Göçmen dediğimiz bu insanların yüzde doksanı ismen de olsa Müslümandır ve İslâm ülkelerinden kaçarcasına batı ülkelerine sığınmak istemektedirler.
Ali Rıza Demircan
Değerli dostum Faruk Polatoğlu ile telefon görüşmemiz sırasında söz Akdeniz’de kadın çocuk ve erkek olarak yüzlercesi hatta binlercesi boğulan göçmenlerce gelince, beklemediğim beni de ürküten bir ses tonuyla feryat edercesine şöyle dedi:
Ülkelerinden Niçin Kaçıyorlar
Görüşmemizden sonra düşünmeden edemedim. Göçmen dediğimiz bu insanların yüzde doksanı ismen de olsa Müslümandır ve İslâm ülkelerinden kaçarcasına batı ülkelerine sığınmak istemektedirler.
Bunların kaçmak istedikleri ülkelerinde milyonlarca insan yaşıyor. Öyle iddia ettikleri gibi dayanılamaz şartlarda da yaşamıyorlar. Üstelik sığınmacı olmak için aracılara verdikleri paralar da azımsanacak gibi değil. Onlar rahatları için harcayabilecekleri bu paraları şöyle veya böyle kendi ülkelerinde edinmiyorlar mı?
Ülke şartlarına sabırsızlıkları sebebiyle ve daha iyi bir gelecek adına tehlikeye atılmalarını bir ölçüde anlamaya çalışabiliriz ama eşleri ve çocuklarına yazık etmeleri makul görülebilir mi? Kaldı ki bunların sığınmacı olarak kabul edilen eğitim almış vasıflıları kendilerini yetiştiren fakir ülkelerine ihanet etmiş olmuyorlar mı?
Sabır ve Mücadele Gerekir
Sürekli olarak öğrenmeye ve öğretmeye çalışıyoruz; Allah’ın emirleri ve yaklarına aykırılıkla haramlar işleyerek k yaşamanın bereketi yani sürekliliği, gelişimi, güveni ve huzuru olmaz.
Yaratıldığımız ve yaşadığımız coğrafi bölgenin iklimine, insanlarına ve yönetimlerine sabır gösterip toplumsal şartların değişimi ve gelişimi için mücadele etmekle yükümlüyüz.
Sabır Rabbimizin buyruğudur, Peygamberimize bile sürekli olarak sabırlı olması emredilmiştir:
“Rabbinin buyrukları çizgisinde sabret. Çevrendeki insanların günahkârına da, kâfir / nankör tipine de uyma.” (İnsan 76/24)
Rabbimizin sabır emrinin nankörlük ve ümitsizlikle çiğnenmesi haramdır.
Canların Tehlikeye Atılması da Haramdır
Canlar da Allah’ındır. Onun“…Kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayınız…” şeklindeki emrinin çiğnenerek canların tehlikeye atılması da haramdır. Eşlerin ve çocukların korunması ise görevimizdir. (Bakara 2195; Nisa 4/44, İsra 17/31)
Kaldı ki günümüzde tehlike, sığınmacı oluncaya kadar sürdüğü gibi sığınmacı olduktan sonra da devam etmektedir. Çünkü batı ülkelerinde yabancı, özellikle de İslâm ve Müslüman düşmanlığı giderek artmaktadır. Bu sebeple öyle sanıldığı gibi sosyal refah da, güven de yoktur.
Yardım Edilmesi Gereken Sığınmacılar da Vardır
Bu göçmenler içinde bilgili ve bilinçli bir Müslüman olabileceğine inanmıyorum.
Yanlış anlaşılmasın; bulundukları ülkelerinde derin baskılar altında yaşayan, sürülmek istenen, can güvenliği olmadığı veya açlık tehlikesiyle karşılaşıldığı için herhangi bir ülkeye veya bir İslam ülkesine sığınmaya çalışanlar da vardır. Onlar eleştirilerimizin dışındadır.
Ana mali görevimiz olan Zekâ’tan, Rabbimizin Kur’ânî emri gereği kedilerine pay çıkarılması gereken İbnüssebil aslında bu sığınmacılar yani mültecilerdir. (Tevbe 9/60) Onları hor görmek bir tarafa, onlara yardımcı olmak vazifemizdir. İlgisizliğimiz de bizi günahkâr kılar. (Nisa 4/75) Kaldı ki özgür kullar olarak yaşayabilecekleri ülkelere sığınmak da onların farz görevleridir. (Nisa 4/97) Onları Kur’ân’da övülen muhacirler olarak da görebiliriz. (Tevbe, 9/20-21)
Asıl Suçlu Batı Değil Biziz
Milletimizin bütün fertleri olarak bizleri düşündürmesi gereken asıl mesele çoğu Müslüman olan sığınmacıların neden batılı ülkelere sığınmayı tercih ettikleridir. Bir zamanlar bizler batı ülkelerine çalışmaya giderdik. Şimdilerde Türk dünyasından ve hatta Ermenistan’dan on binlerce insan Türkiye’ye çalışmaya geliyor. Ülkemizdeki yüzbinlerce vasıflı veya vasıfsız ama çalışkan Suriyeli kardeşimiz ailesinin nafakasını temin edebiliyor.?
Sığınmacıların büyük çoğunluğunun -değinildiği üzere- sabırsız, gayretsiz, bilinçsiz ve maceracı olduğu doğru ama onlar niye batı ülkelerine yöneliyorlar? İslam ülkeleri daha güvenli, sosyal ve ekonomik refah düzeyi daha bir gelişmiş olsaydı onlar batıya teveccüh ederler miydi?
Yer altı ve yer üstü kaynaklarını batıya sömürten; padişahlara, materyalist kurtarıcılara, müstebit krallara, sultanlara, şahlara, uşak ruhlu yöneticilere ve darbeci askerlere boyun eğen; tembelliğe ve cehalete rıza gösteren İslâm Dünyası, haçlı ruhuyla hareket eden batı ülkelerini değil, kendisini suçlamalıdır.
Fert, toplum, millet ve ümmet olarak İslâmî çizgide haklarımız ve özgürlüklerimize sahip çıkma; batı kafalı yöneticilere, sultanlara ve darbecilere baş kaldırma zamanıdır. Maddî ve manevî zenginliklerimize yönelme zamanıdır. Adalet, merhamet, ilim ve teknoloji cihadını başlatma zamanıdır.
Kur’ân imanlısı, Hz. Muhammed bağlısı olmak yani ebedi mutluğu amaçlayan Müslüman olmak bunu gerektirir.