Cumhuriyetimizin fabrika ayarlarını anlayabilmek için, kurtuluş mücadelemizde ki nüansları iyi görmek ve iyi değerlendirmek gerekir. “Cumhuriyet fabrika ayarlarına dönmelidir” denilince, hoplayıp zıplamakla ve bu sözü söyleyeni sosyal medyada linç girişimine tabi tutmakla ve Kemalizm’i kendilerince din olarak kabul ederek başka fikirlere tahammülsüzlük göstermekle bu işler olmaz. Linç kampanyası düzenleyen aklı evveller, maalesef gerçekleri görmekten uzak bir şekilde feveran etmekle haklı olduklarını zannediyorlar veya topluma öyle bir görüntü vermek istiyorlar. Ama gerçekler hiçte öyle değil.
Miletimizin mayasında, gelmişinden geçmişine İslam var ve bu maya Anadolu topraklarında bin yıl önce atıldı ve tuttu. Diğer bir ifadeyle bu topraklar, İslam ile yoğruldu, şehitlerimizin kanlarıyla bizlere vatan oldu.
Öncelikle 1071 Malazgirt zaferiyle, güzel Anadolu topraklarının kapılarını Türklere açan Alparsalan’ı, batıda haçlı ordularıyla doğuda ise moğol istilaları ile boğuşan, aynı zamanda da içeride ki hainleri temizlemeye çalışan Ertuğrul gaziyi, Osmanlı devletinin temellerini atan Osman Gaziyi ve bütün ecdadımızı rahmet ve minnetle anıyoruz.
Tarihi olayları dönemin şartları içinde değerlendirmekten aciz olan insanların, Müslümanların üzerine vahşice düzenlenen haçlı seferlerini de unutarak, Türkler Orta Asyadan gelip Anadolu topraklarını işgal etti demek, cahillik değilse, aptallığın daniskasıdır.
Şurası bir gerçek ki bu güzel Anadolu yurdunda, ne büyük Ermeni devleti hayali kuranlar ne de kürt devleti hayali kuranlar hiç bitmedi ve bitmeyecek. Maalesef bu hayalleri kuranları da birileri kendi emelleri için gizli veya aşikâr olarak destekleyecekler. Eğer biz, dünyanın en stratejik bölgesi olan Anadolu’da yaşıyor ve burasını vatan biliyorsak, her zaman gelecek tehlikelere karşı uyanık ve teyakkuz halinde olmamız gerekiyor.
Bu güzel Anadolu topraklarında Selçuklu ve Osmanlı gibi büyük medeniyetler kuran ve bütün dünyaya örnek olan ecdadımızı yok saymak, karalamak, gerici ve yobaz ilan etmek isteyen ve bundan da nemalanmak arzusuyla yanıp tutuşan bir güruhun mevcudiyeti, sizi bilmiyorum ama bendenizi çok rahatsız ediyor. Adamlar öyle bir hayalin içine dalmışlar ki, hala günümüzde bile Anadolu topraklarını Doğu Roma toprakları olarak görüyor, diğer tarfatan da Ermeniler büyük Ermeni devleti hayaliyle yatıp kalkıyorlar, Ortadoğu ve Güneydoğu bölgemizde ise Kürt devleti idealleri ile yaşıyorlar. Böyle bir amaç içinde olanlara ve maalesef içimizde ki destekçilerine, kurtuluş mücadelemizi hatırlatmak istiyoruz.
İstiyoruz ama kurtuluş mücadelemizin ruhunu kavramak istemeyen veya anlamak istidiği gibi anlayan insanların ortaya çıkarak İslami değerleri ve Müslümanları yok sayıp modernleşmek(!) adı altında değerlerimizi altüst etmek istemeleri, güneşi balçıkla sıvama isteğinden başka bir şey değilidir. Bu ülkenin mayasında İslam vardır, İslam medeniyeti vardır. Dolayısıyla da Kurtuluş savaşında ve daha sonrasında, TBMM kuruluşunda ve açılışında Mustafa Kemal Paşa’nın hemen yanı başında, din alimlerini, müftüleri ve hocaları görmek istemeyen sözde modernist takımına, hatırlatma babında birkaç cümle sarfedelim.
19. yüzyılın sonlarından itibaren Avrupa devletleri sömürgecelik yarışına girmişlerdi. Osmanlı imparatorluğunun geniş topraklara sahip olması, ticaret yolları konusunda stratejik öneme sahip olması, sanayinin can damarı konumunda ki petrol ve diğer yer altı kaynaklarının üzerinde yaşaması, sömürgecilik yarışına giren batı için bulunmaz bir kaynaktı. Yani, yüzyıllar boyu İslam âleminin üzerine aç karnını doyurmak için haçlı seferleri düzenleyen Hıristiyan alemi, sanayi devrimiyle ortaya çıkan enerji ihtiyacınının çözümünü, insan yerine bile koymadığı Müslümanları ve siyah ırkı sömürmede bulmuştu.
Birinci Dünya savaşı devam ederken itilaf güçleri, Sykes-Picot (26.04.1916) gizli anlaşmasıyla Osmanlı devletinin topraklarını kendi aralarında pay etmişlerdi bile. İşte bu sebeple 30 Ekim 1918 yılında imzalanan Mondros mütarekesi ile hemen harekete geçtiler. İngililtere, Fransa, İtalya ve Yunanlılar, güzel Anadolu topraklarımızı işgal ettiler. Artık vatanımız işgal altındaydı. İşte bu noktadan sonra Kurtuluş mücadelemiz başlayacaktır.
Görünürde ki görevi 9.Ordu müfettişliği ama gerçek görevi Anadolu’da ki direnişi örgütlemek olan Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919 yılında Samsun’a çıktığı andan itibaren yanında kanat önderi konumunda ki hocalar ve âlimler vardır. Zira Samsun’dan Havza’ya geçen Mustafa Kemal, burada Sıtkı Hoca ile görüşmek ve istişare etmek için günlerce beklemiştir. Mustafa Kemal Amasya’ya geldiğinde onu, Müftü Tevfik ve Vaiz Abdurrahman Kamil efendiler karşılamış ve daha sonrasında da milli mücadele noktasında destek vermişlerdir.
Milli Mücadele kıvılcımını ateşleyen din adamlarımızdan birkaç örnek verelim ki, konumuzu açıklığa kavuşturmuş olalım. Ülkemiz işgale uğradıktan sonra, Isparta’da Hafız İbrahim efendi (Demiralay), Afayonkarahisarda hoca İsmail Şükrü, gönüllülerden oluşan alaylar oluşturup ülke savunması için harekete geçmişlerdi.
İzmir’in işgalinden hemen dört saat gibi kısa bir süre sonra açıklama yapan Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi düzenlenen mitingte; “İşgal edilen memleket halkının silaha sarılması dini bir görevdir” fetvasını vermiş, halkın silahlanarak organize olmasında başrollerde oynamıştır.
Günümüz insanlarından bazıları, din adamlarının kurtuluş mücadelemizde ki etkin rolünü kabul etmeselerde bizler örneklerimize devam edelim ve İzmir’e gidelim. İzmir’in dağlarında çiçeklerin özgürce açması için; İzmir Valisi İzzet Bey’in işgale karşı çıkılmaması emrine karşılık Müftü Rahmetullah efendinin şu duruşuna kurban olurum ben.
“Vali bey! Bu sakalım kanımla kızarabilir, ama bu alına Yunan alçağını sukünetle selamlamış olmanın karasını sürerek Huzuru ilahiye çıkamam”
Kim ne derse desin bizler, milli mücadelede canla başla çalışan Ankara Müftüsü Rıfat Börekçeyi, ölümle tehdit edildiği halde hiç korkmadan vatanın korunması için çalışan ve şehit olan Bilecik Müftüsü Mehmet Nuri (Kırıkanat) efendiyi, Taşköprü Müftüsü Mehmet Emin Efendiyi, Söğüt Müftüsü Mustafa Lütfi efendiyi, Siverek Müftüsü Osman Efendiyi, Maraş Müftüsü Mehmet Tevfik efendiyi ve burada sayamadığımız ama Kurtuluş Mücadelesinde canları pahasına bulundukları bölgelerde çalışan ve Müdafa-i Hukuk cemiyetlerinin kuruluşunda yer alan ve başkanlıklarını yapan, ordu komutanı gibi askeri birliklere komuta eden bütün din adamlarımızı saygı ve minnetle anıyoruz. Günümüzden geriye doğru baktığımızda, Cumhuriyetimizin ayarlarında dinimizin ve din adamlarımızın etkin rolünü görünce de mutlu oluyoruz.
Bu hocalarımız, günümüzde olduğu ve bazı kimselerin yaptığı gibi oturdukları yerden ahkâm kesmemişler, silahlarını kuşanmışlar ve vatanımızın kurtulması için canla başla çalışmışlardır. Netice itibarı ile de Cumhuriyetimizin kurulmasında etkin rol almışlardır.
Bu sebepledir ki, günümüzde ortaya konulan yanlış uygulamaları görerek “Cumhuriyetimiz fabrika ayarlarına dönmelidir” diyen bir İmam Hatip ve aynı zamanda da İslam Hukuku profösörü olan hocamıza, veryansın etmekte Cumhuriyetimizin fabrika ayarlarına ters düşer.
Selam, saygı ve muhabbetlerimle….