Ekonomik durgunluklar ve piyasaların belirsizliği, ilk önce iş adamlarını, üreticileri ve tüccarları etkiler. Yeterince satış yapamadıklarında gelirleri azalmaya başlar, kiralarını ve diğer işletme giderlerini ödemekte zorlanmaya başlarlar. Varsa kredileri, bunları ödemekte zorlanırlar. Bu şartlar altında dahî taksit ödemelerinden ve faiz gelirlerinden vazgeçmeyen modern eşkıyayı oluşturan sömürücü bankalar, ödemede zorlanan mudilerine herhangi bir kolaylık göstermez. Tam aksine haciz tehdidinde bulunurlar. İş adamları, tam bir çıkmaz sokağa girmiş gibi dönüşü olmayan bir girdabın içinde boğulmaya başlar. Alternatif çıkış yolu göremeyen iş adamları, en son olarak çaresizlik içinde kat kat faiz isteseler dahî tefecilerin kapısını çalmak mecburiyetinde kalır. Ama piyasa halen canlanmaz. İşler iyice kötüye gitmeye başlar ve … ve’den sonrasında yukarıdaki haberde okuduğunuz gibi böyle dramatik ve acı sonuçlar meydana gelir…içimiz hiç sızlamıyor mu? Nerede hata yapıyoruz? Bunları yaşamak zorunda mıyız? Gerçekten bu gibi durumlar için alternatif çıkış yolları bulamayız mı? Elbette bulabiliriz. Önce faize dayalı ekonomiye tavır alma kaydını koyarak bu kısa yorumda elimden kaldığı kadar bu gibi faciaları önlemek adına sadece bir İslâmî dayanışma kurumundan bahsedeceğim.
Faizli Kredi Yerine Karz-ı Hasen
Güzel borç/ödünç anlamına gelen karz-ı hasen, menfaat düşünmeden, imkânı olan zengin/hayırsever bir kişinin veya bu maksat için kurulmuş bir finans kurumunun, değişik sebeplerden dolayı darda kalmış ve ihtiyaç içinde olan örneğin bir iş adamına faizsiz olarak borç vermesidir. Kuran’da karz-ı hasen, teşvik ve emir mahiyetinde birçok âyette geçmektedir:
“Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için, Allah’a karzı-hasen (güzel bir borç/isteyene faizsiz ödünç) verecek yok mu? Darlık veren de bolluk veren de Allah’tır. Sadece O’na döndürüleceksiniz.” (Bakara: 245).
“Kim Allah’a güzel bir ödünç verecek olursa, Allah da onun karşılığını kat kat verir ve ayrıca onun için çok değerli bir mükâfatı da vardır.” (Hadid: 11).
İslâm toplumunun fertleri arasında karşılıklı yardımlaşma ve dayanışmayı sağlamaya yönelik gönüllü sosyal yardımlaşma kurumlarından biri olan karz-ı hasen uygulamaları gereğince, birine ödünç olarak verilen şey (nakit para), faiz şüphesine yer bırakmayacak biçimde, miktarında herhangi bir değişiklik yapmaksızın aynen geri alınmaktadır. Ancak, borçlunun plân dışı sebeplerden dolayı geri ödeme gücü yok ise, bu durumda borcu ya ertelenmeli, ya da geri ödemesi için ısrarcı bir tutum sergilenmemelidir. Bir başka ifadeyle borçlunun bir türlü gideremediği malî sıkıntısını göz önünde bulundurarak, en güzeli borcunu geri istemekten vazgeçme ve onu bu yükten kurtarmaktır. Kısacası hakkından feragat edip, verilen parayı hoş helal etmektir. Ödeyemeyecek derecede güçsüz olan borçlunun borcunu bağışlamak, hakkından feragat eden kişiye sadaka sevabı kazandırmaktadır. Nitekim Allah, Kuran-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Eğer (borçlu) zor durumda (darlık içinde) ise (ödeyemeyecekse), o taktirde durumu kolaylaşıncaya (eli bollanıncaya) kadar beklenmelidir. Ve (alacağınızı) sadaka olarak bağışlamanız, sizin için daha hayırlıdır. Keşke bilseydiniz.”(Bakara: 280).
Bu durumda geri istenmeyen borç para, sadaka hükmü kazanmaktadır. Muhtaç birine, ödünç bir şey verilirken, borç veren kişinin/kurumun, belki de verdiğini bir daha geri alamayacağını göz önünde bulundurması gerekmektedir. Hatta böyle bir teşebbüste bulunurken, borç yerine tamamen sadaka niyetiyle de yardımda bulunabilir. Ancak, ihtiyaç sahibinin bundan incinebileceğini düşünerek, bazen ödünç olarak vermek, özellikle muhtaç kişinin şahsiyetini ve haysiyetini korumak açısından daha isabetli olabilmektedir. Nitekim İslâm Peygamberi (sav), bu bağlamda “Bir şeyi ödünç vermek, onu sadaka olarak vermekten hayırlıdır” demiştir.
Karz-ı hasen, sadece fertten ferde yapılan bir davranış ve borç verme biçimi olmayıp, devletçe veya kişilerce kurulan vakıf veya fonlardan, müteşebbisler için verilen faizsiz kredileri de kapsamaktadır. Bu doğrultuda örneğin Halife Ömer bin Abdülaziz döneminde zimmet ehlinden (gayr-i Müslimlerden) olup da malî durumu iyi olmayanlara da arazilerini işleyebilecek kadar ödünç para verilmiştir.
Osmanlı toplumunda da vakıf kaynaklarıyla hizmet eden bazı tekkeler, hiçbir din ayrımı yapmaksızın kendi bölgelerinde yaşayan bütün ihtiyaç sahiplerine yardım etmiştir. Örneğin Bursa’da bulunan bir tekke (Mevlevihane), gayri-Müslimlere de karz-ı hasen uygulamıştır. Kayıtlara göre bu tekke, Matyoz veled-i Setroz isimli bir gayri-Müslime 40 kuruş borç vermiştir. Borçlanmada şahit olarak hazır bulunan Konstantin adlı bir başka gayri-Müslim de ona kefil olmuştur. Osmanlı toplumunda bazı karz-ı hasen sandıklarının yanında bu işlemi yapan para vakıfları da kurulmuştur. İslâm’ın hâkim olduğu bu dönemlerde ekonomik krizlerden dolayı intihar edenlerle ilgili herhangi bir kaydının olmaması tesadüf müdür acaba?
Velhasıl; Kuran’ın emrettiği sosyal yardımlaşma türlerinden sadece birisi olan karz-ı hasen gibi kurumları kurmadığımız ve uygulamadığımız müddetçe, ne ticarî/iktisadî hayatımızı bereketli hâle getirebiliriz, ne bankaların faizli kredi uygulamalarına son verebiliriz, ne tefeciliği/yer altı dünyasını/mafyayı ortadan kaldırabiliriz, ne de sosyal bunalımları bertaraf edebiliriz. Ve korkarım buna bağlı intihar vakıaları da ne ilki, ne de sonuncusu olacaktır….O halde neden Allah’ın emirlerini (d)uymuyor ve karz-ı hasen gibi kurumları sosyal ve iktisadî hayatımızın bir parçası hâline getirmiyoruz? Neden? Neden?
Ali Fuat Akçapınar