İstiklâl-İstikbâl ve Kur’ân şairi Mehmet Âkif’in, Yunan işgaline karşı Balıkesir’den başlayan Milli direnişi teşvik amacıyla hemen bölgeye gidip Zağnos Paşa Camii kürsüsünde verdiği vaazdan bir bölüm aktaralım:
“…Bilirsiniz ki, Ashâb-ı Kirâm iki kısımdır: Ensar, Muhâcirîn… “Ensâr” esasen Medine’de bulunanlardır. “Muhâcirîn” evvelce Mekkeli olup Medine’ye hicret edenlerdir… Ensâr-ı kirâm (Evs) ile (Hazrec) kabilesine mensuptur. Bu iki kabile esasen amca çocuklarıdır. Lâkin mürur-u zaman ile Evsîlik-Hazrecîlik meselesi bu iki kabileyi birbirine düşman yaptı… Aralarındaki muharebe yüz seneden fazla devam etti… Bunlar şeref-i İslâm ile müşerref olunca İslâm onları barıştırdı. Kardeş oldular…
Ashâb-ı kirâmın giydikleri libaslar neresinden eskirdi, bilir misiniz? Omuzlarından. Çünkü daima cemaatle kıldıkları namazda saflar âdeta sabun kalıpları gibi idi. O ayrı ayrı vücutlar yekpâre birer duvar kesilirdi. Aralarından su sızmaz, hava geçmezdi. Görüyorsunuz ya, Efendimizin safları düzeltmeye atıf buyurdukları ehemmiyet neden dolayı imiş: Hep cemaati arasındaki birliği sağlamak!
Fakat Müslümanların bu hali o zaman Medine’de bulunan Yahudilerin hiç hoşuna gitmiyordu. Hatta günün birinde şöyle bir vak‘a oldu: İhtiyar Yahudi’nin biri baktı ki Ensar-ı kiramdan birkaç genç (Evs ve Hazrecli gençler) bir arada oturmuşlar, tasavvur edilemeyecek bir samimiyetle konuşuyorlar, sohbet ediyorlar. Herif bunu görünce İslâm’ın âtisinden kendi hesabına ürktü, içi gıcıklandı.
“-Ne olacak bu”, dedi; “biraz daha böyle giderse bize ekmek kalmayacak…”
Bunun üzerine bir delikanlı Yahudi buldu:
“-Git, şunlara Evs ile Hazrec arasındaki vukuatı hatırlat, geç!” dedi.
O da gitti. Her iki tarafa ait şairlerin vaktiyle olup biten maceraları tasvir etmek üzre söylemiş oldukları şiirleri okudu. Bunun üzerine gençlik saikasıyla her iki tarafın kabadayılık damarları galeyana geldi. Her biri kendi kabilesinin kahramanlığını sayıp dökmeye başladı. İş alevlendi. Hatta biri:
“-İsterseniz o geçmiş vak‘aları tazeleyebiliriz”, sözünü ortaya attı. Bunun üzerine ötekiler:
“-Hayhay! Sizden ne korkumuz var?” dediler.
Hepsi ayaklandılar. Silâhlarını alıp Medine haricindeki taşlık bir vadiye çıktılar. Muharebe başlamak üzere iken vak‘adan haberdar olan Efendimiz hemen oraya koştular. Hazret-i Peygamberi görünce her iki taraf durdu. Aleyhissalâtü vesselam Efendimiz, yüksekçe bir yere çıkarak:
“-Ey Müslümanlar! Allah’tan korkunuz, Allah’tan korkunuz! Aklınızı başınıza alınız, daha ben sağ iken, henüz aranızda bulunurken cahiliyet davaları ile mi ayaklanıyorsunuz? Bu hareketlerinizin akıbeti nereye varacağını düşünmüyor musunuz?..” mealinde gayet müessir, gayet beliğ ve muhtasar bir hutbe irad buyurdular. Bunun üzerine her iki tarafın aklı başına geldi. Yaptıklarından nadim olarak ağlaşa ağlaşa sarmaşıp barıştılar. İşte bu vak‘ayı müteakip şu âyet-i celîle (Âl-i İmrân, 100-103) nazil oldu (mealen):
“Ey Müslümanlar, kendilerine sizden evvel kitap gönderilenlerden bir kısmına uyacak olursanız siz şeref-i iman ile müşerref olmuşken onlar sizi yeniden küfre sokarlar. Ya siz henüz aranızda Cenâb-ı Hakkın âyetleri okunup dururken, Allah’ın Peygamberi içinizde yaşıyorken, nasıl böyle küfür yolunu tutarsanız? Kim Allah’ın gönderdiği rabıtaya sımsıkı sarılacak olursa doğru yolu bulmuş olur. Ey Müslümanlar, Allah’tan nasıl korkmak gerekirse öylece korkunuz! Ve ancak Müslüman olarak Müslümanlıkta can veriniz. Sonra, hepiniz birden ilahi ipe sımsıkı sarılınız. Sakın aranıza ayrılık gayrılık girmesine meydan bırakmayınız. Allah’ın hakkınızdaki nimetini düşününüz. Hani sizler birbirinize düşman idiniz; Cenâb-ı Hak kalplerinizi feyz-i İslâm ile birleştirdi de O’nun saye-i nimetinde kardeş oldunuz. Hani sizler bir zaman ateş çukurunun ta kenarına kadar gelmiştiniz de Cenâb-ı Hak sizi oradan kurtarmıştı. İşte, belki tarik-i hidayeti bulursunuz, diye, Cenâb-ı Hak âyet-i celîlesini böyle sarih olarak size tebliğ buyuruyor.”
İşte bin üç yüz sene evvel inen bu ayetlerin hükmü kıyamete kadar bakidir. İniş sebebi olan vak‘a maalesef tekerrür edip duruyor. Binaenaleyh Müslümanlar, aralarında ayrılığı gayrılığı getirecek en ufak hareketlerden, sözlerden katiyen çekinmelidir… Elbirliğiyle bugün vatanı müdafaa etmeli. Asla ümitsiz olmamalı. Emin olmalıyız ki canla başla çalışarak aradaki tefrika sebeplerini kaldırırsak vatanı kurtarırız…”
Merhum Âkif’in tam yüzyıl önce yaptığı uyarı günümüz Müslümanları için de aynen geçerli değil mi?