Boğaziçi Üniversitesine Sayın Cumhur Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Melih Bulu’ nun rektör olarak atanmasından sonra cereyan eden olayları, bu yazımızda açık ve net bir şekilde tahlil etmeye çalışalım. Soralım ve cevaplayalım…
Bu rektör ataması, kanunsuz ve hukuksuz mudur?
Tabi ki de hayır. Sayın Cumhurbaşkanı, Anayasa ve kanunların kendisine verdiği haklar ile bu atamayı gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla da bu atama birilerine göre yanlış bir atama olabilir ama kanunsuz ve hukuksuz bir atama değildir.
Boğaziçi üniversitesinde öğrenim gören bir kısım öğrencilerin ve öğretim görevlilerinin bu atama karşısında, memnuniyetsizliklerini dile getirerek protesto etme hakları var mıdır?
Tabi ki de evet… Bu atamayı beğenmemiş olabilirsiniz ve en yüksek perdeden bunu dile getirebilir, demokratik kurallar çerçevesinde protesto hakkınızı kullanabilirsiniz.
Peki, bu olaylarda kanunsuz ve tehlikeli olan durum nedir?
Burada kanunsuz ve hukuksuz olan durum, protesto gösterilerinin haddini aşması, rektörlük binasının ablukaya alınması ve işgal girişimi ve de basına yansıdığı kadarıyla Melih Bulu’ nun, ölümle tehdit edilmesidir.
Bütün bu olaylarda etik olmayan nedir?
Etik olmayan ise, bu atama bahane edilerek İslam dininin değerleri ile alay edilmesi ve pankartlar açılması, Müslümanların peygamberi Hz. Muhammed’i (sav) hakkında tahkir edici sözlerin sarf edilmesidir. Tabi ki de bu tahkir edici sözlerin dini konularda hassasiyet içinde olan Müslümanları tahrik etme amacı da olduğu aşikârdır.
Bu olayların en absürt yanı neresidir?
Bu olayların en absürt yanı ise, dışarıdan yardım aldığı ispatlı LGBT derneklerinin ve DHKP-C gibi terör örgütlerinin bu olayların içinde olmasının muhalefet tarafından görülememesi veya görülmek istenmemesidir.
“Bu olayın en aptalca tarafı nedir?” diye sorup cevaplayacağım ama bu noktada sorularımızı bitirelim. Bu olayların ikinci gezi kalkışması niteliğinde olabileceğini defalarca dile getirmeye çalışmıştık. Gösteriler sırasında gözaltına alınan insanların neredeyse dörtte üçünün öğrenci olmadığı ve terör örgütü mensubu olduğu ortaya çıkınca, fazla söze de gerek kalmıyor aslında. “Laf ola beri gele” cinsinden söylenen lakırdılara da pek kulak veresi gelmiyor insanın.
Hiç şüphesiz Recep Tayyip Erdoğan karşıtlığı üzerinden yapılan bu gösteriler, iç siyaseti dizayn etme çabası olarakta görülmelidir. Muhalefetin bu konuda yeni atanan rektörün istifasını istemesi, gösterilerin rüzgârıyla iç siyasete yönelik bir söylemdir. Tabi ki de şu anda muhalefette olanlar, halkımız teveccüh gösterir de iktidara gelebilirlerse bu tip atamalarda kendi inisiyatifini kullanacaklardır. Ama şu anda Boğaziçi Üniversitesi’nde cereyan eden olayları fırsat görerek, bu işin içinde olduğunu da açık ederek hareket etmek, siyasi etik açısından da uygun değildir.
Bu olayların en tehlikeli taraflarından bir tanesi de üniversitelerimizin seksen öncesine dönme tehlikesidir. İnşallah böyle bir şey olmayacaktır ama yine de bu konuda azami dikkat gösterilmesi ve sağduyulu hareket edilmesi, ülkemizin menfaatine olacaktır.
Bu gösterilerin en dikkat çekici yanı ise “Öğrenci veya talebe gösterileri” adı altında olayı masum ve şirin gösterme çabasıdır. Evet, bütün öğrencilerimiz ve gençlerimiz siyasi düşünce yapısı ne olursa olsun bizim için değerlidir ve kıymetlidir. Ancak bizim onlara verdiğimiz değer ve kıymet, onların bu milletin maneviyatına sövmelerini ve alaya almalarını gerektirmez. Hele ki cinsel özgürlük vb. türü söylemler ile LGBT gibi ahlak dışı yapılanmalar bu işin içindeyse, bir değil birkaç kez bu olay üzerinde düşünülmesi ve ona göre tedbirler alınması kaçınılmazdır.
Çok amiyane bir tabir ile tokmak kimin elindeyse davulu o çalmalıdır. Demokrasilerde de davulun ve tokmağın kimin elinde olacağına karar verme yetkisi halkın hür iradesindedir. Şu anda bu yetki Ak Parti ve Recep Tayyip Erdoğan’ın elindedir. Dolayısıyla da muhalefetin “Davul sizde olsun ama tokmak bizde olsun” deme hakkı yoktur. Ta ki 2023 yılında yapılacak seçimlere kadar durum bu minvaldedir.
Bizim Boğaziçi üniversitemizde öğrenci gösterileri olurken, batılı, modern ve insan haklarına bizden daha çok değer veren(!) Fransa’ya doğru uzanalım ve Paris’te ki üniversite öğrencilerinin durumuna bir göz atalım. Keşke Fransa ve Macron, bizde ki LGBT derneklerine para akıtmak yerine, kendi öğrencilerine yardım yapmayı tercih etseydi. Şu anda Fransa’da, pandemi sebebiyle oluşan ekonomik sıkıntılar nedeniyle üniversite öğrencileri aç kalma tehditle karşı karşıya kaldı. Fransa’da Üniversite öğrencileri, yardım derneklerinin önünde metrelerce kuyruk oluşturarak, kendilerine verilecek yedi kiloluk yardım paketini almak için saatlerce bekliyorlar.
Hükümetin Üniversite öğrencileri için yemek ücretini 1 Euro’ya düşürmesi bile sorunların çözümü noktasında etkili olamadı. Zira ülkede yaşanan hayat pahalılığı, kiraların yüksek olması ve işten çıkarmaların çoğalması, ister istemez öğrencileri de birinci derecede etkilemiş durumda.
Bizde ki öğrenci gösterileri bu minvaldeyken, Fransa gibi bir ülkede Üniversite öğrencilerinin açlık tehlikesi ile karşı karşıya olması sizce de manidar değil mi?
Selam, saygı ve muhabbetlerimle…