Batının bize dayattığı Modern eğitim sistemi, eğitim yıllarımızda önümüze düz bir çizgi çekerek, ilkel çağdan bu yana, yani modern dünyaya uzanan bir tablo öğretti. Çizdikleri bu düz çizgide adeta insanlığın kaderini de kendileri belirleyerek, medeniyet haritası çıkarıp, nereden nereye geldiğimizi bize öğretmeye çalıştılar. Bizi yemlediler, biz de bu yemi yıllar yılı yedik durduk.
Kendi sapık dünya görüşlerini, medeniyet adına bütün insanlığı aşağılayarak anlattılar. İnsan dayatılan evrimsel süreci okuyup da biraz düşündüğünde, atalarının ne kadar ilkel ve çağ dışı (!) olduğunu öğrendikçe, o zamanlarda yaşamadığına şükreder bir zihin yapısına sahip oldu. İnsanın tarih boyunca ilkellikten medeniyete doğru bir yolculuk yaptığını, ilkellikten kurtulmak için büyük bir serüvenin maceraperestleri gibi sergilendiği tarih öğretilerinde, nihai noktanın günümüz medeniyeti olduğunda karar kılmış olarak neredeyse tarihi de sonlandırdılar.
Müslümanların tarih bilincinden yoksun olmaları, tarihi gerçeklerin aslında neler olduğu hususunda kafa yormamaları, yerli işbirlikçilerin yardımıyla bu sergilenen tablonun işlerlik kazanmasına neden oldu. İnsanlık tarihinin aslına tekabül eden kırılmaların hiç birinden bahsedilmeden öğretilen insanlığın tarihi serüveni, materyalist zihnin ürünü olarak alt benliğimizi işgal etti. Bu zihin işgali öylesine etkisini gösterdi ki, ilkel çağda yaşadığı söylenen insanların medeniyetten uzak yaşam tarihlerinde imar ettiklerinin nasıl yapıldığını bile halen çözemeyen medeni (!) dünya, bizim bu insanların ilkel olarak yaşadıkları çağda ortaya çıkardığı eserleri nasıl yaptıklarını bile sorgulamamıza engel oldu.
Bütün hayata müdahale ettiği gibi, insanlığın Tarih Tasavvuruna müdahale eden işgalci Batı zihniyeti, gerçek manada yaşanan tarihi kırılmaları, insanlık tarihine yön veren hiç bir hadiseyi gündeme getirmeden, uydurma bir tarihi çağlar çizgisiyle, kendinin ne kadar medeni (!) ve gelişmiş olduğunu dünyaya dikte ederek, geliştirdikleri gayri meşru yaşam tarzına meşruiyet aramıştır. Öyle ki, ilk çağ diye adlandırdıkları döneme tekabül edebilecek Hz. Nuh’un (a), bütün insanlık tarihinde ki ortaya çıkan kırılmaya hiç değinmeden mitolojik bir olgu olarak bile bahsetmemesi, sonra da Nuh (a) gemisini araması, yine insanın zihniyle alay ettiği görülmektedir.
Öğretilen tarih, vahyi düşünce referansından uzak olduğu için, kitapsız ve nebisiz bir tarih anlayışı ışığında kurulan tarih tasavvuru, insanlığın kurtuluşuna dair kırılma noktalarını da görmezden gelmiştir. Aldığı vahyin gücüyle geldikleri toplumları dönüştüren, muktedirleri aciz bırakan, imparatorlukları dize getiren nebiler, dayatılan tarih tasavvurunun hiç bir yerinde yoktur. Babil medeniyetinden bahseden batılı tarih tasavvuru, tek başına bir ümmet olan Hz. İbrahim’den (a) hiç bahsetmez. Batı, dünyanın bütün güzelliklerini hep kendi rengine boyamak istediği için, asıl olana hiç bir zaman yer vermemiştir. Dünyanın tamamını kendisiyle özdeşleştirmeye çalışan materyalist Batı zihni, ezilmişlerin, sömürülenleri, katledilenlerin sağlıklı bir tarih tahlili yapmalarının önüne geçmek için alabildiğine çabalıyor.
Müslümanca zihinle düşünüldüğünde, insanlık bütün tarihi kırılmalarını her zaman gelen Nebilerle yaşamıştır. İnsanlık tarihindeki bütün kırılma anları, şehirlerin merkezlerine gönderilen Allah’ın Resulleriyle gerçekleşmiştir. Ama ne yazık ki, batılı tarih tasavvurunun etkisi, Müslüman zihinleri bile etkilediğinden, Müslümanlar tarihe dönüp baksalar bile, yeniden bir hayat inşasının, dünya kurgusunun nasıl olabileceğini göremiyorlar.
Biz Müslümanlar, Hz. Adem’den (a) bu yana bizim için kendilerinde en güzel örneklerin olduğu Peygamberleri, onların mücadelelerini, dünya kurgularını, tarih tasavvurumuzun hastalıklı olması nedeniyle, asıl bize gösterilmek isteneni göremiyoruz. Geldikleri toplumları dönüştürmeleri hasebiyle, bunun nasıl olduğunu düşünmesi gereken Müslüman zihin, hastalıklı bakış açısıyla çıkış yolunu bulamıyor. Bulamayınca da Hz. Adem (a) konusunda gelinen nokta, O’nun ilk insan mı değil mi? Çocukları bir biriyle evlendi mi evlenmedi mi? diye takılıp kalıyor. Hz. Adem’in (a) bu yönüne dair tartışmalar yapanlar, saatlerce süren konuşmalar gerçekleştirenler, derslerini bu minval üzere sürdürenler Hz. Adem (a) ile bize asıl anlatılmak istenenin üstünü örtmekte ve bizi aldatmaktadırlar.
Allah bize Kitabımızda, yeni bir dünyanın nasıl kurulduğunu gerçek verilerle göstermektedir.
İnsanlık tarihinin en büyük kırılmaların biri olan Hz. Nuh’ (a) gelindiğinde, yaşı gündeme geliyor. Bir insanın yüzlerce yıl yaşayamayacağı biyolojik olarak mümkün değildir diye yutturmaya kalkıyorlar. Hz. Nuh’un (a) bulunduğu toplumda nasıl bir mücadele verdiği, nasıl bir yol-yöntem izlediği ise üstü örtülü geçiştiriliyor. Oysa Allah bize bunları, bu sonuçlar çıksın diye anlatmıyor.
Kur’an’da, Hz. Şuayb (a) anlatılırken, toplumu nasıl dönüştürmeye çalıştığından ve bu yönde nasıl mücadele ettiğinden bahsediliyor. Bize bir nebi üzerinden yol gösteriliyor. Müşriklerin, “Ey Şuayb, ilahlarımızı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor?” diye hitabını, günümüz modernist okuyucuları, ayette geçen salatın bildiğimiz namaz olup olmadığını tartışarak, bizim Hz. Şuayb’ın (a) asıl yapmak istediğini anlamamızı zorlaştırıyor. Ve öyle bir noktaya gelindi ki, kavminin Hz. Şuayb (a) dediğini şimdi Müslümanlar bir birlerine demeye başladı. Ne demişti kavmi Şuayb’a (a), “Kavminin ileri gelenlerinden olup iman etmeyi kibirlerine yediremeyenler, “Ey Şuayb dediler, mutlaka seni de, sana inananları da hep beraber ya şehrimizden çıkaracağız, yahut da bizim dinimize dönersiniz. O da dedi ki: Biz istemesek de zorla mı yapacaksınız bunu?” (7 Araf-88) Allah birçok ayette bu anlatılanlarda bizim için ibretler olduğunu söylerken, asıl konuya dikkatlerimizi çekmektedir.
Bu misaller alabildiğince çoğaltılabilir, bize tarihi bilgiler verilidir, vahiyle gereken yol yöntem gösterilmiştir. Kiminle nasıl ne şekilde münasebet kuracağımız, kimi sevip kimden uzaklaşacağımız, kimlerle nasıl bir hukuk kuracağımız, geçmiş dönemlerin canlı örnekleriyle gösterilmiştir. Hiç bir tavrımız, düşüncemiz ve tasavvurumuz, bize öğretilenlerden kopuk ve köksüz olamaz, olmamalıdır. Geçmişte anlatılanlar, bugün bize lazım olacak şekilde devşirmemiz içindir.
Tarihin her döneminde, her coğrafyada, her toplumda, gerek birey olarak insanlarla, gerek muktedirlerle olan ilişkilerimizin, iktidar-itaat münasebetimizin nasıl olması gerektiğini, bozulan düzenin yeniden nasıl kurulacağının yolunu gösteriyor. Dikkat edilirse tarihi süreç içerisinde sürekli olarak düzen bozulup yeniden kurulmakta, eskisinin yerine bir başkası inşa edilmektedir. Bu gün de düzen bozulmuş, ifsad yeryüzüne yayılmış, ekin ve nesil fesada uğramıştır. Bu bozuk düzen yeni bir kırılmayı beklemektedir.
Modern düşüncenin bakış açısıyla okunan insanlık tarihi, ne yazık ki ortaya kitabın yanlış yorumuna ve tahrifine varan bir sonuç çıkarıyor. Bilinçli ya da gaflet ile gelinen nokta, yeni bir kırılmanın önünü de kapatıyor. Dünya mutlak manada yeni bir kırılmanın eşiğindedir. İşgal, sömürü, talan, katliam, zulüm, adaletsizlik içinde kıvranan dünya insanlığı, bunların tam karşıtını yeryüzüne ikame edecek bir kırılma bekliyor. Bu kırılmayı gerçekleştirecek olanlar mutlaka manada Müslümanlar olmalıdır. Tarihin her diliminde bunu gerçekleştiren Müslümanlar, bu çağda da bunu yapmak zorundalar. İman nimetinin bilincine ermeli, Kitabi bir bilinçle fildişi kulelerinden yeryüzüne inmeli, toprağa ayak basmalıdır.
Ömer Bin Abdülaziz döneminde, Hariciler’de dahil bütün kesimlerle barış sağlanıyor, olumsuz olan her şey düzeliyor, aksaklıkların tamamı ortadan kalkıyor. Ömer Bin Abdülaziz’e bunu nasıl başardınız diye sorulduğunda, “Biz bir şey yapmadık, zaten Allah neyin nerede nasıl olacağını söylemiştir, bizim yaptığımız, Allah’ın dediğini hayata geçirmek olmuştur” diyor.
Alman Felsefe doktoru Sigrid Hunke, Batının tarih anlayışını eleştirdiği “Avrupa’nın Üzerine Doğan İslam Güneşi” adlı kitabında şöyle demektedir: “Bu gün dünya, yalnız Avrupa’dan ibaret olmadığı gibi, Avrupa tarihi de yalnız başına bir dünya tarihi değildir. Diğer kıtalardaki milletler de dünya tarihine girmişlerdir. Dünya tarihindeki hadiselerin seyrine, bütün kıtaların istisnasız katılmalarına karşılık, halen bizim tarih görüşümüz Ortaçağ’a ait bir dünya haritasında sadece Avrupa dairesini çevreleyen, merkezde cennet mevkiini Yunanistan’la Roma’nın işgal ettiği bir tablodan farksız gibidir.”
Yapmamız gereken, İslami bir bakış açısıyla yeni bir tarih tasavvuru geliştirmek ve Vahyin ışığında tarihi yeniden okumak olmalıdır. Bize Kur’an’ın neredeyse üçte ikisini oluşturan kıssalarda anlatılan bütün olaylar hikâye olsun diye değil, yeni bir dünyanın inşasının nasıl olacağına dairdir. Allah kitabında anlattıklarını, birer ibret olsun ve ders alınsın diye anlatmakta, gereken tarihi tecrübeler ve hayatın yeniden nasıl kurgulanacağına işaret etmektedir. Kıssa’nın kelime anlamının, “İz sürmek”, “Bir kimseye haber vermek” gibi anlamlara geldiği düşünüldüğünde, Kur’an’ın bize ne anlatmak istediğini de daha net anlamış oluruz.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi