Vakfımız ARDEV’in kuruluşu olan “mirat haber.com” da pek çok yazı yazdım.
Ertuğrul Özkök’ün 11 Temmuz 2020 tarihli yazısını okuyunca, İslâm’ın cahili ve tarih bilici yoksunu olan bu yazarla ilgili olarak yazdığımı yazılardan biri aklıma düştü. Yeni bir yazıyla vakit zayi etme yerine hatırladığım ve önemsediğim bu yazıyı yayınlamaya karar verdim. Okunmasında fayda görüyorum. Hayır olur inşallah.
Sayın Ertuğrul Özkök 20 Eylül 2017 tarihli yazısında Ali Erbaş hocamızı ve Eğitim Müfredatının bazı yönlerini eleştirdi. Yolu açtığına göre biz de kendisini eleştirelim.
Yeni Diyanet İşleri Başkanımız Ali Erbaş’ı tebrik etmeden eleştiren “Başkan galiba kendini şeyhülislam zannettin” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Bendeniz son dönemde bile “Diyanet İşleri Başkanlığımızın niçin toplumsal bir ağırlığı yoktur”, başlıklı iki makale yazabildiğime göre Ertuğrul bey de eleştirebilir. Eleştirisinde haklılık payı olmakla birlikte cehalete dayalı aşırılıklar da yer almakta olduğu için biz de onun yazısında ileri sürdüğü görüşleri sırasıyla ele alarak değerlendireceğiz.
Sekülarizmi baskıcı, dışlayıcı ve ötekileştirici jakoben laiklik olarak anlayabileceğimiz gibi Yaradan’ı ve insanlık için vaz’ etiği Kur’ânî yasaları dışlayan maddeci bir dünyacılık olarak da algılayabiliriz. Böylesi bir algılama hatalı da olmaz. Bir Diyanet işleri Başkanı’nın sekülarizme karşı olmasından daha doğal ne olabilir? Üstelik Ali Erbaş hoca sekülerizmle hiçbir değer tanımamayı da eşitlemiyor.
Önce şu gerçeği vurgulayalım. İslâm bir hayat düzenidir. İslâmî temellere bağlı dünyacılığı da önerir ve ona yönlendirir. Bir diğer anlatımla insanları, onları sömürecek seküler düzenlere bırakmaz. Örneğin dünyada ve ülkemizde olduğu gibi borca dayalı para basımı sistemi ve faize müstenid ekonomiye karşı çıkar ve yasaklar.
Seküler bir insanın hayatı boyunca yaşatabileceği değerleri olabileceğine ben de inanmıyorum. Evet, Yüce Allah insanları en güzel kıvamda yaratmış ve onlara ebedî bir hayat takdir buyurmuştur. Onları kulluk denemesine uğratacağı için de insanların varlığına tüm güzellikler yanı sıra bütün çirkinliklere eğilimi de kodlamıştır. Doğrudur, her insanda saygı duyulacak fıtrî değerler vardır ama onların bir ömür süresince yaşatılması Allah’a, ebedî hayata; bütün iradeli işlerimizden sorgulanacağımıza; Cennet ve Cehennem’e inanılmasını gerektirir. Seküler dünyamızın nasıl zulüm ve sömürü alanı haline getirildiğini hepimiz görüyoruz.
“Biiir… Başkan sen şu yolundan çıkmış fani dünyayı hizaya sokma misyonundan önce bizim Diyanet’i bir derleyip toplasan… Fetva parodisine dönen şu kuruma biraz ciddiyet versen…”
Ertuğrul Bey haklı ama bilmedikleri var. Laiklik ve siyasi iradeyle kuşatılmış bir başkan Diyaneti derleyip toparlayamaz. Bunun için Diyanet’te köklü bir devrim yaşanması gerekir. Devrime de Laikler yanaşmaz. Kaldı ki buna Kurucu İrade’nin şekillendirdiği ve egemenliğini hâlâ sürdüren jakoben laiklik de manidir. Çerçevesini Allah’ın dininden çok sistemin belirlediği dinin temsilcisi olan Diyanet fetva parodisine dönen Diyanete ciddiyet de veremez. Çünkü Diyanet İslâm, gelenek ve Kemalizm arasında sıkışıp kalmış olup çaresizdir. Bunun İçin Kur’ân ve Sünnet İslâm’ına dönüş gerek. Yüzeysel bazı atılımlar elbet yapılabilir.
Ertuğrul Bey tespitleriyle taleplerinin çelişkiler içinde olduğunun farkında değil. Mademki Diyanet Ertuğrul beyin anladığı gibi dindışı ve karşıtı seküler bir yapının kurumudur, onun da diğer, örneğin ekonomiyi yönetici müesseseler benzeri seküler kurumlar olmasından daha tabii ne olabilir? Ülkemizde hangi kurum doğru çalışmaktadır. Mademki Şeyhulislam değil, iyi ki de değil, çünkü bir de laik düzen içindeki ruhban sınıfı ile belalanacaktık. Diyanet başkanından da yapabileceklerini beklemeli değil miyiz?
“Rahmeti rahmana kavuşmuş”, “Berhayat olanlar”, “Leyyin ve hikmetli bir dil”, “İnanç, düşünce ve beyin işgalcilerine karşı din güvenliğini sağlamak”, “Nusret eli”, “Makes bulmak”, “Derc etmek”, “Ahlak-ı hamide sahibi olmak”, “Sekinet veren sada”…
Ertuğrul Bey Başkanın üslubunu beğenmiyor, kendine göre haklı da olabilir ama üzülerek ifade edelim, halkımızın anlamadığı kelimeleri sık sık kullanmak yaygın bir hastalığımız olmuştur. Ertuğrul beyin anlamak için sözlüğe bakılması gereken kullanımları da pek çoktur. Makalesindeki ( Parodi ve Potpuri ) kelimeleri de örnek olarak verilebilir. Canım bunlarda ne var denirse “makes bulmak ve ahlâk-ı hamide” de ne var denilebilir.
“Cihad” kelimesini yazmasını bir türlü öğrenemedik ama eleştiriyoruz. Cihat ‘t’ ile yazılarsa cihetin çoğulu olarak yönler anlamına gelir. Cihada gelince… aslında cihad diye özel bir görev yoktur. Cihad, her bir Kur’ânî emrin ve yasağın gereğince uygulanması için olanca gayretin gösterilmesidir. Hukukumuzdaki İçtihad kavramı bu kökten gelir. Kur’ân’da savaş için kullanılan kelime ise Kıtal ve türevleridir. Buradan hareketle ana babaya saygı da bir cihaddır, adalet ve barışa yönelmek de, silahlı savaş da. Vatanı gereğince sevmek ve uğrunda can vermek de ve Rabbimizin buyruğu olan barışı yüceltmek de bir cihaddır. (Bakara 208) Yani cihad ile barış vatan sevgisi çelişmez, örtüşür. Ertuğrul bey terörist devlet Amerikan’ın yönettiği Deaş’a bakarak mı cihad ile barışı ve vata sevgisini çatışmalı görüyor.
Kâfir, Kur’ânî bir kavramdır. Gayr-ı Müslimleri ve materyalistleri de içine almaktadır. Kâfirler fıtrat kardeşlerimizdir. (Hucurat 12) Zalimleşmedikleri sürece onlara karşı da adaletle ve iyilikle yükümlüyüz. (Mümtahine 8 ) Evet, onlar da bizim gibi insanlardır. Bizler gibi onların da canları, malları ve şahsiyetleri dokunulmazdır. Kâfir hesabı bize değil Allah’a verecektir. Farklı inanç taşıyanlara nasıl erdemli davranılacağının olumlu örnekleri bizim tarihimizde bolcadır. Tarihimizi de mi bilmiyoruz?
Erkek ailesinin nafakasını sağlamakla ve onu dış tehlikelere karşı korumakla yükümlüdür. Kur’an dilinde erkek de kadın da Zevc’dir. Yani birbirlerinin eşi ve işlevleri farklı eşitidirler. Farklılık yaratılış ve görevden kaynaklanmaktadır. Erkek eşitler arasında birincidir denebilir. Kadının üstün olduğuna veya kocaya biat etmesi gerektiğine ilişkin hiçbir İslâmî kural yoktur. Erdemli kadın kocanın değil evlilik sözleşmesinin gereklerine uyar. (Nisa 34) Kur’ân’da Kadının kocaya itaatinden söz edilen tek yer zinacı kadının uyarılar karşısında boyun eğmesi bağlamında kullanılmaktadır. Neyleyelim ki bu tür incelikleri ilahiyatçılarımızın çoğu da bilmemektedir. Evde kadın ve erkeğini eşit olduğunu öğretirsek görevimizi yapmış oluruz.
Hayret ki hayret… Bir Müslüman, şahıslara değil yalnızca Kur’ân ve Sünnet ilkelerine biat eder. Siyasi anlamda biat ise düzene bağlılıktır. Anayasal düzene biat edilmiyor mu? Peygamberimiz “en büyük cihad zalimlere ve zalim yönetimlere karşı hakka haykırmaktır” buyurur. Biz, otoriteye boyun eğmenin şiddetle red ettiğimiz aşağılık örneklerini İslâmî şahsiyet yoksunu insanlarda görüyoruz. Acı olan körü körüne biat kültürünün tarikatler yanısıra kemalistlerde de yaygın olmasıdır.
Doğrusu pes… Evrim teorisi, adı üstünde teori olduğu için onu bilim diye öğretmek bilime saygısızlıktır, ilkelliktir. Biyolojiyi, uzayı, fiziği genetik bilimleri öğretmenize engel değil teşvik vardır. Öğretirsek Yaratan’ın buyruklarına itaatle ibadet etmiş oluruz. Tam burada haftanın başında yayınladığımız İslâmî Eğitime Muhtacız makalemizden alıntı yapmak istiyoruz:
“Zerreciklerden galaksilere ve tek hücrelilerden dev canlılara kadar küçüklü büyüklü yaratılan her bir varlığa Kur’ân dilinde Âyet denir. Meselâ güneş âyettir ,dağlar ayettir, her bir canlı ve cansız varlık da âyettir. Yaratılan âyetlerin içinde ve çevresinde oluşan mesela fiziksel, astronomik ve biyolojik oluşumlar da birer âyettir. Bunlar Yaratılan âyetlerdir. (A.İmran 191;Fussılet 37,39,53; Rûm 20-25…)
Yaratılan âyetlerin her biri bir ölçü içinde yaratılmış, özellikleri ve işlevleri varlıklarına kodlanmıştır. (Kamer 49; Tâhâ 50)
Biz insanlar Yaratılan âyetleri matematik, fizik, kimya, biyoloji, tıp ve astronomi gibi bilim dalları ile inceliyor ve hayatımızı kolaylaştıracak ve zenginleştirecek sonuçlar devşiriyoruz. Ama yaratılan âyetler aracılığıyla ürettiğimiz mesela uçaklar bizi adalet iklimine getiremiyor, altın uçlu kalemler gerçekleri yazdıramıyor, teknolojiler hukuki ve sosyal adalete iletemiyor, laboratuarlarda insani erdemler hayata geçirilemiyor. Felsefi arayışlar da ölümün karanlık yüzünü aydınlatamıyor. Ölüm ötesine ışık tutamıyor. “
İtiraf ediyorum. Müfredatla ilgili benim de eleştirilerim var. Ders kitaplarında üslup hataları var. İslâmî bir temeli olmayan yaklaşımlar ve ifadeler var.
Son olarak söyleyeceğim şudur: Ertuğrul bey kendi iç dünyasında samimi olabilir ama İslâm’ı bilmiyor. Bilmediğini de bilmiyor. Onu eleştirdiği için değil gerçeklerden kopuk olup İslâm’ı bilmeden ahkâm kestiği için yadırgıyorum. Böyle bir kişinin ülkemizin ünlü bir gazetesini yıllarca yönetmiş olmasını bize özgü bir garabet olarak mı kabul etmeliyiz? İnanın bunu ben de bilemiyorum.
Ali Rıza DEMİRCAN