islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,5424
EURO
36,0063
ALTIN
3.006,41
BIST
9.549,89
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
9°C
İstanbul
9°C
Parçalı Bulutlu
Pazar Az Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C
Salı Çok Bulutlu
11°C
Çarşamba Az Bulutlu
13°C

Bir Kur’an İlkesi:

Bir Kur’an İlkesi:

Kötülüğe Karşı İyilikte Bulunma

Bir arada ve toplu olarak yaşamak zorunda olan insanlar, çoğu kez usul farklılıkları, eskileri körü körüne taklit, gerçekleri insanın aynı tarz ve aynı öl­çüde algılayamaması, anlayış ve idrâk farklılığı, başkala­rına hükmetme arzusu, bencillik, kıskançlık ve başkaları aleyhine menfaat sağlama gibi sebepler yüzünden birbirleriyle çekişmekte ve kavga etmektedirler. İslâm dini, insanın iyiden, güzelden ve gerçeklerden sapma yönleri olarak tanımlayacağımız bu tarafını, doğruya, güzele ve gerçeğe yönlendirmek ve kanalize etmek için bazı prensipler getirmiş ve bu prensiplere uyulduğu ölçüde  çekişmelerin ve kavgaların daha az olacağını, dolayısıyla da insanların daha samimi bir ortamda yaşama imkanı bulacağını ifade etmiştir. Bunlardan biri ve belki de en önemlisi  “kötülüğe  karşı iyilikte  bulunma” prensibidir.  Zira insanlar arasındaki ilişkilerde esas olan, olması gereken  bilgi sahibi olmadan önyargı ile karşı çıkmak, kaba davranmak, sert konuşmak ve düşmanca bir tavır takınmak değildir. Bilâkis yumu­şak ve dostça bir tavır takınmak, tatlı dil ve güler yüz göstermektir.

Yüce rabbimiz şöyle buyurur: “İyilikle kötülük asla bir değildir. Sen kötülüğe iyilikle karşılık ver. O zaman sana düşman olan kişinin, seninle samimi bir dost olduğunu göreceksin. Fakat bu fazilete ancak sabredenler ulaşabilir, yine buna ancak (erdemlerde) büyük pay sahibi olanlar ulaşabilir.[1] Ayetin devamında ise buna engel olmak için şeytanın büyük çaba harcayacağı anlatılmakta, bu durumda Allah’a sığınılarak O’ndan yardım talep edilmesi istenmektedir.  Ayetin üslubu, dikkat çekici  bir nitelik arz ediyor ve bize çok önemli bir mesaj  veriyor.  Zira ayette kötü ile iyi mukayese edilmiyor, tam aksine  kötülükle iyilik mukayese ediyor, dolayısıyla da kötülüğün iyilikle  savuşturulması  öneriliyor. 

Merhum  Ali Fuat Başgil de, “Başkalarından gördüğün kötülük, seni iyilik yapmaktan alıkoymasın. İyilik ibadettir, kötülükle hesaplaşmaz. Düşenin elinden tut ki,  sen de düştüğün zaman tutulacak el bulabilesin”[2]  der.  Zira İyiliğe karşı iyilik adalettir. İyiliğe karşı kötülük cinayettir. Kötülüğe karşı iyilik, ihsan ve atıfettir. Bu nedenle insanı yaşatan ve mutlu eden iyiliktir.” Kur’an ise, “ İyi sayılan bir söz ve bir bağışlama, arkasından eziyet gelen  bir sadakadan daha hayırlıdır” [3] ilkesini insanlara  bir davranış tarzı olarak  önermektedir.

Büyük mekanlar ve mevkiler, insanları değerli yapmaz; sadece büyük gösterir. Değerli insan olabilmenin pek çok yolu olabilir. Ama bunlardan biri ve belki de en önemlisi, yapılan kötülüklere karşı iyilik yapabilmektir. Atalarımızın “Kötülüğe karşı kötülük her kişinin karıdır, kötülüğe karşı iyilik er kişinin karıdır” sözü, bu bağlamda çok anlam ifade eder. Kötülüğe karşı, ya misliyle karşılık verilebilir ya affedilir, ya da iyilikle karşılık verilir. Yani taş atana taş atmak kolaydır. Taş atanı af etmek zordur. Af etmekten daha zoru ise  taş atana taş atmamak, ona bir  iyilikte  bulunmaktır.

Nefis, daima kendisine yapılan kötülüğe karşı, kötülükle karşılık verilmesini ister. Ancak Yüce Rabbimizin istediği bu değildir. Onun istediği af etmekten de öte kötülüğe karşı iyilikle karşılık verilmesidir. Çünkü kötülüğe iyilikle karşılık vermek, nefsin azgınlığını törpüler. Onu iyiliğe yöneltir. Kötülüğün alevini söndürür. Şeytanın kışkırtmasını bertaraf eder. En sonunda kötülüğü savar. İyilik sadece maddi yardım yapmak da  değildir. Aynı zamanda  iyilik her konuda ve her alanda yapılan  doğru, güzel ve dengeli bir eylemin, bir davranışın  da adıdır. Bu sözle de olur, davranışla da olur.

Allah Teâlâ’nın  Hz. Mûsa’yı ve kardeşi Hz. Hârun’u Fir’avn’a peygamber olarak gönderirken onla­ra şu emri verdiğini görüyoruz: ”Fir’avun’a gidiniz, çünkü o azdı. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt alır veya korkar” [4] Ayette geçen  “ kavlen leyyinen/ yumuşak söz” ifâdesi, sadece iki peygamberin Fir’avn’a karşı uygulayacağı bir davranış tarzını değil, aynı zamanda Müslümanların sosyal ilişkilerinde uymaları gereken davranış tarzını da  belirlemektedir. Nitekim Allah Teâlâ’nın Hz. Peygamber hakkındaki övgüsü de bu ilke ile ilgilidir ve O’nun yumuşak davranışı, hoş görüşlü oluşu ve sosyal ilişkilerinde sert ve kaba olmayışı yönüne aittir. Bu övgüsünde Cenâb-ı Hak: “Allah’ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, onlar çevrenden dağılır giderdi” [5] buyur­maktadır.

Allah Tealâ ilahlık iddia eden Fir’avn’a bile  yumuşak davranılmasını emrediyorken, neden Allah’ın kulları  kendileri gibi olmayan veya düşünmeyen kişilere  kaba ve katı  davranırlar?   Kasıtlı veya kasıtsız yaptığı bir hatadan veya işle­diği bir günahtan dolayı her hangi bir kişiye karşı ta­kınılacak olumsuz tavır ve hareketlerin dinî dayanağı­nı bu ayetlerde bulmak mümkün  müdür?  Bir günah veya bir hatadan dolayı  bir insanı dinden çıkmakla itham etmek, onunla konuşmamak, ona selâm vermemek ve beşerî münasebeti kesmek, Kur’ân’ın  hangi prensibiyle  uyuşmaktadır?  Hz. Peygamber, kendisine iyilikle kötülüğün ne olduğunu soran bir sahabeye, “İyilik, gönlü huzura kavuşturan ve içe sinen şeydir. Kötülük ise insanlar sana fetva verseler seni onaylasalar bile, gönlünü huzursuz eden ve içinde bir kuşku bırakan şeydir.”[6] diye cevap verir.  Bir Müslümanın, Müslümanım diyen bir din  kardeşine kaba ve katı davranması, onunla sosyal ilişkilerini kesmesi, Allah Tealâ’nın  bir toplum  hakkındaki “mü’minlere karşı  alçak gönüllü, kafirlere karşı onurlu ”[7] tanımı ile Hz. Peygamber’in iyilik tanımına  ne ölçüde uymaktadır?  

Allah Tealâ,  Maide suresinin 27-40 ayetlerinde Hz. Âdem’in iki oğlunun hayat hikayesini anlatır. Bu hayat hikayesinde Hz. Âdem, Kur’an’da adları zikredilmeyen, fakat İslamî kaynaklarda Habil ve Kabil olarak geçen iki oğluna, Allah için birer kurban sunmalarını söyler, onlar da  babalarının dediğini yerine getirirler. Ancak Habil, kurbanının kabul olduğu, Kabil ise kabul olmadığını görür. Bunu üzerine kıskançlık ve haset duyguları kabaran Kabil, Şeytanın da vesvesesiyle kardeşi Habil’i öldürür. Habil ise kardeşini öldürmeye teşebbüs bile etmez. Kardeşini öldürmektense ölmeyi tercih eder.

Hiç şüphesiz Yüce Yaratıcı bu kıssayı bize boş yere anlatmamakta, bilakis ders almamız için anlatmakta; dolayısıyla her insanın içinde yaşayan bir Habil ile bir Kabil’in bulunduğunu hatırlatmaktadır. Ne kadar yaşlanırsak yaşlanalım, nasıl içimizde bir çocuk hep yaşıyorsa; aynı şekilde içimizde bir Habil bir de Kabil yaşamaktadır. Habil, iyi duygularımızı; Kabil ise kötü duygularımız sembolize ediyor. Bu nedenle hayatımız süresince içimizdeki mücadele sürüp gidiyor. Bize düşen görev, içimizdeki Habil’i Kabil’e öldürtmemek ve onu yaşatmaktır. Bu da ancak içimizdeki Kabil’i denetim altında tutmak ve onu sürekli kontrol etmekle mümkündür.  Bunun için de  bilgi ile donatılmış bir akıl ve iradeli bir tavır gerekmektedir.

Genellikle her filimde iki karakter bulunur. Bunlardan biri iyi, diğeri ise kötüdür. Bir filmin kalitesi ise kötü adamın kalitesiyle doğru orantılıdır. Bir filmde kötü karakter yoksa o film, sıradan bir filmdir. Filimde kötü adam var ise ve yaptığı kötülüklerle de zirveye yaklaşmış ise, o film kalitelidir. Neticede filmdeki iyi karakter, kötü karakterle mücadele etmiş ve onu yenmiş olur.  Zira iyi karakterin değeri, kötü adamın yaptığı kötülükle doğru orantılı olarak ortaya çıkar.

Bir insan hayatı da tıpkı bir film gibidir. İnsanda kötü adamı nefis, iyi adamı ise vicdan temsil eder. Nefis, şeytandan, vicdan ise akıldan destek alır. İrade ise sadece tercih yapar. Her konuda nefis ile vicdan daima çatışma halindedir. Zira nefis, Hz. Yusuf’un diliyle kötülüğü emreder[8]. Vicdan ise daima iyiden, güzelden ve doğrudan yanadır. Burada asıl görev, iradeye düşmektedir. İrade şeytanın desteklediği nefsi mi, yoksa bilgiye dayalı  aklı mı tercih edecek?  Akıl lokomotif, nefis katar mı olacak, yoksa  nefis lokomotif , akıl katar mı yapılacak?   Yüce Yaratıcı, nefsin tercih edilmesini asla arzu etmiyor, hatta  onun  arzularına uymayı tanrılaştırma olarak tanımlıyor ve  bunu da şiddetle kınıyor.[9]

Bu nedenle  asıl sorun, insanın neyi, nasıl tercih edeceği ile ilgilidir. Doğru tercihlerde bulunabilmesi için her insan, vicdanını aklıyla desteklemek, aklını ise bilgiyle donatmak zorundadır. Bir başka ifade ile insan, aklını bilgi ile besleyerek vicdanına yardım etmelidir ki, vicdanı her zaman galip gelebilsin. Hz. Peygamber’in Büyük cihat” dediği de işte budur. Bu da ancak Kur’an ilkelerini bilmek ve onları içselleştirmekle mümkündür.  Zira Allah Tealâ, Hz. Peygamber’e  mücadelesini  Kur’an’la yapmasını emretmekte,  “Artık inkarcılara boyun eğme, bu Kur’an’la  onlara karşı büyük cihatla/ bütün gücünle mücadeleni sürdür” [10]   demektedir.  Ne var ki çağımızın insanı bilgi eksikliği nedeniyle aklını kullanma yerine, Şeytanın desteklediği nefsini daha fazla dinlemekte ve yanlış tercihlerde bulunmaktadır.  Bu sebeple iyiliği, bireysel iyilik yani ‘kendine iyilik’ olarak algılamaktadır.

Günümüz insanı, iyilik denildiğinde çoğu zaman kendisinin faydasına ve menfaatine olan şeyleri anlamaktadır. Bunun adı iyilik değildir, adı üzerinde fayda ve menfaattir. Bununda sebebi, bireycilik yani egoizmdir, “biz anlayışı”nın  yerini “ben anlayışı” na  terk etmiş olmasındandır. Bu nedenle  günümüzde bireycilik, bireyselciliğin yerini almış ve birlikte yaşama anlayışı da büyük oranda erozyona uğramıştır. Bundan kurtulmanın yolu, ise “ben” anlayışını sürekli  geliştirme  ve yüceltme yerine,  “biz” anlayışını geliştirmededir, hesabilikten kurtulup hasbiliğe dönmededir. Kendi çıkarımız için helal-haram gözetmeksizin olumsuz  davranışlarda bulunmak değil, her işimizde  helal-haramı gözeterek olumlu davranışlarda bulunmak ve  bu vesile ile Allah’ın  rızasını   kazanma çabası içinde olmaktır.  Nitekim  Allah Tealâ,                   “””  Biz size, ancak Allah rızası için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür. Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimizden korkuyoruz”[11]  diyen ve  böyle bir  çabanın içinde olan sahabeyi  övmektedir.

Allah Tealâ, “Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen,  onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve  mücadelenin kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru  olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır[12] demekte ve  iyiliği, “iyi insan olma” olarak tanımlamaktadır.  İyi insan olabilmenin şartlarını ise, inanma, paylaşma, ibadet etme, sözünde durma ve sabretme olarak açıklamakta, bir ideolojiye veya  bir gruba bağlı olmayı iyilik  olarak tanımlamamaktadır.

 Hz. Peygamber, Mekke’yi fethettikten sonra Kabe’nin avlusuna toplanan halka hitaben Bugün siz daha önceki yaptıklarınızdan kınanmayacaksınız, evlerinize gidiniz, hepiniz hür ve serbestsiniz.” demiş, sonra da  Hz. Bilal’e ezan okumasını emretmişti. Tam bu sırada Esid oğlu Uttab isminde bir genç, yanında bulunan Mekkeli arkadaşına “Çok şükür ki babam hayatta değil, şu rezaleti görseydi kahrından ölürdü.” demişti. Bu sözleriyle Hz. Peygamber’e duyduğu kini ifade ediyordu. Aradan bir süre geçmişti ki umumi af ilan edilmiş, Mekke’nin ileri gelenleri Hz. Peygamber’e biat etmek için sıraya girmişlerdi. Uttab da biat edenler arasındaydı. Hz. Peygamber on gün kadar Mekke’de kaldı, sonra hiçbir muhafız kıtası bırakmadan Medine’ye döndü. Ayrılırken de “Çok şükür ki babam hayatta değil, şu rezaleti görseydi kahrından ölürdü” diyen Uttab’ı da Mekke’ye vali olarak tayin ederek gitti. Bu kötülüğe karşı yapılan iyilikti. Hz. Peygamber, o gün kelle almamış, “Bugün siz daha önceki yaptıklarınızdan kınanmayacaksınız, evlerinize gidiniz, hepiniz hür ve serbestsiniz”   demekle gönülleri fethetmişti.

Bugün gönüller  fethedilmiyor, bilakis  kalpler kırılıyor, insanlar öldürülüyor. Dolayısıyla insanlık  da ölüyor. Bu durumu merhum Emin Işık, yarım asır önce şöyle tasvir etmişti:  

“Kahramanlık ve şeref dışarıdan elde edilmez, o ruhun asâletinde varsa kendini gösterir. İskender ve Cengiz de, hatta Napolyon da geniş ülkeler aldılar, Dünyanın büyük bir kısmı üzerinde hâkimiyet kurdular, fakat hiç biri büyük fetihler yapamadılar. Orduları mağlup edip milyonlarca insanı çiğneyerek geçen bu meşhurların ayak bastıkları her yerde, yalnız kan izleri görülmektedir. Bunların mağluplarına verecek hiçbir meziyetleri ve ruhî üstünlükleri bulunmadığı için fatih olamamışlardır. Fatihler, surları yıkıp kelleleri alanlar değil, ruh verenlerdir.

Görülüyor ki; kaba kuvvet yıkar, fakat yapamaz. Kılıçların yaptığı işgal, kılıçların kestiği müddetçe devam eder. Çünkü demir paslanır, kılıç körelir. Ruhların yaptığı fetih ise ebediyyen devam eder. Çünkü ruh ebedîdir.”

………….

Müslümanların durumunu da şöyle açıklamıştı:  “Dedelerinin düşmanlarına kullanmaya tenezzül etmediği hile ve kurnazlığı, bugünün Müslümanı kendi dava arkadaşlarına karşı kullanmaktan çekinmiyor. Hileyi muvaffakiyetin temel şartı sayan, her an ve herkese karşı ona müracaatı lüzumlu kabul eden günümüz mürşitleri, bilmiyorlar mı ki hile ve kurnazlıkla kazanılan bir dava, daha muvaffak bir başka hile ile kaybedilir.

Bugün dinsizleri de, dindarları da şaşkınlık içindedir. Biri maddî kuvvetle ruhu ezeceğini ve ortadan kaldıracağını zannederken, diğeri yine aynı maddî kuvvetle ruhu dirilteceğini ve hâkimiyete ulaştıracağını zannediyor. Her ikisinin de gayesi ezmek ve çiğnemektir. Bu cehalet ve şaşkınlık değil de nedir? Ne için ruhu kendi kabiliyet ve imkânları içinde canlandırmak istemiyoruz? Bugün insanlık, Müslümanlardan hile ve yumrukla kazanılmış galibiyetler değil, ruh dünyasındaki zaferlerini ebedî fetihler halinde kıyamete kadar devam ettirecek fazilet hareketleri görmek ve örnek hareketlerle yarına ümitle bakmak istiyor.” [13]

Netice olarak  Yüce Yaratıcı bize,

“Bir topluluğa olan kininiz, aşırı gitmenize sebep olmasın. İyilikte ve takvada birbirinizle yardımlaşın, fakat günahta ve düşmanlıkta yardımlaşmayın[14] ,

Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Her hangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya  itmesin. Adaletli olun, bu takvaya daha  uygundur. Allah’tan  sakının, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır”[15] ve  “Her kim (maruz kaldığı kötülüğe karşı) kendini tutar ve bağışlayıcı davranırsa (bilsin ki) bu (her kişinin değil) er kişinin kârı olan işlerdendir”[16]   buyurmakta;

Hz. Peygamber de, “Her iyilik sadakadır[17], “Müslüman elinden ve dilinden başkalarının emin olduğu kişidir[18] ve “Sizden biriniz kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe imân etmiş olamaz[19]  demektedir. Müslümanın görevi de bu ilkleri  içselleştirerek  sorumlu davranması,  mümkün olduğu ölçüde davranışlarına yansıtma çabası içinde  olmasıdır.  

Prof. Dr. Celal KIRCA


[1]   Fussilet, 41/34-35.

[2] .Ali Fuat Başgil, Gençlerle Başbaşa,   İstanbul, 2014, s. 76-77

[3] .Bakara,2/263

[4] Tâhâ, 20/43-44

[5] Al-i İmrân, 3/159

[6] . Darimi, Buyu’, 2.

[7] .Maide,5/54

[8] .Yusuf,12/53.

[9] . Furkan, 25/43.

[10] .Furkan,25/52

[11] İnsan, 76/9-10.

[12] Bakara, 2/177.

[13] Emin Işık, Devleti Kuran İrade,  İstanbul,1971, s. 27-28

[14] Maide, 5/2.

[15] .Maide,5/8.

[16] Şûra, 42/43.

[17] Buhari, Edeb, 33.

[18] Buhari, İman, 4.

[19] Buhari, İman, 7.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.