Batı dünyası, hürriyet kavramından kendine ve başkalarına zarar vermemek şartıyla her istediğini düşünebilme ve yapabilme özgürlüğünü anlamaktadır. Demokrasinin en önemli unsurlarından olan hürriyet, bir ülkede yaşayan insanların, düşündüklerini-inandıklarını rahatlıkla ve her türlü iletişim aracı ile ifade özgürlüğüne sahip olmalarıdır. Avrupa’da Ortaçağda özgürlükler/serbestlikler, baronlar ya da loncalar gibi birtakım gruplara ya da imtiyazlı bireylere verilen belirli haklar veya yetkilerden meydana gelmekteydi. Sınıfsal bir yapıya sahip olan Batı toplumlarında yaşayan bütün insanlar için geçerli bir özgürlük hakkı bulunmuyordu. Özgürlüğün tüm insanlara ilişkin genel bir hak olduğu düşüncesi, aydınlanma süreci ile birlikte 18. Yüzyılda şekillenmeye başladı.
Modern dünyada özgürlük, genelde hakların diliyle ifade edilmektedir. Özgür insan, nerede yaşayacağına, nerede çalışacağına, nasıl bir hayat yaşayacağına, ne düşüneceğine, neye inanacağına, hayatını kiminle birlikte geçireceğime karar verme hakkına sahip olmaktadır. Modern toplumlarda yaşayan insanlar, doğru veya yanlış bir değerlendirme yapmadan gerek kılık-kıyafet, gerekse inanma-inanmama, gerekse yaşamaya dair tercihler noktasında hürdür. Burada önemli olan kişinin eylemlerinin diğer kişilerin özgürlüklerine müdahale edici bir nitelik taşımamasıdır. Kişiler, başkalarının özgürlüklerine ve yaşama biçimine karışmadıkları sürece, hür bir toplum da tesis edilebilir.
Özgürlükleri kısıtlayan veya ortadan kaldıran durumlara karşı kişiler, hukuken korunmaktadır. Modern dünya, bu özgürlük alanlarını geniş çapta belirlemiş ve bu bağlamda mesela “cinsel eğilim/tercih” kavramı üzerinden LGBTI (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Transgender, İntersex)’lileri de kapsama dâhil etmiştir. Örneğin Avrupa Birliği Temel Haklar Bildirgesinde “cinsel eğilimi” farklı olanlara ayrımcılık yapılmasını şu şekilde yasaklamaktadır. “Cinsiyet, ırk, renk, etnik veya sosyal köken, kalıtımsal özellikler, dil, din veya inanç, siyasi veya başka herhangi bir görüş, bir ulusal azınlığın üyesi olma, hususiyet, doğum, maluliyet, yaş veya cinsel eğilim gibi herhangi bir nedenle ayrımcılık yapılması yasaktır.” (m. 21/1).
Modernliğin kutsalı olmadığı için, özgürlük alanları da kutsalın ötesinde ve dışındadır. Doğrudur modernlik, insana her türlü özgürlük sunmaktadır, bunun içine din ve inanç özgürlüğü girdiği gibi kutsalı eleştirme hakkı da girmektedir. Peygamberimize (sav) yönelik tahkir edici karikatürler de modern özgürlük anlayışının bir dış yansımasıdır. Materyalist modernliğin dine/kutsala saygısı sınırlıdır fakat Bâtıla karşı da o nispette açıktır. Bu çelişkiyi görmeyecek kadar da kördür.
İslâm’a Göre Özgürlük
İslâm da özgürlüklerden yana olan bir ilahî sistemdir. Ancak, özgürlüklerin kapsamı, ahlâkî, fıtrî bir çerçevede belirlenmiştir. Bir başka ifadeyle İslâm, sorumluluk da içeren bir özgürlük anlayışını benimsemektedir. Buna göre özgürlük, bir insanın sahip olduğu-sahip olabileceği maddî-manevî gücü kullanıp, nefsanî ve bireysel zaaflarını aşarak ve fikrî-ilmî yetersizliklerini gidererek, kendi çapıyla mütenasip bir denge sıhhati içinde, dış tesirlerin tehdidi olmaksızın, tam anlamıyla bağımsız ve özgür biçimde ve/fakat sosyal sorumluluk içinde kalabilmesi keyfiyetidir. İslâm, bu doğrultuda insanların kabiliyetlerini gün ışığına çıkarmasına imkân tanıyan, sosyal ve manevî tekâmüllerine yardımcı olan bir serbestlik ortamı sunmaktadır.
İslâm, şahsî gelişim bağlamında hürriyet konusunu modernliğin anladığı özgürlükten farklı ele almaktadır. İslâm’a göre insan odaklı hürriyet, gayri meşru maddî ve nefsanî arzulara bağlı olmaktan, gayri ahlâkî istek, tutum ve davranışların (ihtiras, şehvet, şöhret vb.) esaretinden uzak özgür bir hayat yaşayabilme meziyetidir. Hürriyet, insanı dünyaya bağlayan her şeyden nefsi kurtarmak, onu azat etmek demektir. Hz. Mevlânâ de dünyevileşmeyi özgürlükten uzaklaşma olarak değerlendirmiş ve bu hususta şöyle buyurmuştur: “Ey oğul! Bağı çöz; azat ol. Ne zamana kadar gümüş, altın esiri olacaksın?”
Kendini sınırsız özgürlüklerin içinde bulan modern toplumların insanı, er veya geç bir şeylerin kulu olmakta ve onu kendine put edinmek durumunda kalmaktadır. Kimisi dünyanın esiri, kimisi şehvetin esiri, kimisi kariyerin esiri, kimisi politikanın esiri, kimisi bir ideolojinin esiri, kimisi nefsinin ve gururunun esiri, kimisi ise şöhretin esiri olmaktadır. Onun için Hz. Peygamber (sav), bu sıfattaki insanların manevî akıbetleri hakkında şöyle buyurmuştur: “Dünyanın esiri olan helak oldu, dirhemin esiri olan helak oldu, midesinin esiri olan helak oldu, kadının esiri olan helak oldu.”[1] İslâm’a göre gerçek hürriyet, kalben aklederek, Allah’a kul olmakla mümkündür. Hakk’a kullukla tam teslimiyet gösterebilen bir insan, manevî atmosferin sunduğu özgürlük iklimi içinde dünyevî saadetin kaynaklarına ulaşır.
Hürriyetin Sürdürebilirliği: Muhasebe ve Murakabe
Fıtrata ve Allah rızasına uygun gerçek hürriyetin sürdürebilirliği ancak muhasebe ve murakabe ile mümkündür. Dünya hayatından sonra ahirete kaygısız ve memnun gitmenin yolu, bu dünyada insanın kendisini hesaba çekmesidir. Resulullah efendimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Hesaba çekilmeden evvel kendinizi hesaba çekiniz. En büyük arz (Allah Teâlâ’nın huzuruna çıkarılacağınız gün) için (salih amellerle) süsleniniz! Şüphesiz dünyadayken nefsini hesaba çeken kimse için kıyamet günündeki hesap hafif olacaktır.”[2]
Gerçek bireysel hürriyet, kişinin sürekli olarak murakabe hâlinde olması ile ancak sağlanabilir. Murakabe, kişinin kalbiyle Allah’ı mülâhaza etmesi demektir. Allah’ı kalbiyle mülâhaza etmek ise O’nu daima kendisine yakın hissetmek ve yaptığı her işte kendisini seyrediyor olmasını düşünmektir. Zira Allah u Teâlâ her yerde hazır ve nazırdır.
Bir Müslümanın devamlı olarak Allah’ın gözetimi altında bulunduğunun bilincinde olması, bireysel hürriyetin kâmil manada gelişmiş olduğunun bir işaretidir. Bu hâl, Allah-İnsan münasebetini perçinleştirecek bir şekilde Allah’ın isimlerinden olan “Rakip” isminin de bir tecellisidir. Bu doğrultuda Kur’ân’da Allah’ın iradesinin bir tecellisi olarak hangi dinden olursa olsun bütün insanlar üzerinde gözetleyici olduğu açıkça belirtilmektedir.[3] Öyle ise, hürriyetin istikamet üzere doğru bir şekilde değerlendirilebilmesi için, insanların muhasebe ve murakabe yöntemleriyle şuurlu farkındalık düzeylerini manevî alana yönlendirmeleri gerekmektedir. Kur’ân, bu manevî farkındalığa sahip olmak gerektiğinin altını şu âyetiyle çizmektedir: “Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir ve Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir.”[4]
Bir insanın Allah’a bağlılığın bir nişanesi olarak muhasebe ve murakabe düzeyi ne kadar gelişmiş ise İnsan-Allah münasebeti bağlamında gerçek anlamda hürriyetine kavuşmuş demektir. Muhasebe ve murakabe uygulamalarıyla şuurlu bir Müslüman, kendi hür iradesiyle iç âlemine yönelerek, tefekkür etmek suretiyle her şeyden uzak hür bir akla sahip olmaktadır. Velhâsıl, “Allah’ın her an kendisini gözetiyor” olmasına müdrik olan bir insan, gerçek hürriyetin bilincine varmıştır. Hür insan, nefsine ve dünyaya değil sadece Allah’a kul olan insandır.
Prof. Dr. Ali Seyyar
[1] http://dosyalar.semazen.net/e_kitap/Yuz_Mertebe.pdf.
[2] Tirmizî, Kıyâmet, 25/2459.
[3] Kur’ân, en-Nisa: 4/1.
[4] Kur’ân, Hadid: 57/4.