Pozitif ilmin gelişmesiyle teknoloji, insan hayatında çok önemli ve hatta bir bakıma “ilimler üstü” bir konuma geldi. Fiziki hayatın ihtiyaçları, alabildiğine arttı ve insan; teknoloji ile kendini yüceltme noktasına ulaştı. Çünkü, birçok başarı ve kazancını teknolojinin yardımı ile elde ettiği gibi, bazı ihtiras ve isteklerini de onunla kolayca karşılayabileceğini düşündü.
Batı Medeniyetinin, hayatı değiştirme çabası:
Bilginin eşya ve madde üzerindeki gelişimi, Batı’da ortaya çıktı. Çünkü Batı, Aydınlanma döneminde itibaren, hayatın sadece maddi ve teknik tarafıyla meşgul oldu. Dolayısıyla, bütün çabasını bu alana topladı. Ama, hayat; sadece iktisadi ve teknik çabalarla yürümüyordu. Teknolojide harikalar meydana getirmesi, onun sosyal, ahlaki ve kültürel hayatın farklılığını ve pozitivist bilgiyle bu dünyayı yönetilemeyeceği idrakini yok etti. Sosyal dünyanın da, maddi ve faydacı kurallar ile “yönetilebileceğini” düşündü. Bu yüzden, tabii ve sosyal dünyanın kanunlarını hiçe sayarak, onları da kendi arzusuna göre değiştirebileceği vehmini kapıldı. Sosyal ilimler, böyle bir çerçevede gelişti ve teorilerini oluşturdu. Batı aklı, liberal veya sosyalist olsun, madde ve çıkar merkezli bir dünyanın varlığına inandı ve bu dünyayı, kendi “pragmatist değerleri” ile inşa etmeye çalıştı.
Maddeciliğin ve teknokratlığın sonuçları:
Batı dünyası, maddeyi ve cinsi zevkleri alabildiğine tattı ama, yine ciddi bir manevi eksikliğin ve boşluğun içine düştü. Sanat ve ideoloji alanında yeni akımlar ile karşı karşıya kaldı: Irkçı, materyalist, sınıfçı, hedonik anlayış ve görüşlerin peşinde, insanlığı; çatışmanın, ayrımcılığın, sömürünün ve materyalistleşmenin pençesine attı.
İnsan, batı toplumunda önce sınıf ve statülerin daha sonra ise toplumlarının ayrımcılığın getirdiği sosyal sınıfların ızdırabını yaşadı. Daha sonra, iktisadi gelişme sebebiyle denizaşırı kıtalarda sömürgecilik hareketlerine girişti. Elde ettiği yeraltı ve yerüstü zenginlikler ile Sanayi devrimini gerçekleştirdi. Ama; siyasi, iktisadi ve teknolojik üstünlük, onun sosyal problemler ile yüzyüze gelmesini önleyemedi. Bölgesel ve Dünya Savaşları, Sömürge imparatorlukları, İşçi sınıflarının ezilmesi, ülkelerin askeri ve siyasi operasyonlarla yıkılması, dünya ölçeğinde göçlerin yaşanması, çevre felaketleri, intihar ve sapkınlık cereyanları gibi sosyal ve kültürel hastalıklar, bütün dünyaya Batı’dan ihraç edildi.
Batı kültür ve dünya görüşleri ile gelen yeni tehlikeler:
İletişim teknolojilerinin gelişmesi, medya ve internet yoluyla, insanlığın kaderini belirleme hakkını kendinde gören batı düşüncesi, “ben merkezli” hayat anlayışı ile, yeni planlar ve oyunlar içine girmekten kendini alıkoyamıyor. Çünkü batı düşüncesi; insan, ahlak ve değer sistemleri dışında ortaya çıkan kimliğini ve varlığını, başkalarının ezilmesine ve hatta yok edilmesinde buluyor. Bu yüzden, dünyanın; kendine verilmiş “bir hak” olduğu mantığı içerisinde insanlık üzerinde planlar yapıyor.
Yeni plan, dijital ve teknolojik sistemler ile; insanlığı, modern kölelik dönemine geri döndürmektir. Bu köleliğin ilk örnekleri, siyasi ve iktisadi sistemler idi. Hümanizm, Rasyonalizm ve Pozitivizm, insanlığın yeni dinleri olarak batılı psikolog ve sosyologlar tarafından üretildiler. Böylelikle, insanlara maddeci ve cinsel (hedonik) bir dünya kurdular. Bu yaşayış felsefesini romanlar, filmler ve kurguladıkları araştırmalar ile kökleştirdiler. Şimdilerde ise, dijital dünyanın imkanları ile, insanları çipler, aşılar, sanat ve sporcuları ilahlaştırmaya başladılar. Hedef, aşağılık duygular, cinsellik ve ihtirasın güdümünde insanlığın yozlaştırılıp, değerleri ile hareket edemeyecek varlıklar haline getirilmesidir.
Varlığımız, tehlikelere göre değil; bizim inanlarımıza bağlıdır:
Son zamanlarda gerek batılı ve gerekse kültürümüzden insanların, dijital dünyanın etkilerine karşı çaresiz olduğumuzu, aşı ve benzeri değiştirilmiş gıdalarla kimlik ve değerlerimizden uzaklaştırılarak, dijital robotlar haline getirildiğimiz konusunda görüşler var. Ben bu görüşlerin, aşırı bir korku ve endişeden kaynaklandığını düşünüyorum. Çünkü; Müslüman, Allah’ın gücünün herşeyin üzerinde olduğunu düşünüyorum. Bizim kültürümüzde; inanan, iyi niyet ve ahlaki değerler ile her türlü kötülükten korunabilmektedir. Çünkü; Allah, “İnsanlar kendini değiştirmedikçe, Allah da onların halini değiştirmez” diye bir ayet ile, bizim irade ve çabamızın, geleceğimizi değiştirmede belirleyici olduğunu bildirmiştir. Kendi kimlik ve kültürümüzü, canlı ve diri yaşayabildiğimiz; sistemimizi de değerlerimize göre düzenleyebildiğimiz ölçüde, bu sanal ve ikiyüzlü etki ve saldırıların tehlikesini bertaraf edebiliriz.