Bir insanın niyeti ne ise, kişiliği ve karakteri de odur aslında. Bir insanın kalbinde arzu edilen bir şeyin icrasına yönelik bir teşebbüs varsa, o kişi, niyeti doğrultusunda, gâye ve hedefi ekseninde hareket eder. Burada önemli olan, niyetin gerçekleşmiş veya gerçekleşmemiş olmasından ziyade niyetin içeriğidir. Çünkü tutum, davranış ve faaliyetlerimizi yönlendiren ve dolayısıyla şahsî karakterimizi belirleyen niyettir. Çünkü insan, neye ve nasıl niyet ederse, onu üretir; ne ekerse onu biçer.
Kültürümüzde bu, “niyet hayır, akıbet hayır”, “dervişin fikri ne ise, zikri de odur” veya “niyetin ne ise kısmetin odur” tarzında formüle edilmiştir. Dolayısıyla iyi ve olumlu niyetler, daima güzel; kötü niyetler ise psikolojik açıdan daima bencil beklentiler içine girilmesine zemin hazırlar.
Zaten Peygamberimiz (sav) niyet konusunu gayet güzel bir ifade ile şu şekilde özetlemiştir:
“Ameller (davranış ve eylemler), niyetlere göredir. Kişi için ancak niyetin karşılığı vardır.”
Sebep-Sonuç ilişkisi bağlamındaki izahlardan sonra niyet-karakter-şahsiyet münasebeti üzerinde de durmakta fayda vardır. Karakter, şahsiyetin sosyal çevrenin değer yargılarıyla ve eğitimle oluşan veya kazanılan yönüdür. Çevrenin etkisi, inançları ve kültür değerlerinin yoğrulmasından dolayı kişide hâsıl olan hissî ve ahlâkî yapıdır karakter. Karakterin oturmasında, insanın içinde yaşadığı sosyal çevrenin millî ve manevî değerleri ve ahlâk kaideleri rol oynar. Karakterin değerlendirilmesi de bu ölçülere-kaidelere göre yapılır. Bu kaideler, çocukluktan itibaren sosyalleşme yoluyla benimsenir ve çoğu kez uyum sağlamak maksadıyla gönüllü olarak yerine getirilir.
Mesela bir toplumda, büyüklere yer vermek, komşulara yardım etmek, akraba ziyaretinde bulunmak, bayramlarda yaşlıların ellerini öpmek gibi dinî vecibeler, âdet ve gelenekler toplumda bir ahlâk kaidesi olarak algılanıyorsa, kişi, bunları ilk yaşlardan başlayarak, benimser ve şahsiyetinin bir parçası hâline getirerek karakterini pekiştirir.
Bununla birlikte güzel, temiz ve başkalarına faydalı olan bir niyet ile güçlü bir karakter birleşince, kişinin şahsiyetinde harikalar ortaya çıkar, kişi bir ahlâk abidesine dönüşür. Bir insanın asıl karakteri, niyeti ile anlaşır. Ahlâken güzel olan kişilerin niyetleri de güzel olur. İfade edilen niyetlerden siz o insanın, güzel ahlâklı bir insan olduğunu anlayabilirsiniz.
Ama bazı gâfil insanlar, dünya ve hayat hakkında karamsar ve olumsuz niyetlerini dile getirirken, eksik veya kötü karakterlerini de ortaya koyduklarını bile fark etmez. Sevgiye dayanan iyi niyetlerin olmadığı yerde ne güzel insan, ne faydalı sanatkâr, ne de büyük dava insanı vardır. Kısacası Hak katında ve halk katındaki manevî değerimiz, iyi ve samimi niyet beslememize bağlıdır.
Kişiyi, sosyal çevresindeki diğer kişilerden ayıran bir unsur olarak iyi niyet sayesinde şahsiyet kazanılır. Bir insanda mevcut olan iyi veya kötü, güzel veya çirkin niyetler de ahlâkî durumunu gösterir. Demek ki karakter sahibi ve toplumda makbul bir insan olmak, yani şahsiyetli olmak, kişinin iç dünyasındaki niyeti ile yakından ilgilidir. Niyet, iman ekseninde bir fonksiyon icra ediyorsa, işite o zaman ideal bir insan profili ortaya çıkar. Eşref-i mahlûk kavramı, herhalde böyle iyi niyetli ve ahlâklı şahsiyetler için geçerli olan bir ölçüdür.
Peki, niyetleri ve dolayısıyla ahlâkları da kötü olan şahsiyetsiz, karaktersiz yani asosyal tipler için ne demeli? Sürekli olarak kötü niyet besleyenler, besledikleri zararlı niyetlerini gerçekleştirmek için sinsice çaba gösterenlerin karakterleri ve şahsiyetleri de bozuktur.
Şahsiyet bozukluğu, ruh/duygu dünyasındaki dengesizlik/düzensizlik ve niyetlerdeki bozukluk/sapkınlıktır. Bu bağlamda şahsiyet bozukluğu, şahsiyetin gelişim sürecinin herhangi bir safhasında, insan karakterinde veya mizacında ortaya çıkan asosyal, anormal bir durum ve(ya) olumsuz bir sapmadır.
Anormal davranış ve rahatsızlıkların belirtileri ise sürekli öfke; kızgınlık; endişe; korku; kaygı; fobiler; olumsuz niyet, duygu ve düşünceler; ümitsizlik; iç çatışma ve gerginlik; toplumun değerlerini reddetme; sorumsuz hareketler; yalan söyleme; cinsî sapıklık; sadist ve mazohist temayüllerdir.
Toparlayalım…
Genel olarak kötü niyetin sebepleri, çevre şartları olabileceği gibi irsî, biyo-fizyolojik, psikolojik, ruhî kaynaklı rahatsızlıklar olabilir. Ammâ akıllı bir kişinin kötü niyet beslemesi, açıkça onun ahlâken zayıf olduğunu gösterir, bu da imanın zayıflığına veya sapkın bir inanca sahip olmaya işarettir.
O halde iyi niyetli olmanın yolu, güzel ahlâk ve samimî imana sahip olmaktan geçer. İyi niyetli insanların toplumda güvenirliği yüksek olur, çünkü onlar oldukları gibi görünen, içi dışı bir sosyal duyarlı şahsiyetlerdir: Kişilere, Allah rızasına dayanan niyetleri doğrultusunda özel âlâka ve sevgi gösteren, kişilere karşı anlayışlı ve sabırlı olan, sosyal sorumluluk ve duyarlılık açısından azamî hassasiyet gösteren bir şahsiyet olmak, Müslümanın başlıca gayesi olmalıdır.
Allah, bizleri hayal kurabilen ammâ hayalcilikten de uzak tutan, her daim hüsnü niyet besleyen, niyeti doğrultusunda meşru girişimlerde bulunan, girişimlerinin de hayırlara vesile olan, özü, sözü ve ameli ile bir bütün olan güzel kullarından eylesin, Âmin.
Prof. Dr. Ali SEYYAR