Modernliğin ortaya çıkarttığı bilimsel/rasyonel/felsefik bilim, vahiy bağlamında ilmî hakikati aşındırmış ve seküler/pozitivist bilimi ortaya çıkartmıştır. Modern dünyanın materyalist eğitim sisteminden geçen ve ilmî hakikat kaynaklarından koparılan Müslüman bilim insanlarının ekseriyeti maalesef eskilerin tabiriyle İslâm Âlimi vasfını yitirmiş durumdadır.
Müslüman bildiğimiz bilim insanlarımızın birçoğu modernliğin ‘dünyevilik’ bağlamındaki dünya görüşünün etkileri altında kalarak, hakikat çizgisinden uzaklaşmış ve İslâm’ın “Yaratan Rabbinin adıyla oku!….” (Alak: 1-5) emrini sanki hiç duymamışçasına Allah’ın âyetleriyle yabancılaşma sürecine girmiştir. Böylece Müslüman bilim insanı, İslâm’a göre bir bütün olan ilimden koparılmış ve âlim olma sıfatını kaybetmiştir.
Günümüzün Müslümanları, modernliğin hâkim oluğu bir dünyada geleneksel düşünce kalıplarından tam olarak kopamadıkları için, zahir bilim sahibi kişileri âlim zannediyor veya bazı şeyhleri âlim yerine koyuyor. Hakikaten geçmişte İslâmîn bir sistem olduğu dönemlerde bu böyleydi. Genelde âlim ve evliya (şeyh) aynı kişiydi. Ancak modernlik, Müslüman bilim insanını bu iki vasıftan uzaklaştırmıştır. Halbuki gerçek âlim/şeyh, zahir (maddî) ve batın (manevî) ilimleri bilen ve yaşayan kişidir.
Mehmet Karahisarî’ye göre bugün şeyh olmak, fıkıh veya hadis bilmek ya da klâsik akait bilgisine sahip olmak, kişiyi otomatikman âlim yapmaz. Âlimliğin ön şartı, İslâmî/dinî bilgilerin yanında devrin zahirî bilimlerini bilmek, modernliği İslâm açısından bir mesele olarak görmek ve bununla mücadele edebilecek güce sahip olmaktır.
Bir başka ifadeyle âlim olabilmek için, günümüzün önde gelen hocalarımızdan olan Ali Rıza Demircan’ın ifadeleriyle ilmi, Allah’ın âyetleri bağlamında bir bütünlük içinde ele almak gerekmektedir. Bu anlamda âlim olabilmek için, sadece indirilen (Kur’ân) âyetlerini bilmek, onlara inanmak ve bu istikamet üzere Allah’ın veli kulu bağlamında takva hayatı yaşamak yeterli değildir. Âlim sıfatını taşıyabilmek için, ayrıca yaratılan âyetleri de araştırmak ve bilmek şarttır.
Buna göre yaratılan âyetler, “zerreciklerden galaksilere, tek hücrelilerden dev canlılara kadar diğer tüm varlıkları” içine alan zahirî bilimleri temsil eder. Bu bağlamda korona virüs türü mikroplar dâhil birer âyettir. Bunlar Allah’ın yüceliğini, yaratıcılığını ve yaşatıcılığını gösteren açık belgelerdir. İslâm’a göre kâinatı ve başta insan olmak üzere içindeki tüm varlıkları ilmî yönden incelemek, ibadet nitelikte salih amellerdendir.
Âlim sıfatı taşımayan Müslüman bilim insanları, modernliğin bir ürünü olan seküler/bilimsel bilimle baş edemez. Peki, modern çağda modernliğin tesiri dışında olan ve modernizme karşı meydan okuyan âlimlerimiz hiç olmamış mıdır? Elbette olmuştur. Mesela yerli ve millî âlimlerimizin başında Osmanlı döneminde Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye azası olan, Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte hapis ve sürgün hayatı yaşamış Said Nursî (1876-1960) zikredilebilir. Pozitivizmin ülkemize girdiği devirde Said Nursî, daha 1918 yılında ‘İşaratu’l-İcaz’ kitabıyla Kur’ân-ı Kerim’in hikmetlerini, esrarını ve bilvesile itikadî meseleleri de ele alarak, muhtelif bâtıl akidelere ve ideolojilere karşı hakikî akaidi beyân etmiştir. Risale-i Nur, bu bağlamda hikmete dair marifeti ifade eden ve dolayısıyla moderniteye karşı ilmî cevap nitelikte önemli bir külliyattır.
Çağın zahirî bilimleri ve batın ilimlerine (ilm-i hikmet) sahip olması açısından modern dönemde modernizme karşı etkili bir çıkış yapabilmiş olan bir diğer âlim ise, Abdülvâhid Yahyâ eski adıyla René Guénon’dur (1886-1951). Aslen Fransız olan ve Katolik bir aileden gelen felsefe-edebiyat diplomalı René Guénon, 1912’de Müslüman olduktan sonra İslâm, Hint ve Çin tasavvuf doktrinlerini entelektüel seviyede ele almış ve modern dünyayı her yönüyle tenkit etmiş ve Mısır vatandaşı olmuştur.
Müslüman bilim insanlarının dahî aşırı derecede Batılılaşmış olduklarını gören Yahyâ Abdülvâhid, Arapça, Sanskritçe, Latince, Yunanca, İbrânîce, İngilizce, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Rusça ve Lehçe dillerine hâkim olarak İslâm düşüncesine ait kavramları Batı literatüründe ifade edebilmek için, Fransızca kelimelere yeni manalar yükleyerek kendine has bir terminoloji meydana getirmiştir. Mesela Fransızca’da geçen metafizik kavramının mistisizmden farklı olarak tasavvuf (initiation), entelektüel kavramının ise ârif olarak anlaşılmasına yardımcı olmuştur. Şüphesiz bu başarısı, mensup olduğu Şâzeliyye ve Ekberiyye tarikatlarının kendisine sağladığı zengin hikmet içerikli bilgiler sayesinde olmuştur. Yazdığı 17 kitap ve 350 civarında makalesi Türkçeye dâhil birçok dile tercüme edilmiştir.
Yahyâ Abdülvâhid, dinin sosyoloji açısından toplumsal bir icat ve psikoloji açısından da bir “hezeyan/büyü/hurafe/afyon” olarak ilan edildiği modernliğin materyalist dünya görüşüne karşı ilmî çalışmalarıyla gelenekten, hikmetten söz edebilmenin yollarını aradı, modernliğin içinde marifeti ifade etti ve bu bağlamda modernliğin İslâmî kavramlarla manevileştirilmesinin zeminini oluşturdu. Bu anlamda en son tevhit dini olan İslâm’a ait çağlar üstü fıtrî kavramlar, Batı medeniyeti ile buluşma imkânı buldu ve modernliğin huzur sağlamayan dünyasına ruhî bir açılım kazandırdı.
Modernliğin ürünü olan kapitalist sistemlerin bireysel ve toplumsal bazda sebep olduğu psikolojik ve sosyo-ekonomik sorunların giderilmesine yönelik olarak hem Batı, hem Doğu kültürünü tanıyan, küresel çapta İslâm’ın öngördüğü Hak ve Ruh temelli bir dünya görüşünü ortaya koyabilen donanımlı âlimlere her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.
Aksi takdirde modernliğin geliştirilmiş yeni bir versiyonu olacak olan post-modernliğin farklı Bâtıl paradigmaları, hayatımızın her alanına sirayet edecek ve bu bağlamda evrimden teknolojiye, mühendislikten aileye ve medeniyetimizden dinimize kadar kuşatıcı etkileri devam edecektir. Böyle bir süreçte ahir zaman Müslümanların kimliği, kişiliği ve Müslüman bilim insanlarının hikmet temelli bilinci kim bilir daha ne kadar erozyona uğrayacaktır.
Yazarın diğer yazılarını aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:
Prof. Dr. Ali Seyyar