Değerli okuyucu, “Bir Bilen Dostum” ile yaptığımız bu haftaki mutad (alışılmış) sohbetimizde, tekfir, va’d, vaîd kavramları ve Türkçe ibadet üzerine konuştuk, Sohbetimizin bir bölümünü sizlerle paylaşmak istedim. İlk önce bendeniz, şöyle bir soru sordum dostuma:
Kur’an’ı Kerim’i okuduğumuzda Va’d kavramının 100 den fazla yerde zikredildiğini, altı âyette ise azap ve ceza anlamına gelen vaîd kavramının geçtiğini görürüz.
Velhasıl, güvenilir İslâm bilginlerinin yorum ve düşüncelerini göz önüne aldığımızda şöyle bir sonuca varabiliriz: “Yüce Rabbimiz, bizlere VA’D ettiği yani müjde olarak sunduğu hiçbir şeyden vazgeçmez, geri dönmez. Ama VAÎD’inden yani ceza olarak bize sunduklarından, bildirdiklerinden vazgeçebilir. O, kendisine şirk koşulmasının dışında kalan bütün günahları dilerse effeder”
Bir insan, kendisinin Ate olduğunu, Allah inancına sahip olmadığını açık seçik söylemedikçe, vahyi, Peygamberi alenen inkâr etmedikçe asla tekfir edilemez, kafir olmakla suçlanamaz. Bu konuda yine İslâm bilginlerinin çok net görüşleri vardır ki onu da şu iki cümle ile özetleyebiliriz: “Bir kişinin kafir olduğuna dair elinizde 99 tane delil olsa bile, Mü’min olduğuna işaret eden bir kanıt varsa o kişinin MÜ’MİN olduğuna hükmediniz.. Kalblerde olanı ancak ve ancak Allah bilir.. ”
Evet, çevremizdekileri, hele hele “Müslümanım elhamdülillah” diyenleri, kolayca tekfir etmek bizlere yakışan bir davranış değildir. Bunun vebali de vardır doğrusu. Ama gel gör ki, yaşadığımız şu dijital çağda sosyal veya görsel medyaya baktığımızda Prof. Dr. Kemal Sayar’ın ifadesiyle, toplumumuzun nefretle kundaklandığını görüyoruz. Bizler öncelikle bu nefret sarmalından çıkmalıyız.
Sonra, bu iddiada bulunanlara şu soruyu da sormak gerekir diye düşünürüm: “Geçmişte ve günümüzde, ibadethanelerinde ibadet eden çeşitli din mensuplarının yüzde kaçı, ağızlarından dökülen ibadet ve dua sözcüklerinin anlamını biliyordur? Evet, bu sorunun cevabını verebilirler mi bize?
Diyeceksiniz ki bana: “Okuyup anlamayalım mı? Anlamayı teşvik etmeyelim mi?” Ben de diyeceğim ki:
“Edelim, edelim.. Hatta Merhum Âkif’in şu dizelerini de sıkça hatırlatalım insanımıza:
“Ya açar bakarız Nazm-ı Celil’in yaprağına,
Ya üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kur’ân, bunu hakkıyla bilin;
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için.”
Ve Muhammed Suresindeki şu ayet mealini de zihinlerine nakşedelim insanımızın:
“Ne diye Kur’an’ı, bir iyice düşünüp taşınmazlar, yoksa gönüllerinde kilitler mi var?”
Değerli okuyucu, bizim sohbetimiz bu minval üzere devam etti ve Bir Bilen Dostumun, kimsenin kimseyi tekfir etmediği, sevgi, saygı ve barışın yaygınlaştığı bir ülkede yaşayabilmemiz dilekleri ve şu ayet mealini okuyarak dua etmesi ile son buldu.
“Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi hak ve hakikatten saptırma. Bize rahmet ve merhametini lûtfet. Hiç kuşku yok ki, lütfu bol olan yalnız sensin.” ( Âl-i İmrân Suresi, 3/8)
Selam ve dua ile..
Şerif Simavi