Türkiye, dünya ölçeğinde Müslüman bir medeniyetin devamı olan bir ülke. Tarihi ve sosyolojik açıdan bunu herkes kabul ediyor. Özellikle, son onbeş yıldır dünya siyasetinde İslami hassasiyetleri de açıkça dile getiren bir devlet olarak kendisini gösteriyor. Bu yüzden de, dünyadaki müslüman toplumların önemli bir sevgi ve saygısını kazanmış durumda.
Afganistan, Filistin, Myammar, Suriye gibi zulümlere maruz kalan toplumlarda, askeri ve ekonomik desteğiyle de büyük bir çabayı ortaya koydu. Ülke içinde de, müslümaların aşağılanmasına ve yeniden itibar kazanmasına yol açan bir politika izledi. Mazlum ve mağdur ülkelere, ciddi maddi ve ekonomik ve askeri desteklerde bulundu. Hükümet, Başörtüsü, din dersleri ve bazı batıcı ve dini aşağılayıcı konularda da önemli düzenlemeler yaptı.
Peki, bütün bu gelişme ve olaylar içerisinde Türkiye, nasıl bir siyasi gelecek ile yüzleşmek durumunda kalabilir? Türkiye, Batı’nın önemli merkezlerinin veya yorumcularının söylediği gibi Osmanlı’yı diriltme çabasında başarılı olabilir mi? Veya, Hilafet devleti’ni kurma yönünde ciddi çabalar içine girebilir mi?
Bütün bu sorulara, yabancılar veya günü kurtarma ve hükümete toz kondurmama çabası içinde olanlar konuyu geçiştirici veya daha radikal cevaplar verebilir. Fakat, bir sosyal bilimci olarak gerek akademik ve gerekse sosyal dünyada bu konuda çeşitli düşünce ve tartışmalara yer vermeyi düşünüyorum. Dolayısıyla bu görüşlerin, birçok siyasi, gazeteci veya araştırmacı tarafından da rahat ve kolayca sunulabileceğine de ihtimal vermediğim için, çoğunu samimi olarak ve gerçeklerle bağlantılı olarak gördüğüm bu görüşlerin yetkili merciler tarafından dikkate alınarak değerlendirilmesinin faydalı olacağına inanıyorum. Bununla hükümetin politikalarını ne tamamiyle karalamak ve ne de tamamiyle onaylamak gibi, bir “taraftar mantığı” içinde sunmak niyetinde değilim.
Öncelikle bu düşünce kaygılar, Müslüman olan kitlenin okumuş, düşünen, gelecek için samimi olarak kaygı duyan kesimlerinden gelmektedir. Bunları dile getirmek, sorumluluk duygusuyla yapılacaktır.
Öncelikle bu kesimler, hükümeti teşkil eden Ak Parti’ye, parti olarak değil; kendi dini ve ahlaki düşüncesine, yaşama hürriyetine imkan sağlaması bakımından oy vermiş gruplar olarak ortaya çıkmaktadırlar.
Bu görüşlerin en baskın olanı, Ak Parti’nin, sosyal sistemde toplumun çoğunluğunun benimsediği İslami kuralları pratiğe geçirme konusunda somut bir tutum ortaya koyamadığını ve hatta müslüman kesimin temel haklarını dikkate almadığını düşünmektedirler. Bu konuda; eğitim, kültür, medya ve ekonomik sistem konusunda uygulamaların kesinlikle yeterli olmadığını ifade etmektedirler. Bunun yanında, toplumun değer ve inançlarına aykırı olan kural ve uygulamalara devam edildiğini belirtmektedirler. Böyle bir tavra, elbetteki Ak Parti’nin kendini muhafazakar olarak ifade etmesiyle bir anlamda karşılık verilebilirse de, müslüman halkın demokratik sistemde de olsa, hristiyan ve museviler gibi kendi hak ve geleneklerine saygı duyulmasını ve yaşama tarzını dikkate almaları gerektiğini söylemektedirler. Bu kesimler daha ileri giderek, eğitimde, medyada, dini görevlerin ve ahlaki kuralların yaşanmasında bazı ülkelerdeki azınlıklardan daha az haklara sahip olduklarını dile getirmektedirler.
Ak Parti lideri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çeşitli konuşmalarında ifade edilen dini kavram ve kuralların, eğitim, ekonomi ve hukuk gibi kurumsal yapılarda karşılığının olmaması dolayısıyla, bu ifadelerin müslüman kesimi yanında tutmak için kullanılıp kullanılmadığı konusunda tereddütler yaşadıklarını belirtmek gerekiyor. İslamın, bir sistem olarak Türkiye’de kabul edilmesi bir yana,; İslamın olmazsa olmaz bazı kurallarının yerine, İslam ahlakına ve toplumsal geleneklere aykırı kural ve uygulamaların her geçen gün sistemin birçok alanında yer aldığını üzülerek gören ve Ak parti’nin söylemleri ile eylemleri arasında bağlantı olmadığını belirtenler oldukça fazla sayıdadır.
Akademisyen, araştırmacı ve fikir adamı denilen gruplarda ise, şöyle bir eleştiri ağırlık göstermektedir. “Biz, İslami değer ve kuralların her toplumda uygulanabileceğine inanıyoruz. Fakat, bu uygulama hükümet ve onun lideri tarafından gerçekleştirilemiyorsa da, bizim bilgi, ahlak, aile, hukuk ve ekonomik hayatla ilgili değerler ve kurallarımızın ne zararı var ki, bunların gerçekleşmesine izin verilmiyor? Ahlaki, ekonomik ve medya ve sanat alanlarında her an inanç, ahlak ve kültürümüze saldırı ve hakaret varken, batı’nın bütün düşünce, sanat ve kültür ürünlerine alabildiğine destek ve imkan verilirken, müslümanların ihtiyaçlarına cevap verilmemesi ve engellerle karşılaşılması, hangi düşünce ve hukuk kuralı ile izah edilebilir? Ayrıca bu zevat, İslam tarihinde siyaset alanında çok ilmi ve pratik siyaset kültürü ve uygulaması ortadayken, neden bu bilgilerden istifade edilemediğini ve basit açıklama ve mantık oyunları yapıldığını da sorgulamaktadırlar.
Bu konuda şöyle bir hatırlatma yapılabilir: Malezya’da, Müslümanlar çoğunlukta olmamalarına rağmen, hükümet eğitim, ahlak, hukuk ve ekonomi alanında müslümanların inanç ve ahlak kurallarına uygun bazı düzenlemeler getirmişti. Bu uygulamalara, sadece müslümanlar değil, müslüman olmayanlar bile olumlu bakmış ve takdir etmişti.
Sonuç olarak Türkiye’de Müslüman kitle, Erdoğan’ın liderliğindeki Ak Parti hükümetlerinin, oy tabanlarının yaklaşık % 20’sine sahipken, bu kitlenin hak ve isteklerinin ne zamana kadar erteleneceğini ve toplumda bilgi, kültür, ahlak ve sosyal değerler konusunda batı’nın kurum ve anlayışlarını nereye kadar sürdürüleceğinin cevabını bekliyor.
Bu arada şöyle bir gerçek var ki, Erdoğan’ın başındaki Ak Parti, mevcut yapısı, bürokratik kadrosu ve milletvekili niteliği ile birkaç seçimdir, müslüman topluluğun hayati ihtiyaçlarına ve taleplerine cevap verememesi sebebiyle “kerhen” oy alabilmiştir. Bunda, Ak Parti’nin yüksek kadrolarında kişilerin çoğunda varolan kendini beğenmiş, başkalarına ihtiyaç duymayan bir gurur ve kendi insanına karşı dürüst olmayan bir tavrın hakim olduğu da çoğu kişi tarafından dile getirilen şikayetlerdir. Dolayısıyla, her yeni seçimde; yukarıdaki beklentilerin karşılanmaması, Ak Parti’nin son seçimde olduğu gibi, başka partilere giden oy kaybının daha fazla artabileceğini ve Ak Parti ile ulaşılmayan hedeflerin, partiyi destekleyenleri yeni arayışlara yöneltebileceği ciddi bir tepki olarak ortaya çıkmaktadır. Bazı önemli kişiler, son seçimde Ak parti ‘nin kendisine değil, Türkiye’nin yabancı ellere gitmemesi için hükümete oy verdiklerini söylemektedirler.
Bütün bunlara ilaveten, dünya ve Türkiye’nin şartları artık siyasi hareketlerin kişi ve grup dinamikleriyle veya partici mantığı ve sloganlar eşliğinde ve “kitlelerce taraftarlıkla” yürümesinin mümkün olmadığını ve güçlü bir siyasi kültür, bilgi ve ahlaki felsefe ile toplumla istişare içinde yürüyen bir yapıya sahip olmasını gerekli kılmaktadır. Bu tür temel kriterlere uymayan siyasi hareketlerin, uzun soluklu olamayacağı anlaşılmıştır.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi