Nefsimiz için istediklerimizi diğer insanlar için de istemek, yükümlü kılındığımız, yardımlaşmanın iki önemli ölçüsünden birini oluşturur. Biliyorsunuz ya da bilmemiz gerektiği üzere, Rabbimiz bizlere, Mâide sûresinin 2. âyetinde “ Yaratılanlara yarar sağlayacak ve de Yaratan’a ibadet ve itâat olacak işlerde birbirilerinizle yardımlaşın,” buyuruyor. Diğer bir anlatımla, Rabbimiz “Hak ve halk insanı olma yolunda yardımlaşmamızı” emrediyor.
Yardımlaşma kapsamlı bir görevimizdir Peygamberimizin açıklamasına göre zalimleri bile içine almaktadır. Peygamberimiz “ Zalim de olsa mazlum da olsa mümi kardeşine yardım et” buyurmuş, “ Ya Rasûlallah! Mazlumu anladık da, zalime nasıl yardım edebiliriz? “ diye sorulduğunda ise ‘ Zalime de zulmünü engelleyerek yardımcı olursunuz‘ buyurmuşlardır.( M.Mesâbîh Hn.4957)
Sevgili kardeşlerim; yardım görevimizi yapmada ölçümüz ne olacaktır? Yardımlaşma da İlk ölçümüz “gücümüz ”dür. İnsan, çok çok yardım etmeyi arzu edebilir ama fiilen gerçekleştirebilecekleri, “ yapabilecekleri ”dir. Rabbimiz bizi her alanda yapabileceklerimizden sorumlu kılacaktır. ( Teğabun 16 )
Yardımlaşmada ikinci ölçümüz de “Nefislerimiz için istediklerimizi mümin kardeşlerimiz ve de diğer insanlar için istemek” tir.
Bu öyle bir ölçüdür ki ona sahip olan insanın çokca bilgi edinmeye de ihtiyacı yoktur. Aslında insanlar erdemlerin uzağında bir hayat yaşıyorlarsa, genelde bilmedikleri için değildir, bildiklerini amel hayatına dönüştüremedikleri içindir. Hangi insan “nefsi için istediklerini diğer insanlar için de istemenin” bir erdem olduğunu kavrayamaz.
Nefsimiz İçin İstediklerimizi Diğer İnsanlar İçin İstemek Gerçek Müslüman Olmanın Yoludur
Güzel kardeşlerim; Peygamberimizin dilinde bu erdem, yani “Nefsimiz için istediklerimizi diğer insanlar için istemek,” gerçek Müslüman olmanın yolu, bir diğer anlatımla şartıdır.
–Allah kendisinden razı olsun Sahâbi Cerîr’in anlatımına göre: Bir kişi gelir ve “İslâm nedir ya Rasûlallah!” diye sorar. Peygamberimiz de şöyle buyurur:
“Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına, O’nun emirleri ve yasaklarına uyulması gerektiğine inanmak ve Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna iman etmektir. Namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucu tutmaktır ve de nefsiniz için istediklerinizi diğer insanlar için istemek, istemediklerinizi de diğer insanlar için istememektir.”((M.Zevâid 1/45; Kısmen Müslim, İman 1)
Bu hadis üzerinde düşündüğümüzde şu gerçeğe ulaşıyoruz. Biliyorsunuz, aziz Peygamberimiz, bütün Peygamberlerin ortak tebliği anlamına İslam binasının üzerinde yükseldiği temelleri açıklarken; iman, namaz, zekât, oruç ve hac buyururlardı. Ama hac en son farz kılınan bir görevimizdir. -En doğrusunu Allah bilir- henüz hac farz kılınmadan önce Peygamberimiz İslam’ın üzerinde yükseleceği temelleri açıklarken nefislerimiz için istediklerimizi diğer insanlar için istemeyi, namaz gibi, oruç gibi, zekât gibi olmazsa olmaz görevlerimiz arasında saymıştır.
Hac farz kılındıktan sonra bu ahlâkî görevimiz ilke olarak ağırlığını korudu. Biraz sonra sunacağımız hadisler bu ilkenin ihtişamını koruyabildiğini bize gösterecektir. Çünkü “Nefsiniz için istediklerinizi diğer insanlar için istemek…”ilkesi, Peygamberimizin dilinde İslâmi çizgide yükselmenin ana vesilesi olmakta devam etmiştir ve etmektedir. -Allah kendisinden razı olsun- Sahâbi Muaz b. Cebel şöyle anlatıyor…
Hatırlamışken Hatırlatayım
Hatırlamışken hatırlatayım, kendisinden aktarımda bulunacağımız Muaz İbn Cebel, genç mi genç bir sahâbidir. Peygamberimiz onu Yemen’e vali ve hâkim olarak gönderdiği zaman, 20 ile 22 yaşlarında bir gençtir. Yeri gelmişken bir iki hatırlatma daha yapalım: Aziz Peygamberimiz Mekke’nin Fethi’nden sonra Mekke’ye vali olarak tayin ettiği Attab bin Esid de 20 yaşlarındadır. Hz. Peygamberin vefatından önce hazırladığı ordusuna kumandan tayin ettiği Usâme Bin Zeyd de 19-22 yaşları arasındadır.
Sevgili kardeşlerim! Biz böyle kutlu bir gelenekten geldiğimiz içindir ki, medeniyetimiz, çağ açıp çağ kapayan genç kumandanlar ve yöneticiler yetiştirebilmiştir. Sorumluluk vermezseniz insanlar gelişemezler. Âkil baliğ yani ergin olduklarında, çocuklarımızı yetişkin bir insan gibi değerlendirmeliyiz. Çocuklarımız ergin olduktan sonra da çocuk gibi görmek pek çoğumuzun kusurlarındandır. Oysaki onlar Yaradan’a muhataptır, İslam nazarında 15 yaşındaki ergin bir insanla, 50 yaşındaki mükellef kişi arasında sorumluluk bakımından fark yoktur. Eğer çocuklarımıza yetişkin muamelesi yapar ve de sorumluluk yüklersek, onlar çok kısa zamanda gelişebilir, beklemediğimiz başarılara da imza atabilirler.
Kısaca tanıtmaya çalıştığımız Muaz İbn Cebel, aziz Peygamberimize İslâmî imanın en yüksek derecelerinden sorar. Peygamberimiz de, şöyle buyurur:
“ İman derecelerinin en yükseği Allah için sevmen, Allah için nefret etmen ve dilini Allah’ın zikrine alıştırarak zikirler yapmandır”.(M.Mesâbîh Hn. 48)
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi