Hayatın her safhasından beslenerek tarihin acılarıyla, heyecanlarıyla, mutlulukları ile adeta damıtılarak günümüze kadar ulaşan mühim bir mefhumdur kültür. Medeniyet denilen ıstılahın esbabını teşkil etmekle birlikte bir milletin de tarih sahnesindeki serencamının muhtasar hikâyesi mahiyetindedir.
Kültür, cemiyetin adab-ı muaşeretinden tutun ilim, irfan birikimine kadar etki etmediği hiçbir alan yoktur. Zira o yaşanmış bir tarihin tecrübesinin neticesinde varlık bulmuş değerler silsilesidir. Bizi biz yapan ve diğer milletlerden ayıran en mühim hususiyet, kültür dediğimiz mefhumdur. İslam’la birlikte olgunluk evresini tamamlamış ve kendini bulmuş olan Türk İslam kültürü, asırlara meydan okuyan bir medeniyeti inşa etmiştir.
Yanlış hatırlamıyorsam merhum Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun ÇAĞLAYANLAR isimli eserinde bizi batının kültüründen ayıran on temel unsur belirlenmiş ve bunlar Türk İslam kültürünün alâmeti farikası olarak nitelendirilmiştir. Bunlardan bir kaçını sizlerle paylaşayım.
1- Batılılar soldan sağa doğru yazarlar biz sağdan sola doğru yazarız. ( Bu husus şuan cari değil )
2- Batılılar hizmetçilerini evlerinin bodrum katlarında oturturlar biz çatı katında ikamet ettiririz. Bu şu anlamı taşımaktadır. Her ne kadar hizmet vazifesi gören bir kişi olsan bile başımızın üstünde yerin var.
3- Batılılar durgun suda kişisel temizliğini yaparken, bizler akarsu kullanmayı tercih ederiz.
Bu türden birçok hususiyet… Medeniyetimizi inşa eden kültürel birikimlerimiz vardır ki biz bu birikimlerle tarih sahnesinde en uzun süreyle yedi iklim, dört köşede varlık gösterdik.
21. Yüzyılda ise medeniyetimizi üzerine inşa ettiğimiz kültürel birikimlerimiz iç ve dış etkenlerin müdahaleleriyle varlığını sürdüremiyor. Örfümüz, töremiz hususen mücessem ahlakımız adeta dumura uğradı. Batılılaşmaya olan merakımız cemiyetin her tabakasına sirayet etti. Giyim kuşamımızdan tutun yeme içmemize kadar her faaliyetimizde batının bir kültür kodu yerleşti. İsraf dinimiz ve kültürümüzde haramken muhafazakâr kesimimiz bile marka düşkünü oldu. Musikimize, türkülerimize dahi batı ezgileri bulaştı. Ev mimarimiz, tezyinatımız batı mukallitliğine yenildi. Bu hususta verilecek binlerce örnek var fakat lafı uzatmadan “Arife tarif gerekmez” kabilinden yazmak istediğim asıl mevzuya geçelim.
Kültürel kimliğimizin asli hüviyetine avdeti için ne yapılmalı? İşin burasında devreye giren kavram “siyasi irade” kavramıdır. Bugüne kadar kültür ile alakadar olan bakanlığımız bu işlerin maddi boyutlarıyla ilgilendi. Lakin unutulmaması icap eden bir hakikat vardır ki kültürel kimliğiniz size maddi olanaklar sunar fakat maddi olanaklar sizin kaybolan ya da dumura uğrayan kültürel kimliğinizi geri veremez. Kültür politikalarımız geçmişinden beslenip gelecek nesillere aktarılması icap eden politikalar olmalıdır. Bu politikalar ciddiyet, mesuliyet, adanmışlık ve birikimle inşa edilebilir. Bu kültürel hamle tek başına Kültür Bakanlığı’nın altından kalkabileceği bir iş olduğu kanaatinde değilim. Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı ile ortaklaşa yapılacak hamleler netice verebilir. Okullar ve camiler, bu kültürel hamlenin dershaneleri olmadıkça ne yaparsanız kadük kalır. Peki, bu hamlenin komutasında olacak olan kişi kim olmalı? Kendi kültür kodlarımızı iyi bilen ve yapılacak kültürel hamlenin ortağı müesseseleri iyi tanıyan biri olmalı.
Zaman ne gösterir bilemem. Lakin Fuzuli’nin “Galiba erbabı istidadı devran istemez” beyitin de ki serzenişinin haklılığını tecrübe etmemeyi temenni ederim.
Selâmetle