Ezanın Anlamı
“Ezan” duyurmak, çağırmak demektir. Ezan, namaz vakitlerini bildiren ve Müslümanları cemaatle namaz kılmaya davet eden sözlerdir.
Meşruiyeti kitap[1][1] ve sünnet[2][2] ile sabittir. Ezan, Allah’ın sonsuz büyüklüğünü, Hz. Muhammed’in (s.a.v) O’nun elçisi olduğunu bildirmekte, tüm insanlığı kâinatta en yüksek hakikat olan imana, ondan sonra da namaza davet etmektedir. Ezan, İslam’ın şeairinden yani olmazsa olmazlarındandır.[3][3] Ezan, Müslümanların özgürlüğünün sembolüdür. Ezan, okunduğu yerlerin İslam ülkesi olduğuna en büyük delil ve işarettir. Bayrak gibi. Ezan bayrağa der: Sen dalgalan ki ben rahat okunayım. Bayrak da ezana der: Sen okun ki ben rahat dalgalanayım. Bayrak ezansız, ezan bayraksız olmaz. Allah bu iki değerden vatanımızı ve dünyamızı mahrum eylemesin.
Ezan Nasıl Ortaya Çıktı?
Namaz, Mekke döneminde farz kılındığı halde, Hz. Peygamber’in Medine’ye gelişine kadar namaz vakitlerini bildirmek için bir yol düşünülmemiş ve belki de cemaatle kılınmadığı için buna ihtiyaç duyulmamıştı[4][4]. Çünkü o dönemde Mekke’de Müslümanlar azdı ve zayıftı. Putperestler, inananlara ve İslâmca yaşamak isteyenlere göz açtırmıyor, nerdeyse hayat hakkı tanımıyorlardı. Bu sebeplerden dolayı o devirde gizlilik esastı. Müslümanlar namazlarını tenha yerlerde kılıyorlardı. Fakat Medine’de iş değişti. Müslümanlar burada kuvvet kazandılar. İnandıkları gibi yaşama hürriyetini buldular. Hz. Peygamber Müslümanları cemaat namazlarına toplamak için bir çare düşündü. Bu hususta ashabının, arkadaşlarının görüşüne başvurdu.
Bazıları namaz vakitlerinde çan çalınmasını, bazıları boru öttürülmesini, bazıları ateş yakılmasını, bazıları da bayrak asılmasını teklif etti. Hz. Peygamber, bunların hiçbirine razı olmadı.[5][5] Çünkü çan Hıristiyanların, boru Yahudilerin, ateş de Mecusilerin âdeti ve sembolü idi. İslâm ise bunların hepsinden farklı idi. Hiçbirine benzememeliydi.
Bu kararsızlık döneminde Müslümanlar bir süre “es-salah es-salah” (namaza namaza) veya “es-salâtu camia” (namaz insanları toplayıcı ve bir araya getiricidir) veya “es-salâtu camiatun liaksamişşükr” (namaz pek çok güzellikleri ve şükür çeşitlerini kendisinde toplar) diye bağırılarak namaza davet edildi.[6][6]
Görüşler bir noktada ittifak etmemişti. Kâinatın Efendisinin saadetli yüzlerinde neşesizlik okunuyordu. Bu yüzden meşveret heyetinde bulunanları gam almıştı. Hz. Abdullah b. Zeyd el-Ensârî diyor ki: “Ben de gamlı ve kederli yatmıştım. Uyku ile uyanıklık arasında bana biri geldi. Yeşil elbiseler içinde olan bu zat, kıbleye karşı durdu ve:
Allahu ekber Allahu ekber
Allahu ekber Allahu ekber
Eşhedü en lâ ilahe illallah
Eşhedü en lâ ilahe illallah
Eşhedü enne Muhammeden Resulullah
Eşhedü enne Muhammeden Resulullah
Hayye ale’s-salah, Hayye ale’s-salah
Hayye ale’l felah, Hayye ale’l-felah
Allahu ekber Allahu ekber
Lâ ilahe illallah
[7][7]
diyerek ezanı tamamıyla okudu, sonra biraz bekleyip ezanın kelimelerini bir daha okuyup sonuna yakın (hayye ale’l-felah’tan sonra) iki kere “Kad kameti’s-salâtu” (namaz başladı) dedi. Bu da kamete işaret oldu.
Ben hemen kalkıp Resulullah’a gittim, rüyayı arz ettim. Bunun üzerine Resulullah:
“Hak rüyadır. Bilal’e anlat. Ve öğret. Onun sesi seninkinden daha güzel ve gürdür.” buyurdular. Ben de onu Bilal’e anlattım.[8][8] Hz. Bilal Medine içinde Neccaroğullarından bir kadına ait yüksekçe bir evin damına çıktı. Sabah namazı için bugünkü bilinen şekliyle ilk ezanı okudu.[9][9] Hz. Ömer (r.a.) bu sesi duyar duymaz ridasını bile üstüne almadan sokağa fırladı. Hızlı bir şekilde Hz. Peygamberin (s.a.v) huzuruna vardı ve:
-Ya Resulallah! Seni peygamber olarak gönderen Cenâb-ı Hakk’a yemin ediyorum ki bunun gördüğü rüyanın aynısını ben de gördüm, şu kadar ki o benden önce size gelmiş, dedi. Hz. Peygamber (s.a.v) de: Allah’a hamd olsun, bu da böylece gerçekleşmiş oldu, buyurdu.”
O gece sahabeden yedi kişinin o rüyayı aynen görmüş oldukları da rivâyet edilmiştir. İşte ezan bu şekilde ortaya çıkmış, Hz. Peygamberin emriyle kesinlik kazanmış ve ihtimal ki vahye yakın bulunmuştur.[10][10] Böylece ezan hicri 1. (m. 622) veya bir rivâyete göre 2. (m. 623) yılda meşru kılınmış,[11][11] o günden itibaren okunmaya başlamış, değişmeden günümüze kadar gelmiş ve kiyamete kadar böyle sürüp gidecektir.
ŞİMDİ GELELİM ASIL MESELEYE:
EZAN ARAPÇA’DAN BAŞKA BİR DİLLE OKUNABİLİR Mİ?
Fakıhlerin kahir ekseriyetine göre, ezanın Arapça’dan başka bir dilde okunması caiz değildir. Onun içindir ki ezan, on dört asır içerisinde dilleri birbirinden farklı bütün İslâm ülkelerinde, Arapça’dan başka bir dille okunmamıştır. Bize göre de ezan Arapça’dan başka bir dille okunamaz, okunan şey de ezan olmaz. Bunun nedenlerini madde madde sıralayalım:
1- Ezanın sözleri Arapça’dır. Ama Arap’ın sözleri değildir. Onun nazmı ve lafzı yani dizilişi ve sözleri ashaptan Abdullah b. Zeyd’e, Hz. Ömer’e ve daha pek çok sahabeye (r. anhüm) Allah tarafından rüyada ilham edilmiş; Hz. Peygamberin onay ve tasdikleriyle kesinleşmiş, 1400 küsur senedir dilleri farklı bütün İslâm ülkelerinde değişmeden, tartışılmadan “Ezan-ı Muhammedî” olarak okuna gelmiştir.
2- Ezan’ın, “Ezan-ı Muhammedî” olarak adlandırılmasında da güzel bir espri vardır. Arap kalkıp “Ezan-ı Arabî” yani Arap Ezanı demesin, Pakistanlı kalkıp “Ezan-ı Pakistanî” yani Pakistan Ezanı demesin, Müslüman Türk kalkıp “Ezan-ı Türkî” yani Türk Ezanı demesin diye bütün Müslümanların ittifak ettiği güzel bir isim bulunmuş, peygamberimiz Hz. Muhammed’e (sav) dayandırılarak “Ezan-I Muhammedî” yani Muhammedî Ezan, diğer bir ifade ile Muhammed’in ezanı denilmiştir. Ezan-ı Muhammedî evrenseldir. Bütün Müslümanları içine alan bir ifadedir. Çünkü Hz. Muhammed (sav) bütün Müslümanların peygamberidir.
3- Düşman istilasında kalan Müslüman topraklarında ilk yapılan şey ezanı yasaklamak olur. Çünkü ezan bir paroladır, Müslümanların hürriyet ve birlik alâmetidir.[12][12] İşte bu sebeptendir ki, “Ezan okuma, İslâm dünyasında fetih ve zaferlerin vazgeçilmez bir unsuru olmuştur. Nitekim Mekke’nin fethinden beri ele geçirilen her beldede yapılan ilk uygulamalardan biri, fetih müjdesini her tarafa duyurmak için yüksek bir yerde ezan okumak olmuştur. Bâkî’nin meşhur Kânûnî Sultan Süleyman mersiyesindeki:
“Aldın hezar bütgedeyi mescid eyledin
Nakûs yerlerinde okuttun ezanları.”
beyti bu uygulamanın divan şiirine aksetmiş bir ifadesidir.[13][13]
4- Ezanın görevini yapsın diye önceden çok teklifler geldi. Çan çalınsın, boru öttürülsün, ateş yakılsın denildi[14][14]; ama bunların hiçbiri hüsn-ü kabul görmedi. Çünkü bunların hepsi beşerî idi. İnsanların düşüncesinin ürünüydü. Aynı zamanda bunlar, Hıristiyanlğa, Yahudiliğe ve Mecusiliğe davet gibi bir yanlışı çağrıştırıyordu.
5- Halbuki ezan, beşerin ürünü değildi. Buradan da anlaşılıyor ki ezan, ilâhî bir tercihtir, ilâhî bir davettir, ilâhî bir tebliğdir, ilâhî bir mesajdır. Mesajını insanlığa duyurmak isteyen Allah, herhalde bunu dillerden birini seçerek yapacaktı. Nitekim öyle yapmış, dillerden Arapça’yı seçmiş, ezanı da Arapça ilham eylemiştir. O, Fail-i Muhtar’dır, dilediğini yapmakta serbesttir. Kimsenin O’na ‘Neden Arapça’yı seçtin?’ demeye hakkı yoktur.
6- İslâm şeairindeki ilâhî ve nebevî kelimeler canlı ve sevaplı bir kabuk ve bir deri gibidir. Bir hayvanın derisi veya bir meyvenin kabuğu soyulsa, az bir zaman sonra o zarif et ve o güzel meyve siyahlanır, kokar. İşte gerek ibadette ve gerekse ezanda olsun İslâm şeairindeki Arapça ifadeler canlı ve sevaplı bir deri ve bir kabuk gibidir. Onlar soyulursa, geçici olarak manaları bir derece görünür; fakat o mübarek manaların ruhları uçar, geriye dumanı kalır. Ümmî bir adam yani Kur’an’ın manasını bilmeyen biri Kur’an’dan yarım sayfa okusa o Kur’an okumuş sayılır. Kur’an’ın manasını bilen bir alim Kur’an’ın mealinden on sayfa dahi okusa Kur’an okumuş sayılmaz. Çünkü Kur’an denildi mi onun lafzı ve nazmı akla gelir. Lafız ve nazım ortadan kalkarsa Kur’an diye bir şey kalmaz. Geriye kalan meal ve tercümedir. Kur’an’ın meal ve tercümesi de Kur’an değildir ki onunla ibadet yapılabilsin. Aynen bunun gibi ezanın Arapça sözleri de ilâhîdir. Türkçeleştirilse ve Arapça ezanın yerine Türkçe’si okunsa, o, ezan sayılmaz. Ezan evrenselliğini kaybetmiş olur. Okuyan, sadece ezanın Türkçe’sini okumuş olur. Türkçe ezan da orijinal ezanın kazandırdığını kazandırmaz. Parola ve şeair olmaz.
7- İslâmiyet’in meselelerinden bir kısmı “Taabbüdî”dir. Yani Allah ve Peygamberi ne koymuşlarsa, nasıl istemişlerse öyle yapılır. Yüz bin hikmet ve maslahat onları değiştiremez. Mesela biri, “Ezanın hikmeti Müslümanları namaza çağırmaktır. Şu halde bir tüfek atmak kâfidir.” derse yanlış söylemiş olur. Çünkü ezanın sadece bir hikmeti yoktur. O, pek çok hikmetlerden sadece bir hikmet olabilir. Ezanın en önemli hikmetlerinden biri, insanlık adına, o şehir ahalisi adına, kâinatın yaratılışının en büyük neticesi ve insanoğlunun yaratılışının en büyük gayesi olan tevhidi ilân etmek, Allah’ın Rab oluşuna karşı kulluğu itiraf etmektir.
8- İki çeşit hak vardır. Biri şahsî, özel hak, diğeri umûmî, genel haktır. Genel haklara “Hukukullah” Allah’ın hakları da denilir. Bunların bir adı da “Şeair-i İslâmiye” yani “İslâmî semboller”dir. Bu haklara bütün Müslümanlar ortaktır. İşte o şeairden biri Ezan-ı Muhammedî’dir. Bütün Müslümanların rızası olmadan onlara ilişmek, herkesin hukukuna veAllah’ın haklarına tecavüz sayılır.
İşte bu sebeplerden dolayıdır ki, hiçbir Müslüman ve hiçbir İslâm ülkesi ezanı orijinalinden başka bir dille okumak ve dinlemek istememiş, okuyanlardan ve okutanlardan da asla razı olmamıştır.
9- Ezanın kelimeleri vecizdir, mu’cizdir, ilâhîdir. Mesela son cümlesini ele alalım. La ilahe illallah’ın her bir kelimesinde bir La ilahe illallah vardır. Yani manası vardır. La ilahe illallah, Allah’tan başka tanrı yok demektir. “La ilahe”yi kaldırın “illallah” deyin, yine yalnız Allah var demektir. “İlla”yı kaldırın “Allah” deyin, yine kâinatın mutlak hâkimi akla gelir. “Allah” lafza-i celalinin başından elifi kaldırın, “Lillah” yine her şey Allah içindir anlamına gelir. “Lillah”taki birinci lamı kaldırın “lehu” kalır. Yine her şey Allah’ındır anlamına gelir. “Lehu”daki lamı kaldırın, geriye “Hû” kalır. Her şey “O” deyip inlemekte, O’na ayna olup Onu göstermekte, Allah’ın varlığını ve birliğini ilân etmektedir.
10- Şimdi bir de gelin Allah lafza-i celalinin yerine konulan “TANRI” kelimesini düşünelim. Başından T’yi kaldırın geriye ne kalıyor? ANRI. Ne anlama geliyor? Hiç. A harfini kaldırın ve bakın, geriye hiçbir şey kalmadığını göreceksiniz. Öyleyse gelin bu taşları yerinden oynatmayalım. Çünkü bu taşları Allah dizmiş ve Allah dizdirmiştir.
11- “Tanrı uludur” sözü, hiç zevk vermiyor insana. Sanki Allah’ın büyüklüğü Türkiye hudutlarıyla sınırlandırılmış gibi geliyor bana. Halbuki benim inandığım Allah’ın büyüklüğü sınırsız. Bunu da ancak “Allahuekber” sözü ifade etmektedir. Yusuf İslâm da işte bunun için ezanı orijinal diliyle okumaktadır. Biz dine uyarsak din, din olur. Biz de Allah’ın razı olduğu bir insan oluruz. Dini kendimize uydurursak din, din olmaktan çıkar. O da bizim gibi perişan olur.
12- Müslüman, ırkçılık davası güdemeyeceği gibi, dil ırkçılığına da tenezzül etmemelidir. Hikmet ve ilim hangi dille bizim elimize tutuşturulursa onu alırız. İlmin ve hikmetin Müslümanı, gayrimüslimi olmaz. Yüce Allah mesajını Hz. Muhammed’in eliyle, elektriği de Edison’un eliyle insanlığa ulaştırmıştır. Biz bunların hiçbirine sırt çeviremeyiz.
13- Tanrı kelimesine takılmamın sebebi, bu kelimenin Allah lafza-i celalinin yerine konulması ve onun bir tercümesi olarak gösterilmesidir. Yoksa Tanrı diyen der, ona biz karışmayız. Ama “Allah” lafza-i celalinin yerine konulmasına da asla razı olamayız.
14- Şunu da unutmayalım: Bunca çabalamalara rağmen “tanrı” kelimesi bir türlü milletin ağzına yakışmamış ve kalbine oturmamış, “Allah” lafza-i celali de bu milletin ağzından düşmemiş ve kalbinden çıkmamıştır. Mesela hemen hemen herkes her kızdıkça ve sıkıştıkça, “Allah Allah, Allah Allah” der durur; “Tanrım Tanrım, Tanrım Tanrım” demez. Depreme tutulan meyhaneciler ve eğlence âlemlerindekiler bile, “Allah Allah” diyerek kaçıyor. Kahraman Mehmetçik de düşmana karşı şahlandığında “Allah Allah” diyerek hücuma geçmiyor mu? Allah inancı ve sevdası -günahkâr da olsak- bu milletin ruhuna işlemiştir. Bırakın “Tanrı” kelimesini Yüce Allah’ın isimlerinden birini lafza-i celalin yerine koysanız, yine lafza-i celalin yerini dolduramaz. Mesela sen, Allah’ı “Rahman” ismiyle çağırsan, onu rahmetle vasfetmiş olursun, ama kahırla vasfetmiş olmazsın. “Alim” ismiyle çağırsan ilim sıfatıyla vasfetmiş olursun, kudretle vasfetmiş olmazsın. Ama sen Allah’ı “Ya Allah” diyerek Allah ismiyle çağırırsan bütün sıfatlarıyla onu vasfetmiş, zikretmiş ve çağırmış olursun. Her alim, her kadir, her rahîm Allah değildir. Ama Allah hem alîmdir, hem kadîrdir, hem hakîmdir, hem rahmandır, hem rahimdir, vs. Kelime-i Şehadet öyle bir kelimedir ki, o kelime ile kâfir küfürden İslâm’a geçer. Kâfir “Şehadet ederim ki Rahman’dan yahut Rahîm’den yahut Melik’ten yahut Kuddüs’ten başka ilah yoktur.” dese küfürden çıkamaz, İslâm’a da girmiş olmaz. Fakat ne zaman ki “Ben şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur.” dese işte o zaman küfürden kurtulur, İslâm’a girer.[15][15] Çünkü “Allah” lafzı, bütün esma-i hüsnayı içinde toplayan bir lafızdır. Hiçbir kelime onun yerini tutmaz, onun tercümesi olamaz.
15- Bugün okunan ezanlar o kadar lâhûtî ve derûnîdir ki, hele bir de güzel okuyanların sesinden dinlendiğinde o kadar tatlı olmaktadır ki, o ezanlar, insanları kendilerinden almakta, cennetlere götürmekte ve şairlere ilham kaynağı olmaktadır. İşte İstiklal Marşı şairi bir dörtlüğünde ezana şöyle vurgu yapar:
Ruhumun senden İlâhî şudur ancak emeli
Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli
Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli
Ve işte Yahya Kemal. O da Akif’in temennilerine şu mısralarıyla katılır:
Şu kopan fırtına Türk ordusudur Ya Rabbi
Senin uğrunda ölen ordu budur Ya Rabbi
Galib et ezanlarla yükselsin müebbed namın
Galib et çünkü bu son ordusudur İslâm’ın…
16- Birisi kalkıp “İyi de ben bu mesajı anlamıyorum.” dese, bu geçerli ve masum bir çıkış olmaz. Müslümansan, ciddi bir mazeretin de yoksa anlayacaksın kardeşim. Zaten Müslüman anlar. Müslümanın anlamıyorum diye bir problemi olamaz ve olmamalıdır. Neden?
17- Şu sebepten: Dünyevî istikbalini garanti etmek için çok şey öğrenen, hatta bazen de günde 50 yabancı kelime ezberleyen insanların 15 kelimelik ezanı bir ömür boyu öğrenmemeleri, 15 günde öğrenilecek Kur’an’ın 15 günde ezberlenebilecek kısa surelerini bir hayat boyu ezberlememeleri ve ibadet hayatına uygulamamaları, eğer zekânın azlığından veya totaliter baskılardan kaynaklanmıyorsa, işin içinde bir kasıt ve bir art niyet var demektir. Hiçbir Müslümanın ezana karşı, Kur’an surelerini orijinaliyle ezberlemeye karşı, art niyetli olacağını düşünemiyorum ve bunun da o kadar zor bir iş olmadığına inanıyorum. Anlama, öğrenme ve söyleme imkân ve kabiliyetinden yoksun olanlar mazurdur. Allah böylelerinden zaten bir şey istememektedir.
18- Millet Meclisinde bir yemin töreni yapılır. Oraya mahsus yeminin bir metni vardır. O metni biri değiştirmeye kalksa yemini geçerli olmamakta, hatta ağır ithama maruz kalmaktadır. Görülüyor ki beşer beşerin koyduğunu değiştiremiyor. Değiştirse kıyametler kopuyor. Peki şu insanoğlu Allah’ın koyduğunu ve Hz. Peygamberin uyguladığını, ümmetin baş tacı edip kabul ettiğini değiştirmeye nasıl cesaret edebiliyor? 1400 senelik bu güzelliği değiştirmeye nasıl yeltenebiliyor? İnsaf!
19- Ezanın aslına ve orijinaline karşı çıkanlar gayrimüslim olsalar, hiç yadırgamam. Ama Müslüman olduğunu söyleyenler, ezanın aslına karşı çıkarlarsa buna yanarım. Cat Steven Müslüman oldu. Hz. Peygamberin hem dinine, hem de diline teslim oldu. ‘Neden ezan İngilizce değil de Arapça, neden Kur’an Arapça, neden peygamber Araplardan?’ diyerek hâşâ Allah’ı yargılamaya kalkmadı. Allah’ı sorgulamak ve yargılamak gibi bir yanlışa ve saygısızlığa düşmedi.[16][16]
Bu vatanın çocuklarını Allah, bu yanlışa düşmekten korusun, doğruları görmeye, anlamaya muvaffak eylesin.
[17][1] Bkz. Mide, 5/58; Cuma, 62/9
[18][2] Nesaî, Ezan, 4; İn Mace, Ezan, 1
[19][3] Bkz. Naim, Ahmet, Sahih-i Buhari Muhtasarı, Tecrid-i SArîh Tercemesi, Ank. 1983, II, 550
[20][4] İlmihahal, Divantaş, I, 266
[21][5] Berki, Ali Himmet, Keskioğlu, Osman, Hz. Muhammed ve Hayatı, 177
[22][6] Bkz. Buhari, Ezan, 1; Müslim, Salat, 1; Ebu Davud, Salat, 27; Tirmizî, Salat, 25; İbn Mace, Ezan, 1; Nesaî, Ezan, 1; İlmihal, Divantaş, I, 266
[23][7] Ezanın Kur’an alfabesiyle olan şekli de aşağıdaki gibidir. Bir farkla: Hayyelelfelah’dan sonra sabah ezanında “namaz uykudan hayırlıdır anlamına gelen “essalatü hayrun minennevm” ilavesi vardır.
اَللَهُ اَكْبَرُ- اَللَهُ اَكْبَرُ
اَللَهُ اَكْبَرُ- اَللَهُ اَكْبَرُ
اَشْهَدُ اَنْ لَا اِلَاهَ اِلَّا اللهُ – اَشْهَدُ اَنْ لَا اِلَاهَ اِلَّا اللهُ
اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمّدًا رَسُولُ اللهِ – اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمّدًا رَسُولُ اللهِ
حَىَّ عَلَى الصَّلَاةِ – حَىَّ عَلَى الصَّلَاةِ
حَىَّ عَلَى الْفَلَاحِ – حَىَّ عَلَى الْفَلَاحِ
(اَلصَّلَاةُ خَيْرٌ مِنَ النَّوْمِ) – (اَلصَّلَاةُ خَيْرٌ مِنَ النَّوْمِ) *
اَللَهُ اَكْبَرُ- اَللَهُ اَكْبَرُ
لَا اِلَاهَ اِلَّا اللهُ
[24][8] Zihni, a.g.e., 221-222
[25][9] İlmihal, Divantaş, I, 266
[26][10] Zihni, a.g.e., 223
[27][11] TDVİA, Ezan md. XII, 36
[28][13] TDVİA, XII, 43
[29][14] Zihni, a.g.e., 221
[30][15] El-Fahrru’r-Razî, et- Tefsîrü’l-Kebîr, I, 164
[31][16] Ezan ve namaz hakkında daha geniş ve sağlıklı bilgi için bkz. Karakaş, Vehbi, Niçin Namaz, 169-195, Siyer Yayınları, İstanbul-2018; ayrıca “ALLAH VE NAMAZ NASIL ANLATILIR” “NAMAZA NASIL BAŞLANIR” adlı kitaplarımıza bakmanız ricasıyla selam, sevgi ve saygılar.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi