Not: Onur Sinan Güzaltan’ın aşağıda sunulan makalesi United World International sitesinde İngilizce yayınlanmıştır. Türkçesi de Oda TV’de neşredilmiştir)
İsrail’in her yıl olağanlaşan Gazze ve Filistinlilere yönelik saldırıları bu sefer olağan dışı sonuçlar verdi. Gazze’ye yıkım götürmek suretiyle iktidarını pekiştirmek isteyen Binyamin Netanyahu hükümeti sonlanırken, Filistin direnişi uzun yıllardan bu yana ilk defa Tel Aviv yönetimine karşı psikolojik üstünlüğü ele geçirdi.
Yaklaşık 15 gün süren ve çoğu Filistinli çocuk ve kadın olmak üzere 300’den fazla insanın ölümüne neden olan “yüksek yoğunluklu çatışma”, 21 Mayıs’ta Mısır’ın arabuluculuğunu yaptığı ateşkesle sonlanırken nihai bir çözümden bahsetmek mümkün değil.
Yaşanan son çatışmalara geniş bir perspektiften bakıldığında, sadece Filistinliler ve İsrail Devleti arasında değil, bölgesel hatta küresel ölçekte yeni bir durumun oluştuğu görülüyor.
1991’de Sovyetler Birliği’nin çözülüşü ve hemen ardından ABD’nin küresel anlamda tek kutup haline gelmesiyle paralel olarak, Washington’un bölgedeki sıkı müttefiki İsrail’in sadece Filistinliler değil fakat bölgedeki milliyetçi Arap devletlerine karşı da üstünlüğü mutlak hale geldi.
Bugün ise ABD’nin küresel ölçekte güç kaybetmesiyle beraber bölgede ibrenin İsrail’in aleyhine döndüğüne şahit oluyoruz;
2006’da İsrail ve Hizbullah arasında yaşanan “33 gün savaşı”, İsrail ordusunun bölgesel anlamda mutlak güç vasfını yitirdiği sürecin başlangıç noktası oldu.
Savaşta ağır kayıplar veren ve psikolojik üstünlüğü kaybeden, politik hedeflerini gerçekleştiremeden geri çekilmek zorunda kaldı. O günden bu yana, Hizbullah’a yönelik açık ve kapsamlı operasyonlara girişme cüretini gösteremedi.
6 Mayıs’ta Mescid-i Aksa ve Kudüs’teki Filistinlilere yönelik saldırılar sonrası patlak veren İsrail-Filistin çatışmasında da her ne kadar rakamlar İsrail’in askeri üstünlüğüne işaret etse de İsrail hükümetinin siyasi amacına ulaşamadan geri çekilmesi siyasi bir mağlubiyete işaret ediyor.
Yıllardan bu yana ambargo koşullarında var olmayı sürdüren Gazze merkezli Filistinli direniş gruplarının, ellerindeki sınırlı imkanlarla “Demir Kubbe”yi aşarak Tel Aviv başta olmak üzere İsrail nüfusunun büyük çoğunluğunu sığınaklarda yaşamaya mahkum etmesi ise İsrail’in yenilebilir olduğunun dünyaya ilanı oldu.
İsrail kara kuvvetlerinin Gazze’ye girmeye cesaret edememesi de İsrail’in psikolojik anlamda yaşadığı yıkımın bir başka göstergesi.
İsrail ve Filistin arasındaki çatışmaların belki de en önemli sonucu, nüfusunun yaklaşık %20’si İsrail vatandaşı Filistinlilerden oluşan İsrail’in, yaşanan iç çatışmalarında gösterdiği üzere “toplum sözleşmesi”nin iflas etmesi oldu.
Özellikle Filistinli nüfusun yoğun olarak yaşadığı Lod ve Hayfa başta olmak üzere şehirlerde Yahudiler ve Filistinliler arasında yaşanan çatışma, yağmalama ve linç olaylarına, İsrail basınında yapılan “iç savaş” tespiti doğruydu.
İsrail devlet aygıtını, Hamas’ın füzelerinden çok içeride patlak veren ve sosyal harmoniyi paramparça eden olayların rahatsız ettiği hatta paniğe sürüklediğini söyleyebiliriz.
İsrail’in Gazze içerisine kara operasyonu düzenleyememesinin altında, içerideki baskıyı göğüsleyememe korkusunun yattığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Toplumsal yapısı ağır darbe alan İsrail’i ağır bir sürecin beklediği aşikar.
Tarih, savaş kaybeden hükümetlerin düştüğüne ve kazananların ise güçlenerek yola devam ettiğine dair sayısız örnek barındırıyor. Kural basit, mağlup olan gider.
İsrail’de de halihazırda sallantıda olan Netanyahu hükümetinin, son çatışmalar sonrası iktidardan düşmesi ve yeni bir koalisyonun oluşması, çatışmaların siyasi anlamda mağlubunun Netanyahu ve başında bulunduğu İsrail olduğunun net bir kanıtıdır.
Yeni koalisyon, içerisine İsrailli Arapların partisini de dahil ederek, Siyonist siyasetler nedeniyle paramparça olan toplumsal yapıyı toparlama yönünde hamleler yapacağının, dışarıda ise yeni ABD yönetimiyle uyumlu siyasetler izleyeceğinin işaretlerini veriyor.
Fakat İsrail’in genel anlamdaki açmazları göz önünde bulundurulduğunda, adeta pamuk ipliğiyle birbirine bağlı kuvvetlerin oluşturduğu yeni koalisyonun ömrünün uzun olduğunu söylemek güç.
Yaşanan son sürecin kazananı, hem Filistin içerisinde hem de uluslararası arenada Hamas oldu.
Şöyle ki;
a) İsrail’in geçilmez kale olarak gördüğü Demir Kubbe’yi delik deşik ederek ambargolara rağmen askeri anlamda ayakta olduğunu dünyaya gösterirken, çatışmalar süresince İsrail nüfusunun büyük çoğunluğunu sığınaklara hapsederek, İsrail hükümeti ve ordusunun başarısızlığının İsrail vatandaşları tarafından da hissedilmesini sağladı. Siyasi olarak mağlup olan Netanyahu istifa etmek zorunda kaldı.
b) Müslüman Kardeşler ekolünden gelen örgüt, dayandığı siyasal geleneğin Tunus’tan Mısır ve Suriye’ye değin bölgenin tamamında yenilgiler yaşadığı bir süreçte dini değil milli motivasyonları öne çıkararak siyaseten ayakta kalmayı başardı.
c) Hamas, İsrail’e karşı direnişin askeri öncülüğünü yaparak genel seçimleri erteleyen ve iç sorunlarla boğuşan El Fetih hareketine karşı siyasi üstünlüğü de ele geçirmiş oldu.
d) Uluslararası planda ise Suriye iç savaşı sonrası İran’la zayıflayan ilişkilerini yeniden kuvvetlendiren Hamas, diğer yandan Müslüman Kardeşler nedeniyle Mısır’la gergin olan ilişkilerini yumuşatmayı da bildi.
Donald Trump döneminde piyasaya sürülen, Büyük Ortadoğu Projesi’nin II. sürümü olarak adlandırabileceğimiz Yüzyılın Anlaşması, İsrail’e Körfez ülkeleri üzerinden Arap dünyasında yeni hareket alanları açmayı hedefliyordu.
Fakat Gazze’deki son çatışmalar, İsrail’in bırakalım Arap dünyasında yeni hareket alanları açmayı hâlihazırda var olan manevra kabiliyetini kaybettiği bir sürecin başladığını gösterdi.
Filistin ve İsrail arasında yaşanan çatışmaların uluslararası planda işaret ettiği durum ve sonuçları özetlersek;
1.Körfez ülkeleri üzerinden İsrail ve Arap dünyası arasında normalleşme projesi iflas etti.
2. Suriye iç savaşının başlangıcında Hamas’ın aldığı tutum nedeniyle kopan Şam-Hamas ilişkileri yeniden kuruluyor.
3. İran’ın Filistin üzerindeki etkisi artarak sürerken, Tahran-Hamas ilişkililerinin de kuvvetlenmesi olası gözüküyor.
4. Mısır istihbaratı, İsrail ve Filistinli direniş örgütleri arasında ateşkes konusunda başat bir rol oynadı. Bu durum, Mohammed Mursi’nin devrilişi sonrası gerilen Kahire-Hamas ilişkilerinin rayına girdiğine işaret ediyor.
5. Çin, Filistin-İsrail terazisinde ağırlığı Filistin’den yana veren tutumuna devam ediyor.
6. Rusya ise ABD’nin boşaltmakta olduğu alanı doldurma yönünde bir çizgi izliyor. İsrail’le kapıları kapatmadan Filistinli gruplarla ilişkileri sürdürme ve İsrail-Filistin arasında arabuluculuk çabası bu siyasetin bir parçası olarak değerlendirilebilir.
7. Joe Biden yönetiminin tıpkı Obama döneminde olduğu gibi İran’la masaya oturma yönünde siyaset izlemesi, ABD-İsrail arasında çatlak seslere neden olmuş durumda.
Trump’ın gidişi sonrası Netanyahu’nun da devrilişi, Tel Aviv’de Biden’a uyumlu bir siyasi iktidar arayışı olarak değerlendirilebilir.
Diğer yandan, ABD’nin bölgede ve küresel anlamda güç kaybetmesiyle paralel olarak, önümüzdeki dönemde İsrail’in ABD dışı müttefik arayışının hız kazanması olasıdır.
8. Türkiye, Hamas’a olan desteğini sürdürse de İran ve Mısır’ın aktif rolü nedeniyle, son gelişmelerde geri planda kaldı. Son dönemde gündeme gelen, Türkiye-Filistin arasında Doğu Akdeniz merkezli bir birliktelik planı ise hayata geçirilmesi halinde dengeleri değiştirecektir. Bu projeyi fiiliyata dökme yolu, “denge ve slogan siyaseti” değil somut adımlardan geçiyor.
Özetle, ABD’nin zayıflamasıyla beraber yükselen çok kutuplu dünya, 1948’den bu yana süren Filistin-İsrail anlaşmazlığını Filistinlilerin lehine etkilemeye devam ediyor.
Nihai çözüm ise Türkiye-İran ve Mısır’ın Filistin konusunda alacağı ortak tutumdan geçiyor.
Onur Sinan Güzaltan
*Yazının orjinaline linkten ulaşabilirsiniz.