İnsanlık, tarihte hiç olmadığı kadar hızlı dönüşmekte. Bugün sosyal konular, adalet, siyaset, beşeri ilişkiler, psikoloji, bundan bir kuşak önceki insanların algılamakta zorluk çekeceği bir düzeyde İnternet üzerinden, cep telefonlarıyla yürütülmekte. Devletlerin kullanmayanı insan olarak tanımlamadığı, sadece deprem ve felaketlerde duran akıllı cep telefonunun son 10 yılda, Web’in de son çeyrek asırda yaygınlaştığını düşünürsek, bu dönüşümlerin hızlanarak devam edeceğini tahmin edebiliriz.
Gerek bilişimci olmam, gerekse uygarlıklar, toplum ve tarihin ana ilgi alanım olması sonucu bu son yarım asırda başlayıp hızla ilerleyen ama hala başlarında bulunduğumuz gelişmenin tam ortasında oldum, mesleğimi en öndeki koltuklardan birinde oturacak şekilde seçtim. Yeni kurulan Türkiye’nin ilk vakıf üniversitesinin hazırlıktan muafiyet mülakatında neden bilişim alanı diye sorulduğunda da aynı cevabı vermiştim. Lisans derslerim arasında yapay zeka alanında doktora dersleri aldım. Çünkü bundan 35 sene önce de açıkça görünen buydu: dünyanın geleceği bilişim ve yapay zekaydı. Bugün ile o günün arasındaki fark sadece bu gelişmelerin tahmin edilenden en az iki kere daha yavaş yürümüş olmasıydı.
Örneğin e-öğrenme. 1984 yılında ağabeyim bilgisayarda lise fizik dersi öğrenme yazılımları geliştiriyordu. Mucit Sinclair’in ZX Spectrum 16K ev bilgisayarında kaset teyp hafızalı, bugün tek bir fotoğraftan daha az bilgi saklayan bir donanımda çalışan simülasyonlu eğitim programları, bugün Milli Eğitim Bakanlığının e-öğrenme içeriğinden daha ilgi çekiciydi. Aradan yarım insan ömrü geçse de hala istenen düzeylerde değiliz. Buna rağmen ilerliyoruz.
İnternet’e gelince. 1991 yılında ABD’de yayınlanan Scientific American dergisi, İnternet özel sayısında gelecek ilan ediliyordu. Buna göre sadece kamu kurumları ve üniversitelerin arasında kullanılan İnternet’in artık bütün Amerika’da temel bir altyapı olarak Ulusal Enformasyon Altyapısı projesi dahilinde, o dönemde Senato bilim komisyonu başkanı Al Gore’un başını çektiği bir ekip tarafından, stratejik bir ekonomik avantaj olarak görüldüğü, buna yüzmilyarlarca dolar yatırım kararı alındığı, 1990’lı yıllar içinde ticaretten eğitime, kamu hizmetlerinden iletişime her alanda İnternet’in esas haline geleceği, bu sayede Amerika’nın yeniden lider hale geleceği bildiriliyordu. Ardından ertesi yıl Web belirdi ve ertesi yıl da Türkiye’de ilk Web uygulamalarına şahit oldum. Çok sonraları 2000 yılında ABD başkanlığına aday olan Al Gore, İnternet’i kendisinin icat ettiğini söylediğinde güldüler ama bir ölçüde haklıydı.
1994 yılı yaz aylarında yurt dışında, 20-30 burslu Türk doktora öğrencisine bir konuşma yapmış, İnternet konusunun sadece e-mail ve bazı iletişim Web siteleriyle sınırlı olmayacağını, 21. yüzyıl toplumunun tamamen İnternet üzerinden gelişeceğini anlatmıştım. İnsanların dostluklarını, evliliklerini bile buralarda düzenleyeceği, haberleri buralardan alacağı, işlerini İnternet üzerinden yapacağı, eğer İslam dünyası olarak bunu gerisinde kalırsak yine treni kaçıracağımızı, bu alanda birlikte bir kolektif oluşturulmasını önermiştim. Şimdi hepsi önemli konumlarda görevler alan arkadaşlardan sadece bir kaçı ikna oldu. 1994 yılı sonuna doğru Amerika, İngiltere ve Almanya’da basında herkesin İnternet’e bağlanması Web’den uzak kalmaması, en iyi Noel hediyesinin bilgisayar, dizüstü ya da İnternet modemi olacağı tavsiye ediliyordu. Türkiye de Prof. Oğuz Manas’ın savunduğu Bitnet’i bırakıp Prof. Mustafa Akgül öncülüğünde İnternet’e girdi.
O günlerde Jeff Bezos dünyanın ilk e-ticaret sanal dükkanını kurup başarısız kitap satış denemeleri yapmaktaydı.
Bir benzerini ertesi yıl bizi ziyaret eden ve parti teşkilatında teknoloji merakıyla tanınan Türkiye’nin geleceği olarak bakılan yeni seçilmiş İstanbul Büyükşehir belediye başkanımıza yapmıştım. Dikkatle dinlediğini, sorduğu soruyla anladım. O yıl İstanbul’a gelip yatırımcılara ellerinde ne para varsa hepsini İnternet projelerine yatırmalarını önersem de kibarca sonuna kadar dinleyenlerin ne ilginç insanlar var dünyada, hiç bu işlerden para mı kazanılır, burası Türkiye tarzı reaksiyonlarını hatırlıyorum.
Bu arada Amerika’daki kitap satış sanal dükkanı küçük bir mağazaya yetecek kadar satış yapmaya başlamıştı.
1990’lı yılların sonlarına doğru ilerledikçe artık bu konunun hem ticari hem de toplumsal boyutları olduğunu Batı’da herkes kabul etmeye başlamıştı. Türkiye’de de uçakta yabancı mecmuaları okuyup bu işlere uzak kalmayalım diyen sanayi büyükleri, artık bu alana girilmesi gerektiğine karar veriyorlardı. İlk Türk İnternet şirketleri olan internet servis sağlayıcı hazır küçük şirketleri satın alıp bünyelerinde geliştirmeye başladılar. İnternet gelecek olduğundan iki dev holding de üçüncü kuşaktan iki genç Ali’yi bu işin başına getirdiler. Pek olmadı.
Bu arada Bezos’un kitapçısı dünyanın en çok kitap satan dükkanı olmuştu.
Türkiye’ye döndüğümde MBA programında yüksek lisans dersleri vermeye ve dünyadaki ilk E-İş uzmanlaşma programını koordine etmeye başlatmıştım. Bunun açılmasının tartışıldığı bir toplantıda sevilen ve yaşı ilerlemiş iktisat profesörü Vural Fuat Savaş sunumun sonunda şu soruyu sormuştu: telefon benzeri bir iletişim aracı, işleri hızlandırsa bile sizin bu iddia ettiğiniz şekilde nasıl hem iş yapma biçimini, hem ekonomiyi, hem de toplum düzenini dönüştürebilir? Heyetin ve dekanın anlattıklarıma mı yoksa anlatırken gösterdiğim heyecanıma mı ikna olduklarına emin değilim.
Bu arada sanal kitapçı hâlâ zarar etmesine rağmen milyar dolarlık değerlere ulaşmıştı. Sahibi, dergi kapaklarının yıldızıydı.
MBA E-İş konsantrasyonundan 2000 yılında 450 kadar öğrenci ders seçti. E-İş, E-Ticaret, CRM, Tedarik Zinciri Yönetimi, Sanal Finans, E-Bankacılık, Elektronik İnsan Kaynakları Yönetimi, Web Stratejisi, içerik yönetim sistemleri, Yeni Ekonomi başlıklı lisansüstü dersleri açmış, Nakkaştepe’de akşam işten dönen yüzlerce yöneticiye vermeye başlamıştık. Sınıflar tıklım tıklımdı. Türkiye’deki ilk büyük çaplı E-Ticaret sempozyumunu da düzenledik. Dönemin iş dünyası liderleri Üzeyir Garih açılış konuşmasını yapmıştı.
Bir yandan da Bezos’un kitapçısı her şeyi satmaya başlamış, çölün altında sunucu çiftlikleri denen binlerce bilgisayarın karanlık dehlizlerde çalıştığı merkezler inşa etmeye başlamıştı. Tabii ABD devletinin, istihbaratının desteğiyle.
O yıl bir kriz oldu. Başında e yazan her şeye o kadar ölçüsüz miktarlarda yatırım yapılmıştı ki bu Amerikan teknoloji borsasında çöküşe neden oldu. ENRON enerji devinin o dönem dünyanın en büyük denetleme firması Arthur Andersen ile dolandırıcılık yaparak iki koca kütlenin çökmesi de Çin’den şüphelenilen ilk uluslararası siber saldırıda Amazon dahil çok sayıda sitenin çökmesi de buna yardım etti. Firmalar değerlerini 10 kat yitirdi. Pek çoğu battı. Bir anda medya tarafından bu İnternet işine “.com” balonu adı verildi. Fiziksel varlığı olmayan sanal şirketlerin deli saçması olduğunu söylemiştik diyenler Amerika’da ekranları kapladı. Hem bu hem de ardından Türkiye’deki 2001 anayasa fırlatma krizi sonucu e-iş konsantrasyon programı ilgi azlığından tasfiye edildi. İnternet balonunun sonu, o dönemdeki ana slogandı.
Bezos’a sahtekar muamelesi başladı. Ancak ülkedeki kurulu düzenin desteği arkasındaydı.
Fakat o 1994’te kaçınılmaz dediğimiz gelişme bütün her şeyi değiştirecekti. O dönemde pek yakında bütün hayatınız İnternet’te olacak diyorduk ama henüz sosyal medya terimi olmadığından sanal camialar terimini kullanıyorduk. Vizyoner bir girişimci olarak hatırladığım Kenan Kocatürk’ün Literatür kitabevinde yayına hazırladığımız Şirketinizi Geleceğe Taşıyın, bugün artık çok tan kanıksadığımız stratejileri 20 yıl öncesinden anlatmaktaydı. Kitaba bir de sözlük eklemiştik. E-Dönüşüm terimi dahil o dönemde Türkçe’de öneriler sunuyordu. Artık sosyal medya, işbirliğiyle üretim dönemine giriyorduk.
Bu arada Amazon kişiselleştirilmiş pazarlamayı, yapay zeka analizi yapıp kişinin davranışına göre ürün önermeyi başlamıştı. Artık insanın her davranışı, her kalp atışı paraya dönüşebilecek bir veriydi.
Unutmuyorum, Galatasaray meydanında düzenlenen bir panelde İnternet’in sadece ekonomiyi değil toplumu, hatta bireyi, bütün insani ilişkileri dönüştüreceğini anlattım. Bitince dinleyenlerin uzun süren sessizliğinin ardından moderatör Orhan Bursalı, biraz da kızgın, “biz çok gördük, böyle büyük büyük laflar edilir edilir ama çoğu hayalde kalır, inanmayalım bunlara” diyerek toparlayan kaba bir kapanış konuşması yapmıştı. Onunki, kendi tekellerinde olan devrimci ütopyalarının bitmesine, yeni gelen ütopyanın yanında kendilerinin de istemezükçü sınıfın içinde kalakalmasına karşı bir protestoydu.
O dönemde Elon Musk’ın da olduğu bir genç grup PayPal ödeme sistemini yaydılar. İlginçtir 2000’lerin başında e-ticaretin öncüsü Bezos ve Musk, bunlardan yirmi yıl sonra, sanalın tam zıddı olan uzay endüstrisinde özel firmalarıyla gezegenlerarası seyahate yöneldiler. Oysa 19. Yüzyıldan bu yana iki sektör mücadele ediyordu, telgrafla başlayan iletişim ve trenle başlayan nakliye. İletişimin en ileri noktalarıyla çalışanların nakliyenin en uç noktasına yönelmesi pratikte dünya hakimiyeti ilanıydı.
Sosyal medya, İnternet’in yeniden yükselişinin ana dinamiği oldu. Facebook, Twitter, YouTube, Instagram ve sayısız diğer ortam 2000’li yılların ortalarından itibaren çıkarak insan ilişkilerini, yaşam biçimini, toplumu dönüştürdü. Hala dönüştürmekte. Pazarlama, Yönetim ve Ekonomi de değişmekte.
Sadece iyi yönde değil mutlaka. Gezi Olayları, sosyal medya yalanlarıyla, tıpkı 1960 darbesindeki gibi tankların protestocuları ezdiklerinin “belgeleri” ile tek merkezden yönlendirildi. Tıpkı ondan önceki İran Yeşil Devrim girişimi gibi. Hain 2016 darbe girişimi Facebook grubuna ait Whatsapp sosyal medya yazılımı üzerinde koordine edildi. 2021 yılına başlarken absürt bir kampanyayla kamu paralarının SMA hastalarına yönelik Türkiye’de yasak bir tedavide kullanılma kampanyası başlatıldı. Bu bir ses denemesidir, hazır olun yeni Gezi geliyor mesajı verilmekte.
Olumlu ve olumsuz yönleriyle bu toplumsal dönüşüm, Covid-19 virüsüyle daha da ivmelendi. Yazının başında belirttiğim ama 35 senedir ihmal edilen, hem endüstriyel yobazlık hem de kalitesiz teknolojilerle sunulup önü kapatılan e-öğrenme 100 nanometre boyutunda bir virüs zoruyla kapımıza dayandı. Türkiye’nin en büyük işvereni Milli Eğitim Bakanlığı aslında 10.000 (yazıyla on bin) kat daha az personelle idare edilebilecekken, eğitim sistemi tamamen boşta dönerken, öğretmenlerimiz iyi yetişmiyor, İngilizce bile öğretemiyorken, virüs sayesinde yüzbinlere boşuna ödeme yapıldığı da ortaya çıkmışken, siyasi ve insani nedenlerle bugün bu sistem değiştirilemez. E-Ticaret hacmi de patladı. Ancak en önemlisi insani ilişkiler, iş ilişkileri, sanal ortama geldi. En çok dinlenenler sanal ortam şarkıcıları, sosyal medya fenomenleri, influencer’lar. Bu bir geçiş dönemi.
Koronalı İnternet çağında toplum değişiyor, dönüşüyor, başkalaşıyor. Hem iyi hem kötü yönde. Hem güzel hem çirkin. Hem köleleştirerek hem özgürleştirerek.