İnsan, bir haberi ilk defa duyduğunda ne yapar? Genellikle duygularına, bilgi birikimine, ön yargılarına veya ideolojik tavrına ve bakış açısına göre ya kabul, ya da ret eder. Bununla birlikte meslek icabı basın mensuplarının dışında çok az insan, haberin kaynağını araştırma ihtiyacı hisseder ve doğruluğunu araştırır. Zira duyulan bir haber, doğru olabileceği gibi, yalan ve yanlış da olabilir. Bu nedenle Kur’an, Müslümanlardan duydukları haberlerin araştırılmasını istemiştir. “Ey iman edenler! Size bir fasık haber getirdiğinde, bu haberin doğru olup olmadığını araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa zarar verirsiniz, sonra da yaptığınıza pişman olursunuz”[1] ayeti bu ilkeyi beyan eder.
Ayette iki mesajın verildiği görülmektedir. Bunlardan birincisi, haberi getirenin kişiliğine bakılması, diğeri de getirdiği haberin doğru olup olmadığının araştırılmasıdır. Haberin fâsıkın getirdiği haberle sınırlı olması, doğru söyleyen, yalan konuşmayan, güvenilir insanların sözlerine inanılması; buna karşılık yalan konuşan, alay den, kötü lakap takan, iki yüzlü davranışlarda bulunan, dinin emirlerini uygulamayan kişilerin/fâsıkların söylediklerine -doğruluğu araştırılmadıkça- inanılmaması gerektiğini ifade etmektedir. Bu nedenledir ki hadis alimleri, Hz. Peygamber’in sözünü nakleden kişilerde, bazı şartlar aramışlar ve bu şartlar arasında râvinin yalancı ve fâsık olmaması ilkesine özel atıfta bulunmuşlar; dolaysıyla yalancılığı ve fâsıklığı ile tanınan kişilerin naklettikleri rivayetleri de makbul saymamışlardır.
Bir insanın fâsık olup olmadığını Müslüman nasıl anlayacaktır? Daha açıkçası fâsıklığı belirleyen kriterler nelerdir? Ki Müslüman o kriterlere göre haberin kaynağını kolayca araştırabilsin. Bu konuda da Kur’an’ın bize rehberlik ettiğini görüyoruz. Kur’an’da fâsık, yalan konuşan,[2] alay eden, birbirlerini kınayan ve kötü lakap takan,[3] Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen ,[4] münafıklar ve [5] inkar edenler[6] olarak tanımlanmaktadır. Kısaca Allah`a itaat etmekten uzak duran kişiye fasık denilmekte,[7] “Rabbinin emrinden, O`na itaatten dışarı çıktı“[8] ayeti de buna işaret etmektedir. Buna bağlı olarak da fâsıkın şöyle bir tanımı da yapılmıştır: “Allah’ın emrini tanımayan, sapkın, günah işleyen, fesatçı, kötülük eden, amel etmediği halde kelime-i şehâdet getiren ve inanan kimse.” [9]
Fâsıkın haberini araştırma emrine ilaveten Kur’an, Müslümandan ayrıca “Hakkında kesin bilgi/ilim sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp bunların hepsi ondan sorumludur”[10] diyerek bilmediği/ cahili olduğu bir konuda konuşmamasını, hüküm vermemesini ve her hangi bir eylemde bulunmamasını da ister. Daha açık bir ifade ile ayet, bir şeyi iyice bilmeden ve anlamadan, zan ile hareket edilmesini yasaklar. Çünkü zan ilim ifade etmez. sadece ihtimal bildirir. İzmirli İsmail Hakkı’ya göre, doğruluk ihtimali % 1 olan şey, vehim; doğruluk ihtimali % 2 – 50 arası olan şey, şüphe; doğruluk ihtimali %50 -% 90 arasında olan şey, zan; doğruluk ihtimali %90 üstü olan şey ise zann-ı galip ve doğruluk ihtimali % 100 olan şey ise ilimdir. [11]
Bu nedenledir ki İslam alimleri, zannı, hüsnü zan ve su-i zan olarak iki kategoride ele almışlar ve hüsnü zannın günah olmadığını, buna karşılık su-i zannın ise günah olduğunu ifade etmişlerdir. Nitekim Kur’an’da Hz: Aişe’ye atılan iftira sebebiyle indirilen “ Siz ey müminler! Böyle bir haberi duyduğunuz zaman kadın- erkek hepinizin birbiriniz hakkında hüsnü zan göstererek, ‘Bu apaçık bir iftiradır’ demeleri gerekmez miydi?”[12] ayetinden, hüsnü zan beslemenin günah olmadığını; buna karşılı, “Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının, zira zannın bir kısmı günahtır”[13] ayetinden de de su-i zannın günah olduğunu öğrenmekteyiz. Buna ilaveten Hz. Peygamber, “Her duyduğunu söylemesi, kişiye günah olarak yeter”[14] buyurarak, bizi bu konuda uyarmakta; mümine sövmenin günah olduğunu ve fıskla itham edilen kişinin fâsık olmaması halinde bu sıfatın itham edene döndüğünü haber vermektedir.[15] Dolayısıyla Müslüman, bu ilkelere dikkat etmeli ve azamî itinayı gösterme çabası içinde olmalıdır.
Prof. Dr. Celal Kırca
[1] Hucurat,49/6
[2] Hucurât, 49/6.
[3] Hucurat,49/11
[4] Maide 5/47.
[5] Tevbe,9/67.
[6] Nur,24/55
[7] Hamdı Yazır, Hak Dini Kur`an Dili, İstanbul,1935, I/ 282
[8] Kehf, 18/50
[9] Cürcânî, et-Ta`rifât, fâsık mad.
[10] İsra,17/36.
[11] Himi Ziya Ülken, Düşünce Tarihi, İstanbul, 1966, 2/57
[12] Nur,24/12.
[13] Hucurat,49/12.
[14] Müslim, Mukaddime,5.
[15] Buharî, Edep,44.