suallerin cevabını Zariyat süresi 56. ayette şöyle veriyor Yüce Yaratıcı:
Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
Pekiyi biz ne yaptık? Biz adeta yaradılış gayemiz sadece çoluk çocuk sahibi olmak, onları doyurup giydirip, onlara gelecek hazırlamak, arabalar, evler, yazlıklar, kışlıklar sahibi olmak, makam, şöhret sahibi olmakmış gibi delice bir koşuşturma içine düştük. Bu koşuşturmada arada aklımıza gelirse, artan vakitlerde namaz kıldık, senede bir Ramazan orucu tutabildik. Ne istiğfar, ne tefekkür, ne nafile, ne zikir… Ferdi dünyamızı ihmal ettiğimiz gibi, çevremizde olup biten yangınlara da bigane kaldık. Komşularımızı tanımadık, kim ihtiyaç sahibi araştırmadık, zulüm altında ezilen İslam dünyasını akşam ajanslarından seyredip “vah vah, yazık şu insanlara” demekten ileri bir şey yapmadık. İzolasyon ve zulüm altında perişan olan Doğu Türkistan, Filistin, Bağdat ve Şam’ı günlük koşuşturmalarımız arasında akla getirmedik. Göç yollarında, dalgalara kapılıp ölen çocuklar için bir şeyler yapmadık…
İşte bütün bunları tefekkür edip, yaradılış gayemize dönebilmemiz için, yaklaşan kıyamet vakti de nazara alındığından, belki de köprüden önce son çıkış olarak bu salgını bir fırsat olarak gönderdi Allah.
Ey kulum! Önce şu koşuşturmayı bir kes! Sonra evine, kendine çekil! Tefekkür et! Hatırla! Ben seni dünyaya neden gönderdim? Düşün… Bana olan namaz, oruç, ibadet borçlarını düşün… Kaza et, tövbe et. Beni zikret. Sana gönderdiğim kelamımın sayfalarını aç, manasına bak, neler buyurmuşum, öğrenmek için al sana vakit işte…
Evet kardeşler!
Salgın sebebiyle evimize çekildiğimiz günlerde birbirimize dizi tavsiyesi soruyoruz. Hayır.. Hayır… Bu günleri manevi olarak fırsata çevirmeliyiz. Her anın, her saniyenin kıymetini bilerek ve “yaklaşıyor yaklaşmakta olan” ilahi sesine kulak vererek kullukta derinleşmeliyiz.
Evlerimizde mücerret bir kulluk alanı oluşturup, farzları eksiksiz yerine getirmenin yanında bolca kaza namazı, zikir, Yaradanın ilahi mesajını içeren Kur’anı anlamaya yönelme, pazartesi-perşembe oruçları, bolca tefekkür ile vakitlerimizi geçirmeliyiz.
Bize hiçbir faydası olmayan dizi, sinema, sanal oyunlar, boş muhabbetlerle, geri gelmeyecek şu kıymetli vakitleri heba etmemeliyiz. Allah’ın rahmeti sonsuzdur, zayi ettiğimiz hayatımızın neresinden dönüp Allah’a yönelirsek, asıl kâr oradadır.
Hakan ÇIRAK
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi