Bu sabah ülkemize gelen ilk parti Çin Sinovac aşısının bağlamında, pandemide ne kadar yarar sağlayacağının da tartışıldığı son dönemde gündemimize gelmiş olan aşılar konusunda, aslında bu alanda ve tıbbın pek çok alanında öncü olanın biz Müslümanlar olduğunu biliyor muyuz diye kendimize soralım. Aşı aslında ülkemizden çıkmış bir tıbbi uygulamadır.
Sağlık alanındaki uzmanlaşmanın İslam dünyasında çok erken dönemlerde başladığı ve İslam tarihindeki hastane kültürü günümüze örnek olacak nitelikte geliştiği son dönemlerde yayınlana çalışmalarda karşımıza çıkıyor. Geçmişe yönelik bilgimiz arttıkça tıp dünyasında aşıyı ve ilk cerrahi aletleri ilk kez kullananların yine Müslüman bilim adamları olduğu, örneğin küçük kan dolaşımı bulan kişi olarak dünyada kabul edilen Harwey’den üç asır önce İbn Nefis’in bundan bahsettiği, Zahravî’nin yüzden fazla cerrahi aletin mucidi bir cerrah olduğu ortaya çıkıyor.
Aşının bin yıla yakın bir süredir Müslüman Kuzey Kafkasya halkları tarafından kullanıldığına dair bilgiler var. Burada hastalık bulaşmış bir ineğin dokularının alınması uygulaması yapılıyordu. Ancak yakın dönemde bilimsel sistem içinde Osmanlı İmparatorluğu hastanelerinde ilk kullanılmaya başlandı. Çiçek aşısı (inek çiçeği olarak da bilinmekteydi) ilk yaygın kullanılan aşı oldu. 18. Yüzyılda ve öncesinde Osmanlılarda yaygın olarak kullanılan aşı, İngiliz elçisinin eşi tarafından 18. yüzyılda İngiltere’ye taşındı ve Edward Jenner ilk kez ülkesinde çiçek aşısını uyguladı. Bu başarının ardından 19. yüzyılda Batı tarafından tamamen benimsendi. Kafkasyalıların ve ardından Osmanlıların çiçek aşılarında enfekte olmuş inek dokuları kullanmaları sonucunda aşıya, Latin kökenli dillerde “inekleme” anlamına gelen vaccination (vaksinasyon) terimi verildi..
Aşı, vücuda önceden belli maddeler (canlı mikrop, ölü mikrop, mikrop antijenleri gibi) verilerek kişide belli hastalıklara karşı bağışıklık oluşturma işlemi.
Mikropların vücuda girip çoğalmalarına “enfeksiyon”, vücuda yabancı olup da vücutta karşı reaksiyon uyandıran maddelere “antijen” denmekte. Vücutta yabancı maddeye karşı çıkan savunma maddelerine “antikor” denmekte. Başta çeperleri olmak üzere mikropların maddeleri vücut için iyi birer antijendirler.
Birçok enfeksiyon hastalığında, hastalığı geçirdikten sonra, kişide, o hastalıklara karşı bir dayanıklılık durumu, yani bağışıklık ortaya çıkar. O halde, bu hastalıklara karşı sun’i tedbirlerle kişilere bağışıklık kazandırmak imkanı vardır. Bu bağışıklık kazandırma ya insan vücuduna zararsızlaştırılmış, etkisizleştirilmiş antijenleri uygun yollarla vererek veya başka bir bünyenin (insan, at, sığır) o mikroba karşı yaptığı antikorları serumları ile alıp vermekle olur. Bu işlerden birincisine aktif bağışıklama, ikincisine de pasif bağışıklama denir. Başarılı bir şekilde bağışıklık kazandırmak, virüs hastalıklarına ve bakteri toksinleri ile olan hastalıklara karşı mümkündür. Bakterilerin üremesi ile olan enfeksiyon hastalıklarında başarı o kadar fazla değildir.
Bu aşıların en büyük avantajı virüslerin sadece genetik sekansı kullanılarak geliştirildiği için çok hızlı bir şekilde üretilebiliyor olması. Yani bu aşılar düşük maliyetlerle koronavirüsün DNA ve RNA parçacıklarını kullanarak Covid-19’a sebep olmadan vücuda bağışıklık kazandırabilecek. Ya da en azından üretici firmaların iddiası bu yönde. DNA ve RNA bazlı aşıların en büyük dezavantajı ise daha önce insanlarda tıbbi anlamda kullanılmamış olması. Ayrıca sadece virüsün tamamı yerine bir parçası kullanılmış olduğu için etkinliği de soru işaretlerini getiriyor. Haberci RNA da denilen mRNA teknolojisini kullanarak kullanıma hazır ilk aşı adaylarını üreten Pfizer/Biontech ve Moderna Faz-3 deneylerinin ilk sonuçlarına göre aşıların yüzde 90 ve yüzde 94 etki gösterdiğini açıkladı.
https://www.mirathaber.com/kategori/saglik/