Buyurun sizinle 14 asır evveline, düşünce ve vicdan ışığı ile madde ve zulüm hâkimiyetinin kararttığı ufukları aydınlatarak Mekke vadisine inelim. Kâbe merkezli olarak yükselelim.
İnsanlığın o günkü dehşet verici haline, o günkü Bizans’ın, Roma’nın, Çin’in, İran’ın ve Arabistan Yarımadasının insanlık gözlerine kanlı yaşlar akıtacak, yakıcı, ürpertici durumuna ibret ve irfan nazarlarımızla bakalım.
Tıpkı maddeyi putlaştıran, yemek, içmek vecinsel arzularını tatmin etmek ihtirası ile yaşayan, hakkı, adaleti, ahlâk ve fazileti prangaya vuran, kararttığı insanlık yüzünü zâlim ve öldürücü madde medeniyeti ile örtmeye çalışan asrımız insanlığı gibi, gerçek anlamı ile ilkel ve de medenî vahşette ileri merhalele rkatetmiş insan toplulukları göreceğiz.
Yaradılış gayesinden uzaklaşmış, ruhen zavallılarmış bu insanlar, Allah’a olan inanç ve bağlılıklarını yitirmişler putlara ve putlaştırdıkları geleneklere tapıyorlardı. Çıkarları ilahlaştırıyorlar; cinsel anarşiyi, alkollü içkileri, kumar türlerini ve her türlü ahlâksızlığı bayraklaştırıyorlardı. Engin bir ihtirasla yaşıyorlar, canavarlar gibi kan döküyorlar, hakka batıl, fazilete rezîlet mührünü vuruyorlar, âhiret sorgusu ve azabına inanç taşımıyorlardı.
Tanrılaştırdıkları sapık önderlerin ve putlaştırdıkları bâtıl sistemlerin izinde bunalımlar içerisinde kıvranan bu insanlar, büyük bir kurtarıcıya, ilâhî bir hayat nizamına şiddetle muhtaçtı.
Ruhlar muzdarip, gönüller bezgin olarak doğacak hayat güneşini beklerken, milâdın 611. yılında Mekke’de Hira dağından bir nur çağlayanı dökülmeye başlıyor.
Allah’ın büyük elçisi Hz.Muhammed (S.A.) huzur, saadet ve tekâmül dolu bir dünya hayatının projelerini ihtiva eden mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’le bütün insanlığın önüne çıkıyor ve ilâhî davet başlıyor.
Allah’ın birliğine, yalnız O’nun hâkimiyetine, ahlâk ve fazilete, adalet ve eşitliğe, kardeşlik v esevgiye, maddî ve manevî gelişmeye, tek kelime ile gerçek insanlığa yapılan bu çağrı, akıllan tatmin ediyor, ruhları gıdalandırıyor ve ilâhî nizam etrafında birleştiriyor.
Böylece insanlığın yüce peygamberi, şanlı önderi Hz. Muhammed etrafında bir nur nesli; Kur’ân nesli çevreleniyor. Öyle mukaddes bir nesil ki, canından, cananından, yurdundan geçiyor, iman hayatından, yüce Peygamberimize sevgi ve bağlılıktan, Kur’ân rehberliğinden geçmiyor.
Kafalarına göre değil,İslâm’a göre Müslüman olan, kuvvetini Allah’tan, hayatî ölçülerini Kur’ândan alan bu aziz nesil, peygamberimizin önderliği altında saf bir İslâm hayatı yaşıyor. Bu mukaddes nesilde aşk ihtirasa, ruh bedene, iman küfre, nur zulmete, adalet zulme, gerçek insanlık cahiliyet ve vahşete galip geliyor. Böylece,insanlığın o güne kadar görmediği ve kâinat nizamının sona ereceği güne kadar göremeyeceği bir saadet devri doğuyor.
Yüce Peygamberimizin 23senelik bir fazilet mücadelesi ile en büyük insanlık inkılâbı vücuda geliyor. Kur’ân’ın tatbik edilmek için gönderildiğini idrak eden bu neslin, Yüce İslâm Dini’nin hayat düsturları ile şekillenen hayatı, kâmil insanlığın erişilmez örneğini meydana getiriyor.
Bu öyle bir nesildir ki, gerçekten insanlık aradığı, bulmak özlemini duyduğu Hayat Örnekleri’ni bu nesilde bulabilir.
Evet, insanlık, âlemlerin Rabbine inanmanın, O’na sığınmanın, O’nun emirleri ve yasaklarına göre yaşamanın engin imân zevkini, bir peygamber izinde ve rehberliğinde yaşamanın mesud edici neticelerini, bu nesilde görebilir.
İnsanlık, inanılan hayat nizamını tâviz vermeden aşkla yaşayabilmenin, yabancı inanç sistemlerine ve değer yargılarına karşı, kararlı bir ruh harbi verebilmenin ve bir ömür boyunca inançlardan taviz vermeden yaşayabilmenin tarif edilemez yüceliğini bu nesilde hissedebilir.
İnsanlık, çeşitli milletlere, değişik inançlara, apayrı hayat görüşlerine sahip insanların,üstün bir hayat tarzını aynı imanla, aynı aşkla, aynı gaye ile ve bir arada kardeşçe yaşayabileceğini bu nesilde görebilir.
İnsanlık, kan dökmenin, zayıfı ezmenin, âcizi sömürmenin tabiî bir zevk haline geldiği bir cemiyette, candan evvel canan görüşünün hâkim olabileceğini ve en ince insanî duyguların derin bir vecd ile yaşanabileceğini bu mukaddes nesilde müşahede edebilir.
İnsanlık toplumsal görevleri, taliplisi olan ve birbirlerinin şeref ve haysiyetine tecavüz edebilen muhteris insanlara değil, mesuliyet duygusu ile ürperen, yapamam endişesi ile yüreği sızlayan liyakatli insanlara verilmesinin gereğini bu nesilden öğrenebilir. Kitle halinde adalete, ilim ve ihtisasa boyun eğebilmenin en medenî ve mesud edici neticelerini bu nesilden alabilir.
Evet, insanlık, köle iken yönetici ve kumandan olabilmenin, her zaman ve her yerde Hak’dan sapan idarecilere ve hâkimlere karşı gerçeği haykırabilmenin, insanlara değil yalnız Allah’a baş eğmenin engin ruh asaletini ve hürriyet mefkuresini bu nesilde tanıyabilir.
Çünkü onlar Kur’ân-ı Kerîm’e ve Hz. Muhammed’e bizler gibi inanmakla yetinmiyorlar, inandıklarını yaşıyorlardı. Onlar Peygamberimizin açıkladığı şu gerçeği duştur ediniyorlardı:
«İman arzularla (sözlü ve görüntülü)süslenmelerle değil kalplerde yerleşmesiyle ve yaşayışın da onu doğrulamasıyla vücut bulur.»(1)
Aziz Müminler!
Yüce Rabbimizin insanlığa lütfettiği mukaddes kitabımız elimizde, Allah’ın seçtiği şanlı Muhammed aleyhisselâm muhteşem risaleti (peygamberliği) ile önümüzde, İslâm Nizamı’nı naşkla yaşanması halinde, fertte, ailede ve cemiyette meydana gelecek mübarek inkılâbı misallendiren sahabe nesli hayat yolumuzun üstündedir.
Hal böyle iken, ne acıdır ki, insanlığın Kur’ânsız ve Muhammed’siz yaşadığı çağlardaki hali ve istikbali karartan korkunç bir zulmet içinde yaşıyoruz.
Tıpkı milâdî 6. Asırda olduğu gibi putlaştırılan güçsüzlere, ölü sistemlere tapanlar, kendi materyalist kafalarını mabut edinenler ve İslâm Dini’ni bir bütün halinde yaşama faaliyetlerine fiilen ve lisanen karşı çıkanlar çoğalmaktadır.
Bunun için de inançsızlık, çıkarcılık, riyakârlık, bencillik giderek gelişmektedir. Şehvet azgınlaşmakta, alkollü içkiler yaygınlaşmakta, faiz ve kumar bütün türleri ile artmaktadır. Zulümler, istismarlar, israflar ve haksız işgaller çoğalmaktadır. Sevgi, saygı, merhamet af ve adalet anlamlarını yitirmektedir. Mazlumlar korunmamakta, yoksullar aranmamaktadır.
En acısı, kurtuluş ve mutluluk kaynağım keşfedemeyişimiz; İslâm Dini’ni Hayat Nizamı olarak göremeyişimizdir.
Kullarına merhameti sonsuz olan Allah; insanlar için seçtiği İslâm’dan başka bir din göndermeyecek, insanlığı nura yöneltecek yeni bir Muhammed gelmeyecektir.
Geliniz, Kur’ân-ı Kerimi dinleyerek, yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed’i izleyerek yüceleşen İslâm’ın ilk müminlerini; sahabe neslini örnek alarak yaşayalım.
Hutbemizi Nûr sûresinden iki âyet anlamı ile bitiriyorum
.« Müminler, aralarında hüküm vermek için Allah’ın kitabına ve Peygamberine çağrıldıkları vakit, onların sözü ancak dinledik ve itaat ettik, demeleridir. İşte bunlar zafer ve saadet bulacak olanlardır. Kim Allah’a ve Peygamberi Muhammed’e itaat eder, (yaptığı günahlardan ötürü)Allah’tan (saygı duyarak)korkar ve O’nun (emirleri ve yasaklarına aykırılık) tan sakınırsa, işte bunlardır ebedî huzura-(Cennet nimetlerine) kavuşacak olanlar.» 2
1) Camiüs-Sağîr (Leyse) bölümü, 2/134
2) Nur, 51-52
Not. Bu yazı yaklaşık 45 yıl önce Süleymaniye Camii’ide okunmak üzere tarafımızdan yazılmış ve Cuma Hutbesi olarak okunmuştur. İfadeler kelimesi kelimesine aynıdır.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi