Dr. Vehbi KARAKAŞ
Bu makalenin doğumuna bir kürdan vesile oldu. Kendisi küçüktü, ama fonksiyonu itibariyle büyüktü kürdan. Ona görevini yaptırırken hayalim başka eşya ve aletlere uzandı. Aklıma kaşık, çatal, tabak, bardak, buzdolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, masa, bilgisayar… vs. şeyler geldi. Baktım hepsinin işimi kolaylaştırmaya ve beni rahatlatmaya yönelik ayrı ayrı görevleri vardı. Ne güzel bir tanzimdi bu. Kürdan olmasaydı, kürdanla çıkarmak istediğimi kazma ile çıkarmaya kalksaydım ne çene kalırdı ne de diş. Her eşya görevine uygun yapılmıştı veya görevlere göre alet ve eşya ihdas edilmişti. Şimdi soralım: Bu düzenleme faydalı bir iş mi?
-Evet.
-Kendi kendine olma ihtimali var mı?
-Hayır.
-Öyleyse bu hikmetli düzenlemeyi ve dizaynı kim düşünmüştü? Cevap:
-İnsanoğlu.
Bundan sonra döndüm kendime ve yediğim ürünlere baktım. Baktım ki bedenimdeki organlar, yediğim ürünler ve tabiattaki canlı-cansız varlıklar da farklı. Yine baktım ki bu farklılıkta, bu düzenlemede de çok önemli hikmetler var. Düşündüm, nasıl evimde, farklı işler görülsün diye farklı aletler yapılmışsa, bedenimde ve doğada da farklı görevler yapılsın ve ben rahat, huzurlu yaşayayım diye farklı ve doğal şeyler yapılmış ve yaratılmıştı. Şimdi soralım:
-Acaba bu dizaynı ve düzenlemeyi kim yapmıştı? Acaba insanoğlunun huzur ve rahatını düşünen, ona göre insanın yüzüne ve bedenine türlü türlü organları ve aletleri yerleştiren kimdi? Evrende en akıllı varlık insan olduğuna göre, insan da bedenindeki organları ve evrendeki varlıkları yapmadığına, yapamadığına göre bu akıllı ve hikmetli işleri kim yapıyordu? Her göreve ayrı bir organ yaratmayı veya her organa uygun görev vermeyi kim düşünmüştü? Görsün diye göz, işitsin diye kulak, koklasın diye burun, tatsın diye dil… yapmak hangi sanatkârın işiydi? Cevap:
-Allah’ın.
Bir kürdan, bir gözlük ustasız olmadığına göre, bir göz nasıl ustasız olabilirdi? En güzel şekilde yaratılan ve paha biçilmez organlarla donatılan insan, nasıl ustasız olabilir ve nasıl kendi kendine yaratılabilirdi? Diğer bir ifade ile bir evdeki eşyaları, farklı işler görsünler diye nasıl birileri düşünmüş ve yapmış ise; bedenimdeki organları, evrendeki varlıkları da farklı işler görsünler diye biri yapmış ve yaratmıştır, diyorum ve Onun da Allah olduğunu haykırıyorum. Çünkü bu kadar farklı, hikmetli ve intizamlı işlerin kendi kendine yapılması ve dizayn edilmesi mümkün değildir. Bu delile biz, “tanzim=düzenleme” delili diyoruz. Bir yerde düzenleme varsa, orada bir düzenleyen vardır, diyoruz. Bu delil ve düşünce ile ateizmin, deizmin ve materyalizmin belini kırmış, anasını ağlatmış bulunuyorum.
Ateizmin davası, Allah’ı inkâr, deizmin davası da dini ve dinin bütün esaslarını inkârdır. Ateizm direk Allah’ı inkâr, deizm de dolaylı yoldan Allah’ı inkârdır. Çünkü dini ortadan kaldırdınız mı ne ahlak kalır ne iman ne de Allah inancı.
Oh ne ala. Allah sana rahat yaşaman için kâinat adında bir konak hazırlayacak, her şeyi senin hizmetine bağlayacak, bu iyiliklerine karşılık sen mümin ve müteşekkir olman gerekirken, kalkacaksın Allah’ın verdiği akılla Allah’ı inkâr edeceksin. Onun gönderdiği ekmel dini yani İslamiyet’i, dinlerin en kötüsü, içinde yanlışı ve çelişkisi olmayan bir kitabı, yani Kur’an’ı tutarsız ve yetersiz bir kitap ilan edeceksin. Yok, öyle yağma. İşte böyle birileri çıkar, seni sığaya çeker ey inkârcı! Senin İslamiyet hakkındaki yanlış düşüncelerini param parça eder ve Allah’ın şu tehdidiyle seni baş başa bırakır:
“Sonra siz ey haktan sapan inkârcılar! (Siz bu inkârınızın ve nankörlüğünüzün cezası olarak) mutlaka (cehennemde) bir ağaçtan, zakkum (ağacın)dan yiyeceksiniz.”[1] “Karınlarınızı ondan dolduracaksınız. Üstüne de o kaynar sudan içeceksiniz. Hem de kanmak bilmez susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz. İşte bu, hesap ve ceza gününde (sizlere sunulmuş) ziyafetlerinizdir. Sizi biz yarattık. Hâlâ tasdik edip inanmayacak mısınız? Rahimlere akıttığınız meniye (siperme) bir bakın?! Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa biz mi?”[2] “Ektiğiniz tohuma bir bakın?! Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?”[3] “İçtiğiniz suya bir bakın?! Siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa biz mi?” [4]
“İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir; göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar.”[5]
[1] Vakıa, 56/51-52
[2] Vakıa, 56/53-59
[3] Vakıa, 56/
[4] Vakıa, 56/68-70
[5] Münazarat, 44