Sivrisineklerin peşine düşüp onlarla oyalanmak akıl kârı değildir. Bataklığı görmeyip tek tek onları kovalayanlar hastalıktan kurtulamazlar. Çözüm, etkin akıl ve büyük davadır.
Büyük dava Hazreti Âdem aleyhisselam ile başlar, son Peygamber Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e kadar gelir ve orada kıvam bulur. Kendilerine Kitap ve şeri’at gelen ve diğer peygamberlerin tamamı tek bir sistemin görevlileri olarak tevhid sistemini savunurlar. Bunun “hak” alanında şaşmaz sebebi vardır; Beşeri yorumlar, “hakka” müdahale edince tevhid dışına taşar ve yeni peygamberin gönderilmesine sebep olur. Yeni gönderilen peygamber, “hakka” uyulması öğüdünü verir, kendine emredileni tebliğ eder.
İnsanlık tarihinde yaşanan ve görülen hep bu gerçektir. İsrailoğullarından Yehuda nesli, sistemin akışına müdahale etti. Peygamberler halkasının bir noktasında, Hazreti İsa aleyhisselam’ı kabul etmediler, vahyi sisteminden koptular. Nasranîler de Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi kabul etmediler. Onlar da son halkadan koptular. Bunlar tevhid sistemi İslam’dan koparak kendilerini devre dışı durumuna düşürerek sapkınlaştılar.
Bu sistemin son halkası Kur’an, tevhid sisteminin inkıtaa uğramamış mükemmel halidir. Bakara suresi 285. Ayette bu gerçek şöyle anlatılır; Resûl Rabbinden kendine indirilen Kur’an’a iman etti, müminler de iman ettiler; hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inandılar. Allah’ın Peygamberlerinden hiç birinin arasını ayırt etmeyiz, duyduk ve itaat ettik diyerek kabul ettiler. Bütüncül açıdan baktığımız zaman Kur’an’ın bu ifadeleri büyük bir önem taşımakta ve çok ciddi mesajlar vermektedir. Yüz yirmi dört bin peygambere gelen dinin adı; “Doğrusu Allah katında din, İslam’dır. O kitap verilenlerin ayrılığa düşmeleri ise sırf kendilerine ilim geldikten sonra aralarında zuhur eden azgınlıktandır, ihtirastandır.” (Ali İmran:3/19) diyerek açıklar.
Demek ki her peygambere gelen din İSLAM’DIR. Geçmişte nasıl Yehuda nesli ve Nasranîler, tevhidden kopup “İslam” ismini beşerileştirdiler ise sonunda da bu “İslam” dinin karşısına “laiklik” denilen bir sistemi getirip tepeden aşağı giydirenler de aynisini yaptılar.
“Laikliği” bizim başımıza çuval gibi giydirip İslam sisteminden bizi mahrum edenler bizi korkunç bir bataklığın içine sürüklediler. İnsan denilen “ahseni takvim” varlığı, kadın-erkek diye parçaladılar. Parçalardan biri olan kadını ele alıp kutsadılar, erkeği ötekileştirdiler.
Kadını, kadınlıktan soyutladılar, pimi çekilmiş bombaya dönüştürdüler, erkeği bloke ederek dengeleri sarstılar. İşte böylesi bir çöküşün oluşmasını hızlandıran sözleşmeye, sahip çıkan birileri “ben iktidara gelince İstanbul sözleşmesini aynen geri getireceğim” sözünü verebiliyor. Aslında bu hüküm Haçlı Avrupa referanslı bir çırpınıştır. Böylesi bir hükmü veren liderin ne demek istediğini düşünebiliyor musunuz? Düşünün ki, ilgili sözleşme ile hedeflenenden daha korkunç tahribat olmuş, kadın kocasından, koca da karısından güven kaybına uğramışlardır. Gönül bağını koparmışlardır. Artık toplumda sözleşme, misyonundan çok daha fazla tahribat yapmış ve iş işten geçmiş olmasına rağmen birileri bu işi bırakmıyor.
İnadına aile içi cinayetleri kimse önleyemiyor. Üstelik cinayetler periyodik olarak arttıkça artıyor. Kadın programlarına sel gibi insan akın ediyor. Oralarda taraflar hiçbir sınır ve hiçbir kural tanımıyor. Taraflar birbirlerini yalanlıyor, hakaret ediyor, aile mahremiyetini bonkörce ifşa ediyorlar. Milyonlarca seyircinin gözü önünde şiddet katmerlenerek zirve yapıyor. Taraflar karşılıklı gladyatör savaşını andırır kavga yapıyor ve günlerce hatta haftalarca bu düzeysiz itişip kakışmalar hız kesmeden devam ediyor. Yetmiyor, bu şiddet geniş alanlara kâbus gibi çöküyor. Bunlar normal insanların beyinlerini ve duygularını bloke ediyor. Bunları önlemek için ortalıklarda çare telkin edecek etkin bir irade de görülmüyor.
Niçin biliyor musunuz? Rehberi cahil olanın kötülükten korunması hayaldir. Demek ki, beşer, fıtrat kanuna ne kadar müdahale ederse, o oranda çıkmaza girer. “Hak” zayi olur, kamuda hukuk terörizmi yayılır. Artık bütün çevreyi “sivrisinekler istila eder. Her tarafı kara bulutlar kaplar. Bunun tek çaresi büyük davadır. “Ya hep ya da hiçtir.” Bunun tavizi yoktur.
Onun için de sivrisinek kovalama yerine bataklık!?
Esselamualeykum.
İlhan ORAL