islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4838
EURO
36,2362
ALTIN
2.960,88
BIST
9.367,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
19°C
Cumartesi Az Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C

AİHM’NİN KARARINI HUDEYBİYE ANTLAŞMASI AÇISINDAN DEĞERLENDİREBİLİR MİYİZ?

AİHM’NİN KARARINI HUDEYBİYE ANTLAŞMASI AÇISINDAN DEĞERLENDİREBİLİR MİYİZ?
30 Kasım 2018 18:34
A+
A-

ERDOĞAN’DAN AİHM’E CEVAP: SİZ VARIN KENDİ SIRÇA KÖŞKLERİNİZDE DİLEDİĞİNİZ KARARLARI ALIN

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) cezaevindeki eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş‘ın serbest bırakılması ve tutuksuz yargılanması gerektiğine hükmetti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kararla ilgili olarak ilk önce, “Bizi bağlamaz. Karşı hamlemizi yapar, işi bitiririz” demişti.

Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde düzenlenen 48. Muhtarlar Toplantısı’nda ise AİHM’nin açıkladığı karara yeniden dikkat çeken Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Siz varın kendi sırça köşklerinizde dilediğiniz kararları alın, dilediğiniz oylamaları yapın, biz demokratik hukuk devleti vasfımızdan asla taviz vermeden, ülkemizin ve milletimizin bekası için ne gerekiyorsa onu yapmaya devam edeceğiz” şeklinde konuştu.

YORUMUMUZ

AİHM’NİN KARARINI HUDEYBİYE ANTLAŞMASI AÇISINDAN DEĞERLENDİREBİLİR MİYİZ?

İlk önce şunu belirtmek gerekir ki AİHM, Demirtaş‘ın “makul bir şüpheyle” gözaltına alındığını ve tutuklandığını itiraz etmemekle beraber yerel mahkemelerimizin Demirtaş‘ın tutukluluğunu “yeterli” gerekçeleri ortaya koymadan uzun tuttuğuna hükmetmiştir. T.C. Devleti olarak altına imza attığımız Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. maddesi, vatandaşların gerekli haller dışında ve kanunun öngördüğü usule uygun olmadan hürriyetinden mahrum bırakılamayacağının altını çizmektedir. AİHM, 18. maddesinde yer alan hak ve özgürlükler ile ilgili hükümleri esas alarak, bir siyasî kimlik taşıyan Demirtaş‘ın 24 Haziran’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde tutukluluğun uzatılmasının, demokratik bir toplumun temel esaslarından olan plüralizmi (çoğulculuğu) ihlal ettiğine hükmetti.

Bu kararı, Sayın cumhurbaşkanımız başta olmak üzere birçok vatandaşımızın içine sindiremediğini anlayışla karşılamak gerekir. Kaldı ki AİHM’nin kararı, henüz nihaî bir nitelik taşımamaktadır. Türkiye hükümeti, isterse 3 ay içinde müracaat ederek, kararın AİHM’deki 17 üyeli Büyük Daire önünde yeniden görülmesini talep edebilme hakkını sahiptir. Ne var ki kararın iptaline ve(ya) yeni bir yargılama yoluna gidilmesine dair emareler çok zayıf görünmektedir. Bu sürece girilse dahî beğenelim veya beğenmeyelim antlaşmalar gereği Türk yargısı, AİHM’nin kararına er veya geç uymak mecburiyetindedir.

Hatta öyle ki yerel mahkemeler, Demirtaş davası ile ilgili nihaî kararını vermeden önce bile malum şahsı serbest bırakması gerekecektir. Çünkü AİHM’nin kararı uygulanmadığında denetimden sorumlu Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi bu sefer devreye girecek ve Türkiye, bu durumda bazı yaptırımlarla karşı kaşıya gelebilecektir. Mesela Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi, üye devletlerin üyeliğini askıya alma ve(ya) üye devletleri üyelikten atma yetkisine sahip. Bu da AB’ye girmekte kararlı görünen bir Türkiye için, uluslararası ilişkiler açısından hiç de hoş bir tablo olmayacaktır.

Türkiye, Avrupa Konseyi Üyesi Olarak AİHM’nin Kararlarına Uymak Zorundadır

1949’da kurulan ve merkezi Strasbourg’da (Fransa) bulunan, bugün 47 ülkenin üye olduğu Avrupa Konseyi kurucu üyelerinden kabul edilen Türkiye, diğer 14 üye ülke ile birlikte Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini 4 Kasım 1950 tarihinde Roma’da imzalamıştır. Sözleşme, 3 Eylül 1952 tarihinde yürürlüğe girmiş, Türkiye tarafından da 1954 tarihinde 6366 sayılı kanunla onaylanmıştır.

Türkiye’nin Konsey ile ilişkilerinde özellikle 1971 muhtırasıyla başlayan ve 1980 darbesiyle doruğa ulaşan bunalım, ilişkileri kopma noktasına getirmiş ve bu dönemde örgütsel baskı ve denetim alabildiğine işlerken, sözleşmelerle getirilen denetim mekanizmaları da çalıştırılmıştır.

Türkiye, taraf ülkelerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uyumunu denetlemek maksadıyla kurulan AİHM’e bireysel başvuru hakkını 1987’de ve AİHM’nin zorunlu yargı yetkisini 1990’da kabul etmiştir. Dışişleri Bakanlığımızın resmî web sitesinde bu bilgiler teyit edildiği gibi Türkiye’nin “ulusal düzeyde yürütülen reform çalışmalarında, Sözleşme hükümlerini ve Mahkeme içtihadını temel almakta, Anayasa Mahkemesi de, AİHM kararlarının ulusal yargı sistemimiz tarafından esas alınmasını öngören bir karar kabul etmiştir.” denilmektedir.

http://www.mfa.gov.tr/insan-haklari-ve-avrupa-konseyi.tr.mfa

Bin yıllık bir devlet geleneğine sahip olan T.C. Devleti, altına imza attığı uluslararası sözleşmelerden doğan haklarını nasıl ki kullanma yetkisine sahip ise tam tersine bazen millî menfaatlerine ters düşse de sorumlu olduğu ve kendisini bağlayan hükümleri de yerine getirmekle mükelleftir.

Hudeybiye Antlaşmasından Neler Öğrenebiliriz?

Müslüman yöneticilerimiz, Peygamberimizin (sav) bir siyasî lider olarak devlete giden yolda diplomatik girişimlerde bulunarak, gayri-Müslim topluluklarla yaptığı ikili antlaşmaları ve bu bağlamda kendisinin bu antlaşmalara ne kadar sadık kaldığını bilmelidir. Medine Vesikası/Anayasası, bu anlamda Müslümanları da bağlayan çok taraflı antlaşmalardan oluşan ortak bir sözleşmedir. İlgi duyanlar aşağıdaki haber-yorum yazımı okuyabilir.

https://www.mirathaber.com/tarihte-medine-merkezli-ilk-sosyal-hukuk-devletini-tesis-eden-hz-muhammeddir-ali-erbas-hz-muhammedin-gelisiyle-tarihin-en-buyuk-inkisafi-ve-donusumu-yasanmistir-7-5798h.html

Bu doğrultuda Hudeybiye Antlaşması da, uluslararası ilişkilerde yaşadığımız sorunlara nasıl yaklaşmamız gerektiğini gösteren önemli bir sözleşmedir. Kısaca hatırlayalım. Hudeybiye Antlaşması, hicretin 6. yılında (628) Peygamberimizin (sav) ve ashabının sadece umre yapmak niyetiyle Medine’den hareket ederek, Hudeybiye kasabasında gelmesi ve buna karşın Mekkeli müşriklerin Müslümanları Mekke’ye girmelerini taviz vermeksizin engellemeleri karşısında olası bir savaşı önlemek ve barışı sağlamak gayesiyle geçerliliği 10 yıl olarak tasarlanan Müslüman toplum (Medine Devleti) ile Mekkeliler (Kureyş Devleti) arasında akdedilen yazılı bir sözleşmedir.

Peygamberimiz (sav) her ne kadar yazılı metnin başına “Besmele-i Şerife”nin ve Müslümanların siyasî lideri olarak isminin de “Muhammed Rasulullah” olarak yazılmasını istemiş ise de Kureyş elçisi Süheyl b. Amr’ın buna karşı çıkması karşısında fazla ısrar etmemiş, Hz. Ali ve Hz. Ömer gibi önemli şahsiyetlerin itirazlarına rağmen isminin dünyevi bir sıfat olan “ibn-i Abdullah” terkibi ile yazılmasına rıza göstermiştir. Barış antlaşmasının 1. maddesine göre o yıl değil ama ertesi yıl üç gün boyunca müşriklerce boşaltılmış olacak olan Mekke’de umre yapma hakkını elde etmişti Müslümanlar.

Ne var ki 2. madde, Müslümanların aleyhine gibi görünüyordu. Çünkü Mekkeli bir kimse (Müslüman) Medine’ye Hz. Muhammed’in (sav) yanına kaçması hâlinde velisinin isteği üzerine iade edilecek, fakat bir Müslüman Mekke’ye sığınırsa geri verilmeyecekti. Nitekim esir ve mültecilerin iadesi maddesi, bununla bağlantılı olarak ortaya aniden çıkan bir olay yüzünden birçok sahabinin tepkisini çekmişti. Kureyş elçisi Suhey b. Amr’ın oğlu Ebu Cendel, bu arada Müslüman olmuş, gördüğü kötü muameleden dolayı Mekke’den kaçarak, Hudeybiye kasabasına gelerek, Müslümanlara sığınmıştı.

Bunu fark eden Suhey b. Amr, henüz altına imza atılmadığı halde ön antlaşma gereği olarak oğlunun iadesini istemişti. Peygamberimiz (sav), her ne kadar antlaşmanın henüz imzalanmamış olduğunu dolayısıyla bundan sonraki iltica olaylarında antlaşmanın geçerlilik kazanacağını söylemiş ise de Süheyl b. Amr, bu öneriye karşı çıkmış, oğlunun iadesi gerçekleşmediğinde antlaşmanın altına imza etmeyeceği yönünde bir tehditte bulunmuştur. Kalıcı ve kapsamlı bir barışın sağlanmasını önemseyen Peygamberimiz (sav), kerhen de olsa Ebu Cendel’i iade etmek mecburiyetinde kalmıştır.

Sahabiler, başlangıçta Hudeybiye Antlaşmasının hikmetini ve gelecekteki önemini anlamakta epey zorlanmıştı. Ne var ki Hudeybiye’den 19. günde umre yapmadan ayrılmak zorunda kalan Müslümanlar, Medine’ye daha varmadan Hudeybiye Antlaşması’nın bir siyasî zafer olduğunu bildiren Fetih Suresi nazil olmuştur. Hakikaten ileriki yıllarda bu antlaşma doğrultusunda hareket eden Müslümanlar, bunun birçok avantajını görecekti.

Velhâsıl-ı Kelâm

T.C. devleti, anayasal yönüyle demokratik hukuk ilkelerine bağlı bir devlet olmakla birlikte Avrupa Konseyi kurucu üyesidir. Türkiye’nin hukuk sistemi, özellikle darbe (teşebbüsleri) sonralarında epey yara almıştır/almaktadır. Sayın cumhurbaşkanımız R.T. Erdoğan, her ne kadar AİHM’nin kararına tepkili ise de “biz demokratik hukuk devleti vasfımızdan asla taviz vermeden, ülkemizin ve milletimizin bekası için ne gerekiyorsa onu yapmaya devam edeceğiz” sözleriyle dolaylı da olsa uluslararası hukukun vecibelerine bağlı kalacağını diplomatik bir dille ifade etmiş olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin bekası, herhalde bir kişinin serbest bırakılması ile tehlikeye girmez. Lakin bağlayıcı bir nitelik arz eden AİHM kararına karşı lakayt kalmak, Türkiye’yi ekonomik işbirliğimizin yoğun olduğu Avrupa’dan uzaklaştırabilir. Bu da küresel reel şartları dikkate aldığımızda şimdilik Türkiye’nin lehine olabilecek bir gidişat değildir.

Peygamberimiz (sav), dış ilişkilerde diplomatik bağları hiç koparmadan ısrarla barıştan ve diyalogdan yana tavır koymuş, en elverişsiz şartlarda bile yapılan ikili antlaşmalara hep bağlı kalmış ve El-Emin vasfını devlet yönetiminde de sergilemiştir. Günümüzün Müslüman liderleri, Peygamberimizin (sav) devlet yönetim modelini ve diplomatik alandaki girişimlerini iyi tahlil etmelidir.

Buradan yola çıkarak, her şeyde bir hayır vardır diyerek, AİHM’nin kararını kendi lehimize çevirmek mümkündür. Eğer T.C. devleti, dünya ülkeleri arasında güven telkin edici bir düzeye gelmek istiyorsa, uluslararası sözleşmelere bağlı kalarak, yerli hukuk sisteminde uygulamada görülen eksikliklerini/aksaklıklarını biran evvel telafi eder ve ivedilikle hızlı işleyen bir adalet mekanizması oluşturabilirse, eleştiri almak bir yana dünyadaki haksızlıklara karşı daha güçlü bir şekilde mücadele edebilir.

Prof. Dr. Ali SEYYAR

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.