İmtihan için geldiyse insan bu dünyaya; üzüntü, sevinç, gülme, ağlama, hepsi tabi duygularıdır, biz yaratılanların… İnsan olabilmenin kaçınılmaz duyguları ve gerçekleridir bunlar. Zaman gelir güler, zaman gelir ağlarız. Karnımız acıkınca yer, yorulunca dinleniriz de hiçbir zaman varlığımızdan şüphe etmeyiz. Çünkü var olduğumuz için yemeye, içmeye, gülmeye ve ağlamaya ihtiyaç duyarız biz…
Bu kâinatta varsak biz, ruhumuzla ve bedenimizle huzur bulmaya her zaman talibiz demektir. O hâlde gelin mutluluğun formülünü arayalım mı hep birlikte? Gerçek mutluluğun bir formülü var mı acaba literatürlerde?
Hangi ressam çizebilmiş ki mutluluğun resmini? Hangi şair dökebilmiş ki satırlara mutluluğun cümlelerini? Tarihin akışı içinde kim veya kimler mutlu olabilmiş ki acaba? Altından taç takan hükümdarlar, devlet hazinesine sahip olan krallar ne kadar mutluydular acaba? Dünyanın gelmiş geçmiş en zengin insanı unvanına sahip Karun, hazinelerinin içinde uyudu ama mutlu olabildi mi acaba? Sahi, insanları sömüren ve parasına para katan insanlar, özel yaşantılarında ne kadar mutlu olabiliyorlar dersiniz?
Hayatın engebeli yollarında sefer eyleyen insanoğlu; bazen güler, bazen ağlar ömrü boyunca. Bu dünyada mutlu olmanın yollarını arar kendince. Mutlu olmak… Mutluluğu yakalamak…
Kimisi için güzel bir evdir mutluluk. Kimisi için ise son model bir araba. Çocuğu olmayan eşler için yıllar sonra gelen bir bebek, dünyalara bedeldir onlar için. Hastalığa dûçar olan biri için ise, hastalıktan kurtulmaktır mutluluk.
Bir öğrenci için girdiği sınavda başarılı olmak, bir işçi için aldığı ikramiye… Bunlar mutluluk mudur acaba? Yoksa bizler, dünyalık elde ettiğimiz nimetlere karşı bir anda duyduğumuz sevinçleri, gerçek mutluluk mu zannediyoruz acaba?
Dünyalık geçici zevklerin peşinden giderek, pejmürde bir şekilde Kaf Dağı’nın arkasında mı arıyoruz gerçek mutluluğu? İnsan için çok uzaklarda mı acaba mutluluk? Yoksa elini uzatsa yakalayabileceği bir mesafede mi saadet zinciri dediğimiz, hayalimizdeki mutluluk?
Doğum ile ölüm arasında bir duraksa dünya; dünya nimetlerine ulaşılınca yakalanan mutluluklar yapaydır, sanaldır kanımca…
Gerçek mutluluğun adresi dünyalık nimetlerse eğer, hayatta her imkân ve fırsatı yakalayan zengin insanların stres ve depresyona girmelerinin sebebi nedir, acaba?
İnsan yaratılıp bu dünyaya gönderildiği andan itibaren, mutlu olmanın formülünü aramıştır kendince. Bütün filozoflar ve düşünürler insanların bu dünyadaki saadeti için kafa yorarken, yüce Rabbimiz göndermiş mutlu olabilmenin formülünü bize. Dünya hayatında mutlu olabilmenin formülünü gönderirken biz kullarına, “Ahiret hayatını da unutma ey insanoğlu!” buyurmuş.
Asrımızın insanı maalesef mutlu değil a dostlar! Depresyona giren bir daha çıkmak bilmiyor, girdiği yerden. Günümüzde her imkânı yakalayan insanların çoğu, sabah akşam avuç avuç depresyon ilaçları içiyor ve arıyor huzuru kendince.
Dünya sağlık örgütü WHO’nun verilerine göre önümüzdeki beş altı yıl içinde, depresyon hastalığı kalp hastalıklarının önüne geçecek. Hayat şartlarının zorluğu, inanç noktasında insanların zayıf olması, bireyler arasındaki dayanışmanın zayıflaması, ekonomik sıkıntılar, terör olayları, savaşlar, insanların psikolojisini bozan en önemli unsurlar. Uzmanlar intihar olaylarının yüzde altmışını da depresyona bağlıyorlar.
Depresyondan mı yoksa başka şeylerden mi bilemiyoruz ama gülmeyi de unuttu günümüz insanı. “Peygamberî tebessümü” unuttu günümüz Müslüman’ı. Sokakta karşılaştığı insanlara tebessümün sadaka olduğunu unuttu Müslüman. Komşusuna selam verip selam almayı unuttu yirmi birinci asrın Müslüman’ı.
Peygamberimiz (sav)’in “Cebrail (as) bana komşu hakkından o kadar çok bahsetti ki, komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.” hadisi şerifini unuttu günümüz Müslüman’ı. Evinde pişirdiği yemekten, komşuya kokusu gitmiştir diyerek; kapı komşusuna ikram etmeyi unuttu insanımız.
Yaşadığımız asrın “bencil gerçekleri” paylaşmayı unutturdu bizlere. Kocaman, bilmem kaç metrekare evlerde oturan insanlarımızın gönülleri daraldı be dostlar. Eğer oturduğumuz kocaman evlerde gönüllerimiz daralmasaydı, unutur muyduk anne ve babalarımızı huzur evlerinin köşelerinde? Gerçekten unuttuk be dostlar!
İnsanlığımızı unuttuk. İşin en garip ve utanılacak tarafı ise, unuttuğumuzu bile unuttuk.
“Bize şah damarımızdan daha yakın olan” Rabbimizi de mi unuttuk acaba? Sinelerimizde sakladığımız ve belki de gizlediğimiz şeyler mi unutturdu bize, bütün unuttuklarımızı? Cenabı Hakk bizlere, “En güzel rol model olarak Hz. Muhammed (sav)’i göstermişken” acaba başka önderlerin peşine mi takıldık mutlu olabilmek için?
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de, “Seni âlemlere rahmet olarak gönderdik” buyururken, bizler peygamberimizin sünnetini de unuttuk galiba? Kur’an ve Sünnet ikliminde yaşanması gereken bir hayatı unutuverince, geriye ne kaldı ki zaten? Kur’an’ın bize sunduğu, Peygamberimizin yaşayarak bize tavsiye ettiği güller kokan bir mevsimi, kışa çeviriverdik yüreklerimizde.
Haydi, be dostlar! Gelin hatırlayalım unuttuklarımızı. Emin olun, mutluluğun sırrı, unuttuğumuz veya bize unutturulan hasletlerimizin içinde saklı.
İslam’ın bize emretmiş olduğu “sevgi” meziyetini hatırlayalım. Hatırlamakla da kalmayıp, o güzellikleri hayatımıza hâkim kılalım. Yalan dünyanın “oyun ve eğlenceleri” içinde kaybolup gitmektense, özümüze, benliğimize dönelim. İlkbahar mevsiminde kuşların cıvıltılarından duyduğumuzhaz ve heyecanı, hayatımızın her safhasında yaşayalım.
Güller açsın yüreklerimizde. Gül koksun sinelerimiz… O gül kokusu, kaplasın bütün dünyayı ve kâinatı. Gerçek mutluluğu bulalım hep birlikte. Tebessüm edelim bütün insanlığa. O tebessüm eden yüzler, kaplasın bütün kâinatı. Bir tebessüm edelim, şeytanın bütün adımlarını ve desiselerini bozalım. Bir tebessüm edelim ki, bütün insanlık bizden emin olsun. Bir tebessüm edelim ki, bütün insanlık selamet bulsun. Bir tebessüm edelim ki kâinat huzur bulsun.
Tebessüm edelim be dostlar! Müslümanca bir tebessüm edelim ki, dünya üzerinde zulüm gören kardeşlerimizi hatırlayalım. Müslümanca bir tebessüm edelim ki, “İslam kardeşliğini” hatırlayalım. Müslümanca bir tebessüm edelim ki, çağlar öncesinden gelen Kur’an’ın mesajını hatırlayalım.
Haydi, be dostlar! Gelin hatırlayalım unuttuklarımızı. Anne ve babaya “öf” bile denilmeyeceğini hatırlayalım. Ana ve babamıza kırıcı bir söz söylediğimizde veya incitici bir davranışta bulunduğumuzda, Arş-ı Âlâ’nın titrediğini hatırlayalım. Anne ve babalarımızı hor ve hakir gördüğümüzde meleklerin mahzun olduklarını hatırlayalım.
Haydi, be dostlar! Gelin hatırlayalım unuttuklarımızı. Eşlerimizi sevmemiz gerektiğini hatırlayalım. Yüce Rabbimizin, “Eşler arasında yaratmış olduğu sevgi ve muhabbeti” hatırlayalım. Peygamberimiz (sav)’in Hz. Hatice ve Hz. Aişe annemize duyduğu sevgi ve muhabbeti hatırlayalım. Eşimizin yüzüne baktığımızda bütün dert ve kederlerimizden uzaklaşabileceğimizi, hatırlayalım.
Hatırlayalım be yüreği güzel dostlarım! Müslüman’ın Müslüman’a kin tutamayacağını hatırlayalım. Müslüman’ın; eline, beline ve diline sahip olması gerektiğini hatırlayalım.
Hatırlayalım ki unuttuklarımızı, mutlu olalım ve mutlu olsun bütün insanlar…
Şeytanın bütün desiselerine inat, tüm insanlar gerçek mutluluğu yaşasınlar bütün benlikleriyle.
Haydi, be dostlar! Gelin hatırlayalım unuttuklarımızı. Unuttuğumuzu bile unutmadan, bütün unuttuklarımızı hatırlayalım da, güller açsın bütün kâinatta. Gül koksun her taraf. Herkes ama herkes o gül kokusunun sarhoşluğu içinde yaşasın bütün dünya güzelliklerini. Yaşadığı güzellikler bu dünya ile de sınırlı kalmayıp, ahiret hayatında da mutlu olsun insanlar.
Cennet’te mutluluğun kaynağı gül kokulu Peygamberimizle, Kevser Havuzu’nun başında zikir halkalarında buluşmak duasıyla…
Yeri geldiğinde gül, yeri geldiğinde ağla bu dünyada.
Geçici âleme dalarak beni ve ahireti unutma.
Bu dünya oyun ve eğlenceden ibarettir, sakın kanma
Şeytanın adımlarına uyarak sakın ola aldanma…
(Salçalı ekmek kitabımızdan bir alıntı)
Şaban DOĞAN