Kur’an’dan yeryüzü yaşanır hale geldikten sonra Allah Teâlâ’nın, “Ben bir beşer yaratacağım”[1] diyerek Hz. Adem’i yarattığını; sonra da onu “yeryüzünde halife olarak görevlendirdiğini”[2]; bu görevi yapabilmesi için de gökteki ve yerdeki bütün varlıkları onun emrine verdiğini/musahhar kıldığını[3]; bundaki amacının da kendisine “kulluk” edilmesi olduğunu [4] öğreniyoruz. Halife, “ön” ün zıddı olan arka anlamındaki “half” kökünden türetilmiş bir sözcüktür. Kur’an’da çoğul olarak “halâif “ ve “ hulefâ” şeklinde de yer alır. Ayrıca Kur’an’da bu kökten türetilmiş bir çok kelime mevcuttur ve farklı anlamlarda kullanıldığı görülmektedir. Mesela yönetmek[5]; dönmek, caymak[6]; muhalefet etmek, aykırı davranmak[7]; kaçmak, geri kalmak[8]; ayrılığa ve anlaşmazlığa düşmek;[9] ardından gelmek, yerine geçmek[10] anlamlarını bu bağlamda zikredebiliriz. Halife sözcüğü, Arapça dil mantığına uygun olarak hem ism-i fail, hem de ism-i meful olarak kullanılabilmektedir. İsm-i fail olarak kullanıldığında, “yerine geçen” ; ism-i mefül olarak kullanıldığında ise “yerine geçilen” anlamlarını ihtiva eder. Ancak bu sözcüğün “birinin yerine geçerek işini ve görevini devam ettiren” anlamında terimleştirildiği, siyasette ve tasavvufta da yaygın olarak kullanıldığı bilinmektedir.
Yeryüzünde ilk halife olarak görevlendirilen Hz. Adem’in, tefsirlerde ve İslâmî kaynaklarda genellikle kimin halifesi olduğu konusuna sıkça yer verildiği ve farklı yorumlar yapıldığı halde; “halifelik” görevinin ne olduğu konusuna, ya hiç temas edilmediği ya da kısmen temas edildiği görülmektedir. Nitekim bu konudaki yorumların neredeyse tamamına yakını Bakara suresinin 30. ayeti üzerinden yapıldığı ve Kur’an’ın bütününe yönelik bir algı oluşturduğu anlaşılıyor. Bunun da halifeliğin Kur’an merkezli anlaşılmasına engel olucu bir görünüm arz ettiği ve dinî anlayışlarımızda sorun oluşturacak yorumlara da sebep olduğu biliniyor. Buradaki sorun Hz. Adem’in halife oluşunda değil, onun kimin halifesi olduğu konusundaki yorum farklılığında ve halifelikle neyin kast edildiğine dair yeterli bir bilginin verilmeyişinde odaklandığı görülüyor.
Yorumlardaki ayrıntıları dikkate almadan sorun oluşturan bu konudaki düşünce farklılıklarını kategorize ettiğimizde iki ana görüşün var olduğu anlaşılıyor: Bunlardan birincisi, insanın Allah’ın halifesi olduğu, diğeri ise Allah’ın değil, başka varlıklara halife olduğu düşüncesidir. İnsanın Allah’ın halifesi olduğu düşüncesi, en fazla öne çıkan ya da öne çıkartılan bir düşünce tarzı olduğu ve bu düşünce tarzının yaygınlaşmasında sufî geleneğin de etkin bir rol oynadığı da biliniyor. Zira bu düşünce tarzı, onlara göre insanın onurlu bir “statü”ye sahip oluşunu simgelemekte ve onun varlıksal değerini ve önemini göstermektedir. Buna ilaveten bir de tarihî süreç içinde “halife” kavramının terimleştirilerek siyasî bir anlam kazanması ve bu anlamın yaygınlaşması, anlama sorununu derinleştirerek daha da karmaşık hale getirmiş bulunuyor. Bu nedenledir ki “halife” denilince akla ilk defa padişah, kral, sultan vs. gibi devlet yöneticileri geliyor ve dolayısıyla Kur’an’daki halife kavramının, bağlamsal anlamını büyük ölçüde kaybettiği görülüyor.
İnsanın Allah’ın halifesi olduğu düşüncesinde olanlar, Hz. Adem’in yeryüzünde kendisinden önce yaşamış olan bir canlı türün halifesi değil, Allah’ın halifesi olduğuna kaildirler. Bu düşüncede olanların görüşünü Elmalı’lı Hamdi Yazır, şu ifadelerle özetler:
“Yer yüzünde bir halife yapacağım, bir halife tayin edeceğim” ayetinin anlamı kendi irademden kudret ve sıfatımdan ona bazı salahiyetler vereceğim, o bana izafeten, bana niyabeten mahlukatım üzerinde bir takım tasarrufata sahip olacak, benim namıma ahkamımı icra ve tenfiz eyleyecek, o bu hususta asil olmayacak, kendi zatı ve şahsı namına bilasale icrayı ahkam eyleyecek değil, ancak benim bir naibim, bir kalfam olacak, iradesiyle benim irademi, benim emirlerimi benim kanunlarımı tatbikata memur bulunacak, sonra onun arakasından gelenler ve ona halef olarak ayni vazifeyi icra edecek olanlar bulunacaktır”[11]
Ünlü bir sufî olan Necmeddin Daye’ye göre ise insanın halifeliği iki yönlüdür: Bunlardan birincisi, insanın bütün varlık âlemini temsil etmiş olması, fakat hiçbir varlığın, insanı temsil edememiş olmasıdır. Allah, ruhanî ve cismanî âlemlerin tamamında bulunan her şeyi insanda toplamıştır. Bu nedenle insan, bütün varlıkların temsilcisidir. Çünkü Allah, Ona ruhundan nefyetmek suretiyle, onu seçkin kılmış ve onu yüceltmiştir; Buna işaret eden ayette “Onu tesviye edip ruhumdan nefyettiğimde hemen ona secde edin”[12] denilmektedir: Bilindiği gibi bu hitap cin ve meleklere olmuştur. Melekler emre uyup Hz. Adem’e secde ettiği halde İblis secde etmemiştir. Bu emri ile Allah insana iltifat etmiş ve bu âlemde bulunan hiç bir yarlığı böylesine yüceltmemiştir. Bir başka âyette de “And olsun ki biz insanoğlunu şerefli kıldık”[13] denilmektedir. Bundan dolayıdır ki insandan başka hiç bir varlık, Hakk’ın halifesi/temsilcisi olamaz.
Halifeliğin ikinci yönü ise, insanın aynı zamanda hem sureten, hem de manen Allah’ın halifesi olmasıdır. İnsanın sûreten “Allah’ın hâlifesi” olmasının anlamı, görünen vücudunun, Cenab-ı Hakk’ın varlığını temsil etmesi demektir. Bir binanın varlığı, nasıl mimarının varlığına işaret ediyorsa, insan vücûdu da, tıpkı onun gibi kendisini var edene delâlet eder. Buna göre, insanın tekliği, Hakk’ın birliğine; onun varlığı, Hakk’ın varlığına, onun sıfatları Hakk’ın sıfatlarına işaret eder ve O’nu temsil eder. Nitekim insanın canlılığı, Allah’ın hay oluşunu, onun kudreti, Allah’ın kudretini; onun irâdesi Allah’ın irâdesini; onun konuşması Allah’ın konuşmasını; onun bilmesi Allah’ın bilmesini; ruhunun mekansız oluşu, Allah’ın da lamekân oluşunu ve ruhunun cisim olmayışı Allah’ın cisim olmayışını temsil eder. Her ne kadar bazı varlıklarda bu sıfatların bir kısmı var ise de, insanda olduğu gibi hiçbir varlıkta Allah’ın sıfatları toplanmış değildir. Ayrıca Allah’ın sıfatlarından herhangi biri insanın kalp aynasına tecellî ettiği gibi, hiç bir varlığa da tecellî etmemiştir.
İnsanın manen Allah’ın temsilcisi olmasının anlamı ise, varlık âleminde Allah’ın ateşiyle ışık saçan ve Allah’ın nur sıfatını açığa çıkartan insan lâmbasından başka bir lâmbanın bulunmaması demektir. Zira Allah’ın nurunun feyzini almaya sâdece insan yeteneklidir. Başka hiçbir varlıkta böyle bir yetenek mevcut değildir.” [14]
Allah Teala’nın, bilinenlerden bilinmeyenlere giden bir yöntem uyguladığı, bu nedenle de insana ait bazı sıfatları kullanarak kendisini tanıttığı bilinmektedir. Zira gayb, insan için bilinmeyen/ soyut bir alandır. Soyut alanla ilgili konuları anlatmanın yegane yolu ve yöntemi de somut kavramların kullanılarak anlatılmasıdır. Bu nedenle Allah Teala, insana ait sıfatlar ve niteliklerle bize kendisini tanıtmıştır. Dolayısıyla Kur’an’da insan biçimci bir dilin kullanıldığı görülür. Kur’an’ın bu üslubu yeterince anlaşılamadığı için de “Tanrı tasavvuru” sorunu ortaya çıkmıştır ve buna göre de Allah-insan ilişkisini anlama ve anlamlandırma söz konusu olmuştur. Diğer bir husus da Allah’ın varlığına işaret eden sadece insan değil, bütün kainattır. Dolayısıyla insanın Allah’ın halifesi olduğunu ispat etmek için ileri sürülen delillerin, kendisi de delile muhtaçtır. Zira Kur’an’da Allah’ın varlığına delil olarak sunulan sadece insan değil, yeryüzünün ve semaların yaradılışı ve tabiat olayları da delil olarak sunulmaktadır.[15]
İnsanın Allah’ın halifesi olmadığı düşüncesine sahip olanlar ise, ilk insan Hz. Adem’in kendisinden önce yeryüzünde yaşamış olan varlıklara halef olduğunu söylerler. Ancak Hz Adem’in selefinin kim olduğu konusunda bir görüş birliği içinde olmadıkları da görülüyor. Kimi yorumcu, Hz. Adem’in yeryüzünde yaşayan cinlere;[16] kimi yorumcu meleklere,[17] kimi yorumcu ise Hz. Adem’den önce yaşamış olan bir tür konuşan canlıya[18] halife olduğuna kaildirler. Kimileri de birbirini takip edecek nesillerden her birinin diğerine halef olduğu kanaatindedirler.[19] Son görüş hariç, burada zikredilen görüşlerin her biri sorgulanmaya muhtaçtır.
Kur’an bize insanın, önemli ve değerli bir varlık olduğunu, diğer varlıklar karşısında onun sahip olduğu konumdan ve ontolojik yapısından kaynaklandığını bildiriyor. Bu bağlamda Kur’an’da, insanın mahlukatın pek çoğundan üstün olduğu[20], bütün varlıkların onun hizmetine verildiği,[21] vücut azalarının düzgün ve dengeli olduğu,[22] en güzel şekilde yaratıldığı, [23] kendisine Allah’ın ruhundan üflendiği,[24] ihtiyaç duyduğu her şeyin kendisine verildiği [25] ve nihayet yeryüzünde Allah tarafından halife yapıldığı[26] bilgileri de yer alıyor. Ancak bu bilgiler arasında insanın “Allah’ın halifesi” olduğu bilgisi bulunmuyor. Zira Kur’an’ın hiçbir yerinde “halifetullah” ifadesi geçmiyor.
Buna karşılık Kur’an’da “ibadurrahman/ Rahmanın kulları”[27], “hulafâe’lard/ yeryüzü halifeleri”[28]veya “halâife’lard/ yeryüzü halifeleri”[29] ifadelerinin yer aldığı görülüyor. Bir diğer ifade ile Allah Teala’nın, Kur’an’da beşer veya insan olarak tanımladığı varlığa “Rahmanın kulları” veya “kullarım” [30] dediği, ama “halifem” veya “halifelerim” demediği, buna karşılık “yeryüzü halifeleri” dediği görülüyor. Dolayısıyla insanın “Allah’ın halifesi” olma düşüncesini Kur’an onaylamıyor. Kaldı ki bu düşünce bir çok sorunu da beraberinde getirmiş bulunuyor. Bir kere bu ifade Hamdi Yazır’ da söylediği gibi Allah’ın “naibi, kalfası” anlamında O’nun adına konuşmak ve iş tutmak anlamına geliyor. Oysa Kur’an’da bir kimseye Allah Teala’nın kendi adına iş yapma yetkisi verdiğine dair “delâlet-i kat’î” bir ayet bulunmuyor. Tam aksine Allah rızası için iş yapılmasının teşvik edildiği görülüyor . Nitekim bir ayette, Cehennemden uzak tutulacak muttaki kişinin, mallarını arınmak için verdiğini, iyilik yaptığı kişiden bir karşılık beklemediği, sadece “Yüce Rabbinin rızasını umduğu” [31] anlatılmaktadır.Dolayısıyla Kur’an’da yer alan bu bilgiden insanın temel görevinin Allah adına değil, “Allah için” iş yapmak olduğunu , ayrıca bu husussun Kur’an’da sürekli vurgulandığını görüyoruz.
Bu nedenle insanın Allah’ın halifesi oluşu söz konusu olamaz. Zira insanlardan Allah’a inanalar olduğu gibi, inanmayanlar da bulunuyor. Allah’ın emirlerini yerine getirenler olduğu gibi, getirmeyenler de bulunuyor. Yeryüzünün ilk halifesi olan Hz. Adem’in oğlundan biri diğerini öldürüyor. Kabil’in, Habil’i öldürmesi Allah adına yapılmış bir iş mi oluyor? Yeryüzünde işlenen cinayetler, günahlar, zulümler Allah adına mı yapılmış oluyor? Tam aksine Allah Teala, bu gibi davranışları yasaklıyor, haram kılıyor ve bunları yapmayı “nefsin Tanrılaştırılması” olarak tanımlıyor. Üstelik “kelime-i şehadet” , bizden Hz. Muhammed’in Allah’ın kulu ve resulü olduğuna tanıklık etmemizi istiyor, Onun Allah’ın halifesi olduğuna şahitlik etmemizi değil.
Kur’an’da halifelik misyonu ise şöyle açıklanıyor:
“Yeryüzünde bir halife kılacağım”[32]
“Ey Davud! Seni yeryüzünde halife kıldık, o hale insanlar arasında adaletle hükmet.”[33]
“Sonra onların ardından, nasıl davranacağınıza bakmak için sizi halâife fil’lard yaptık/ yeryüzünde onların yerine geçirdik.”[34]
“Onları ötekilerin yerine geçirdik.”[35]
“Sizi yeryüzünde halifeler kılan O’dur” [36]
“Nuh kavminden sonra Allah’ın sizi halifeler kıldığını/ onların yerine geçirdiğini hatırlayın.”[37]
“Allah sizi yeryüzünün halifeleri kıldı.”[38]
“Verdikleriyle denemek için sizi yeryüzünün halifeleri kılan, kiminizi kiminize derecelerle üstün yapan O’dur.”[39]
”Ey insanlar! Allah’a ve Peygamberine inanın; (müstahlefîn) sizi varis kıldığı şeylerden sarf edin.” [40]
Salih Peygamber, kavmine: “Allah’ın sizi Âd kavmine halife kıldığını, ovalarında köşk kurup dağlarında kayalardan evler yonttuğunuz yeryüzüne yerleştirdiğini hatırlayın; Allah’ın nimetlerini anın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın”[41] dedi.
“Semud’a kardeşleri Salih’i gönderdik. “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin; O’ndan başka tanrınız yoktur; sizi yeryüzünde yaratıp orayı imar etmenizi dileyen O’dur ….” dedi[42]
Bu ayetlerin genel muhtevasından, özellikle de Salih Peygamber’in kavmine söylediği “Sizi yeryüzünde yaratıp orayı imar etmenizi dileyen O’dur” ayetinden ve yukarıda zikredilen ayet meallerinin genel muhtevasından beşere ait halifelik misyonunun, yeryüzünü imar etmek, üretimde bulunmak ve yönetim erkine sahip olmak olduğunu öğreniyoruz. Daha açık bir ifade ile Allah Teala’nın, beşerin yeryüzündeki halifelik misyonunun ne olduğunu Hz. Salih’in kavmine yaptığı konuşmasından anlıyoruz. Nitekim Kur’an kıssalarından her peygamberin kendi şartları içinde yeryüzünü imar ettiklerini, üretimde bulunduklarını ve yönetim erkine sahip olduklarını da görüyoruz.
Sonuç olarak her beşer, Allah’ın halifesi değil, kuludur, görevi de kulluktur. Bu görev de onun sahip olduğu konumundan kaynaklanmaktadır. Zira Allah hâlık, beşer de mahluktur. Bu nedenle her beşer, Allah’a karşı kul, hemcinslerine karşı insan ve yeryüzüne karşı da halife konumundadır.
“Bir diğer ifade ile kulluğun Allah’a bakan ve yönelen kısmına ibadet; insana bakan ve yönelen kısmına ahlak; yeryüzüne bakan ve yönelen kısmına ise halifelik adı verilmektedir. İnsan haricinde hiçbir varlık, bu üç konuma birden sahip değildir. Bu sebeple insan bu üç görevi birlikte ve dengeli bir biçimde yerine getirmekle yükümlüdür. Dolayısıyla beşerin kulluk görevlerinden biri olan halifelik, onun yönetim erkine sahip olması, yeryüzünü imar etmesi,sünnetullahı/ ilahî düzenin kanunlarını keşfetmesi ve bunlardan mümkün olduğu ölçüde yararlanması demektir. Bir Müslüman olarak, bu görevi ne ölçüde yerine getiriyoruz? Daha açık bir ifade ile böyle bir “meselemiz” var mı? Varsa şayet ibadet, ahlak ve halifelik görevlerimizi, dengeleri koruyarak yerine getirebiliyor muyuz? Bu sorulara cevap aramamız gerekiyor.
[1] Sâd, 38/71.
[2] Bakara,2/30.
[3] Lokman,31/20.
[4] Zâriyât 51/56-57.
[5] Enam, 6/165, Sad, 38/26.
[6] İbrahim, 14/22, Taha, 20/86.
[7] Hud, 11/88, Nur, 24/63.
[8] Taha, 20/97, Feth, 48/11.
[9] Tevbe,9/120 ,Bakara, 2/213.
[10] Araf, 7/169; Meryem, 19/59 .
[11] Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, İstanbul, 1935, 1/299.
[12] Hicr,15/29.
[13] İsra,17/70.
[14] Celal Kırca, İnsanın Allah’ın Halifesi Olduğu Düşüncesine Sûfî Bir Yorum (N. Dâye Örneği). Kutlu Doğum Haftası “Hz. Peygamber ve İnsan Onuru Sempozyumu”, 19-21 Nisan 2013, Konya, 2014, s. 417-429
[15] Rum,30/37/42.
[16] Taberî, Camiu’l Beyan an Te’vili’l Kuran,Mısır,1968,1/199.
[17] Kurtubî, el-Camiu’l Ahkami’l Kuran, Beyrut,Tsz.1/263.
[18] Reşid Rıza, Tefsiru’l Menar, Beyrut,Trs.1/257-258.
[19]Taberî,1/200.
[20] İsra, 17/70.
[21] Casiye, 45/13.
[22] İnfitar, 82/7.
[23] Tin, 95/4.
[24] Hicr, 15/29, Sad, 38/72.
[25] İbrahim, 14/34.
[26] Bakara, 2/30.
[27] Furkân,25/63.
[28] Neml,27/62.
[29] En’am,6/165.
[30] Bakara,2/286; Fecr,89/29.
[31] Leyl,92/17-21.
[32] Bakara,2/30.
[33] Sâd,38/26.
[34] Yunus,10/14.
[35] Yunus,10/73.
[36] Fâtır,35/39.
[37] A’raf,7/69.
[38] Neml,27/62.
[39] En’am,6/165.
[40] Hadid, 57/7.
[41] A’raf, 7/74.
[42] Hûd,11/61.