Dünya var oldu olalı, hak ile batıl mücadelesi hiç bitmedi… Dünya döndükçe ve insanoğlu yaşadıkça da siz buna kıyamete kadar da diyebilirsiniz bitmeyecek…
Hak batıl mücadelesi… Diğer bir değişle Batıl’ın Hakka açmış olduğu amansız savaş…
Günümüzde İslam dünyasının en büyük talihsizliği, Müslümanların, oryantalistlerin ileri sürdüğü fikirlere, modernleşmek adına sahip çıkmalarıdır. Kanatimce günümüz Müslüman’ının sorunları işte bu noktada başlamaktadır.
Günümüzde cereyan eden İdeolojik savaşların farkına varamayan veya farkına varmak istemeyen Müslümanların, yaşadığı hayatı modern görmesi ve İslami değerleri ise bir tarafa atan anlayışı; günümüz insanının deizme ve ateizme yönelmelerinin başlıca sebebidir. Oryantalistlerin, İslam’ı bilinçli bir şekilde aslını ve mahiyetini bozma adına yapmış olduğu söylemler, maalesef gençlerimizi özgürlük, hürriyet gibi söylemler ile birçok “İzm’in” sahtekâr kollarına atmaktadır. Maalesef özellikle gençlerimiz, bu geçici dünyada şeytanın esaretinde yaşamayı özgürlük olarak kabul etmekte, asıl özgürlüğün nefislerini şeytanın esaretinden kurtarmak olduğunu anlayamamakta ve bilememektedirler.
Hal böyle olunca da bir ve beraber olması, yekvücut olması gereken Müslümanların “İslam Birliği” “Ortak ekonomi” “Ortak Pazar” gibi kardeşlik projelerine adım atılamamaktadır.
Bu noktada gençlerimizi ve bu insanlarımızı suçlamak gibi bir derdimin olmadığını peşinen ifade etmek istiyorum. Tam tersi bu noktada bir eksik ve kabahat varsa o da bizimdir diye düşünüyorum. “Biz” derken, kimi kastettiğimi sorma hakkınız var tatbiki de…
Milli eğitim ve Milli eğitim sistemimizden Diyanet işleri başkanlığına, toplumumuzda ki kanaat önderlerimizden, hiçbir eğitim görmediği halde hikmet ehli olan ve olaylara hikmetle bakabilen insanlara kadar “Biz” işte…
Yelpaze geniş…
İnsanlarımızın manevi duygularını bastırmak için pekte güzel kullanılan ve hayata geçirilen jakoben laik sistem ve Kemalizm, meyvelerini o kadar güzel verdi ki, 28 Şubat sürecinde içeri atılan ve sayıları 600’e yakın insanımız hala cezaevlerinde.
28 Şubat sürecinde Sivas’ta, Sağlık meslek yüksekokulunda okul birincisi olduğu halde başörtülü olduğu için yemin ettirilmeyen ve sahneden sille tokat indirilen kızlarımızın müsebbibi olan Servet Özgür, daha yeni istifa etti. Daha doğrusu istifa etmek zorunda kaldı. Bu adam yıllarca görevine devam etmiş ve bu milletin vergilerinden maaşını almış. Ben bu olayı Müslümanlar adına içime sindiremedim ve sindiremiyorum.
Bu iki örnek bile bizlere, 28 Şubat sürecinin hala bitmediğini, birilerinin hala İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık yapmak için pusuda beklediklerini ve fırsat kolladıklarını açık ve net bir şekilde göstermektedir.
Özellikle gençlerimizin son yıllarda, dünyada hiçbir işe yaramayan ve dolayısıylada ahirette de hiçbir işine yaramayacak ve hatta aleyhine olacak fikir akımlarının kucağında yaşaması ve hayatını bunlara göre yönlendirmesinin de, yukarıda saymaya çalıştığım “Biz”lerin büyük sorumluluğunun olduğunu tekrar tekrar dile getirmek istiyorum.
Ünlü sosyolog Watson çocuk yetiştirmede birinci etkenin çevre olduğunu dile getiriyor. Çevremiz seküler hayatın debdebelerinden öyle bir bozulmuş ki gençlerimiz “İzm”lerin kucağında mutlu olduklarını ve özgür yaşadaklarını zannediyorlar.
Din eğitimi veremediğimiz Jakoben laik sistem, buna hep engel olmuş durumda. Verdiğimiz din öğretiminde de İslam’ı ritüellere boğduğumuz için başarılı olamadık. Cuma’dan Cuma’ya veya bayramdan bayrama camiye gitmekle dinimizi ikmal edeceğimizi zannettik. Hal böyle olunca da camiye girerken ayakkabılarını çıkarmanın gerektiğinden bile habersiz insanlar yetiştirdik.
Din de neydi ki? Zaten din yüzünden geri kalmıştık. Din, her gelişmenin önünde en büyük engeldi. Onun için toplum olarak dini, adeta ritüeller savaşı olarak gördük. Yüce rabbimizin bizlere emretmiş olduğu bütün ibadetlere 5. Boyuttan bakmamız gerikirken, “Sakız çiğnemek orucu bozar mı bozmaz mı? Ya da cinsel ilişki ile oruç açılır mı açılmaz mı?” türünden sorular ile bu güzel ibadeti bile tek boyuta indirgemeyi başardık. Aynı, İstanbul Müslümanlar tarafından fethedildiğinde Hristiyan rahiplerin meleklerin dişi mi erkek mi olduğunu tartıştığı gibi…
“Kullandığımız kolonya abdesti bozdu mu bozmadı mı?” bilmiyorum ama uygulanan jakoben laik sistem ve ona sırtını dayayarak yürürlüğe giren İstanbul sözleşmesinin, neslimizi ve aile yapımızı bozduğu yadsınamaz gerçekler arasında.
İnsanımıza, İslam Dininin Sosyal hayatımızın tam merkezinde olması gerektiğini ve İslami kriterlerin bizleri sosyal, psikolojik ve hatta fizyolojik olarak şekillendirmesi için eğitim sistemimizin yeniden ele alınması ve düzenlemeler yapılmasının vakti geldi de geçiyor. Diyanet işleri Başkanlığının da bu konuda kabuğunu kırıp atılımlar yapması, memur zihniyeti ile değil cihad ruhuyla hareket etmesi gerekiyor. (Fizyolojik kelimesine takılan okuyucularım! Hücrelerimize, dokularımıza kadar etki eden ve damarlarımızda kan gibi dolaşması gereken Allah ve Rasulullah sevgisi için kullandım bu kelimeyi)
Yazarçizer ve bu işe kafa yoran düşünür ve akedemisyenlerimizin ise çalışmalarını hızlandırması, gece gündüz demeden bu işe odaklanması artık kaçınılmaz bir görev haline geldi. Unutmayalım ki Peygamberimiz (sav), İslam düşmanı Ebu Cehil’e defalarca giderek tebliğ görevini yerine getirdi. Ama Peygamberimiz’in (sav) tebliğ metdodunun ve özelliğinin yanında tebyin özelliği de vardı.
Yoksa bizler, tebliğ yaparken, “Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz?”(Saf 2) ayeti kerimesini dikkate almadan, tebyin kısmını pekte önemsemiyor muyuz?
Evet, evet…
Bize soruyorum… Sorduğum soru bize… “Biz” işte…
Katoliklerin ruhani lideri papa, bilmem kaç tane koruması ve zırhlı aracıyla Irak’ı ziyaret etti ve temaslarda bulundu. Günlerden beri gazete ve TV kanalları bu konuda haber ve yorumlar yayınlıyor.
Aslında karmaşık yorumlara kafa karıştıran beyanatlara hiç gerek yok. Irak’a çıkarma yapan eski ABD başkanı George W. Bush, bu savaş için Crusade yani “Haçlı seferi” deyimini kullanmıştı. Bunu bilinçli yapmıştı Bush… Papa’nın Irak’ı ziyareti ise, yapılan bu haçlı seferinin başarısının tescili ve zafer’in ilanı içindir.
Müslümanlar için ne kadar da acı bir gerçek değil mi?
Recep ayının 27. Gecesi idrak edeceğimiz Miraç Kandili, başta İslam âlemi olmak üzere tüm insanlığa hayırlar getirsin inşallah.
Bu mübarek gecede, kabul ederlerse bütün okuyucularımızdan küçük bir istirhamım olacak. Diğer yapacağımız ibadetlerimizin yanında, Müslümanların sosyal hayatını mükemmel bir şekilde tanzim eden İsra suresinin mealini okuyalım ve orada teşri kılınan hükümler üzerinde biraz tefekkür edelim.
Ne dersiniz?
Selam, saygı ve muhabbetlerimle…