Hak sandı. Hak sandığı yerde yerini aldı. Daha sonra, önceleri hak görünüp sonradan haksızlaşan haksızların yanında olduğunu fark etti. Haksızların haksızlıklarını ve yanlış icraatlarını alkışlamadı. Bu yüzden itildi, kakıldı, kovuldu, yalnızlığa mahkûm edildi. Hakkında şiirler yazdığı, methiyeler dizdiği, sevdasına kapıldığı koskoca bir vatan, onun için yaşanmaz bir ülke haline geldi. O da başını alıp Mısıra gitti. Kimden bahsettiğimi anladınız değil mi? Mehmet Âkif Ersoy’dan bahsediyorum. Şimdi daha iyi anlamak için birinci paragrafı bir kere daha okuyabilirsiniz.
Âkif uzun yıllar sonra tedavi için İstanbul’a geldi. İstanbul’da vefat etti. Dört tane hamalın omuzunda cenazesi Beyazıt Camisinin musallasına götürüldü. Tabutunun üzerinde ne örtü ve ne de Türk bayrağı vardı. Bir fakirin cenazesi sandılar. Âkif’in cenazesi olduğu anlaşılınca, İstanbul üniversitesi öğrencilerine haber saldılar. Öğrenciler cenazeye doğru akin akin gelmeye başladı. Cenazesinde resmi zevattan kimse bulunmadı. Resmi anlamda bir tek kişi vardı. Oda Âkif’in cenazesine katılanları fişlemek için gönderilen adamdı. İstanbul Üniversitesi öğrencileri tarafından namazı kılındı, yine onların omuzlarında taşınarak Edirnekapı Mezarlığı’nda dostu Babanzade Ahmed Naim’in kabrinin yanında toprağa verildi.
Üniversite öğrencileri de olmasaydı Âkif’in cenazesi kim bilir belki ortada kalacaktı. Bir vatan şairine, İstiklal marşı şairine böyle bir muamele nasıl reva görülebilirdi? İnsan şaşıp kalıyor. Acaba başka hangi ülkede, o ülkenin kurtuluş savaşı marşını yazan bir şaire böyle bir muamele reva görülmüştür? Bu nasıl bir düşmanlık, bu nasıl bir kafa, bu nasıl bir vefa ve bu nasıl bir insanlıktır? Anlamak gerçekten zor.
Mehmet Âkif,münevverdi, âlimdi, kahramandı, veterinerdi, güzel ahlakta örnekti, müfessirdi, hatipti, hatimle teravih namazı kıldıracak kadar hafızdı, vaizdi, cömertti, şefkatliydi. Soğuktan titreyen bir adam gördü. Üstünde elbisesi yok denecek kadar zayıftı. Çıkarıp paltosunu adama giydirdi. Aynı zamanda aç olan bu adama karnını doyuracak para verecekti, ama o kadar parası yoktu. Çok üzüldü. “Ya param olsaydı, ya da şefkatim olmasaydı”, dedi.
Âkif, İstiklal ve İslam şairiydi. Vatan için, millet için, kahraman ordu için kimsenin yazamadığı şiirleri, marşları, destanları yazdı.
Rûhumun senden, ilâhi, şudur ancak emeli;
Değmesin mabedimin göğsüne na-mahrem eli!
Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
diyen, bu milletin mukaddes değerlerinin yaşamasına dua eden bir adamdı.
Ne büyüsünki kanın kurtarıyor tevhidi
Bedrin arslanları ancak bu kadar şanlı idi.
diyen ve Mehmetçiklerimizi Bedrin arslanlarına benzeten o idi. Paraya ihtiyacı olmasına rağmen, İstiklal şiir yarışmasında kazandiği birincilik ödülüne tekabul eden parayı, fakir-fukaraya dağıtılmak üzere kızılaya bağışlayacak kadar gözü tok bir insandı.
“Sahipsız olan bir memleketin batması haktır,
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.”
diyen ve herkesi vatanına sahip çıkmaya davet eden bir vatanseverdi.
“Dünya neye sahipse onun vergisidir hep
Medyun ona cemiyeti, medyun ona ferdi
Medyundur o masuma bütün bir beşeriyet
Ya Rab! Bizi mahşerde bu ikrar ile haşret
diyecek kadar Peygamber sevdasıyla dopdolu bir insandı.
Âkif’e sahip çıkmayanlar üç zümre idi:
1-Kimi, o gün hâkim gücün korkusundan ona sahip çıkamadı, 2-Kimi hâkim gücün gafil yandaşı olduğundan,
3-Kimi de din ve mukaddesat düşmanlığından.
Buna rağmen o güzel insan, sevdalısı olduğu Allah’ın takdirini, her şeyin üstünde tuttu. O bana yeter, dedi. Onun aşkı ve sevdasıyla yaşadı. Nihayet Onun davetiyle fani ve vefasız bir dünyadan, kadirbilmezlerin dünyasından baki ve ebedî karargahına, kadir bilenlerin dünyasına, firdevs cennetlerine uçup gitti.20 Aralık 1873’de dünyaya gelen bu bahtiyar insan, 27 Aralık 1936’da 63 yaşında Rahman’nın rahmetine, Rahîm’in cennetine kavuştu.
Gayb perdesi açılsa acınacak durumda olanın, Âkif değil, ona bu zulmü reva görenlerin olduğu görülecek, nasıl el açıp Âkif’e yalvardıkları müşahede edilecektir.
Allah Âkifimize rahmet eylesin. Onu ve sevenlerini Firdevs cennetlerinde ağırlasın.
Yazımızı yine onun şu muhteşem mısralarıyla noktalayalım:
Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi