Kutsal şehir Kudüs ile ilgili son haftalarda Müslümanları üzen gelişmeler değerlendirildiğinde oldukça dikkat çeken hususlarla karşılaştığımızı ifade etmemiz gerekmektedir. Bunlardan belki de en önemli olanı, bir takım Müslüman ülkelerin Kudüs ve Filistin konusunda sessiz kalmasına karşın, bazı Güney Amerika ve Batılı ülkelerin Filistinli Müslümanların yanında tavır almalarıdır. Bu da şunu göstermektedir ki, indirgemeci yaklaşımlardan uzak durulmalı, dolayısıyla da Batıyı en azından fert ve birey bazında homojen/hep aynı düşünenler kulübü olarak değerlendirmekten vazgeçilmelidir.
Zira popülist yaklaşımlarla sırf seçimlerde oy kazanmak için İslam’ı ve Müslümanları sürekli olarak şiddet taraftarları olarak gösteren (İslamofobi) politikacılara neredeyse 200 yıl öncesinden, “Müslümanlar asla şiddet taraftarı değildir; aksine sizler şiddete sürekli başvurdunuz” diye haykıran Lessing gibi, Batıda zulme karşı ses çıkartmak isteyen sayıları çok az olsa da, bir takım kişi ve grupların olduğunu bilmekte fayda vardır.
Batıda Mu’tezile ve özellikle de İbn Rüşd’ün (1126-1198) düşüncelerinden beslenen bu kişi ve gruplara önderlik edenlerden birisi de Alman aydınlanmacı şair, filozof ve tiyatro yazarı Lessing’dir. 1729-1789 yılları arasında yaşamış olan Gotthold EphraimLessing Türklerden ve Müslümanlardan övgüyle bahsetmenin Batıda adeta tabu olduğu dönemlerde açık bir şekilde Türkleri ve Müslümanları sevdiğinden bahsetmiş ve bu bağlamda yazılar yazmıştır. Ancak onun yaptığı en önemli katkı, yazdığı tiyatro eserleri ile gerçekleşmiştir.
Tam da bu noktada günümüz Müslümanlarının sinema ve tiyatroyu önemli bir propaganda aracı olarak kullanamadıklarının altını çizmek gerekir. İslamiyet’in Doğuşunu anlatan “Çağrı” (1976) ve Libya’nın bağımsızlığını ön plana koyan “Çöl Aslanı Ömer Muhtar” (1981) filmlerinin yönetmeni Mustafa Akkad (1930-2005) dışında uluslararası alanda İslam’ın değerlerini tanıtmaya ve savunmaya yönelik herhangi bir sinema filminin yapılmayışı bu iddiayı destekler mahiyettedir.
Lessing modern Alman tiyatrosunun da kurucusu olarak sayılmaktadır. O, meşhur Fransız Voltaire’nin 1741 yılında Hamburg’da sahnelenen “Mahomet” adlı bir tiyatro eserinde Hz. Peygamber’e hakaret ettiği gerekçesiyle “Fatima” adlı bir tiyatro eseri (Fatima-Trauerspiel)yazmış ve bu 1759 yılında sahnelenmiştir. Bu tiyatroda Hz. Muhammed en adil kişi olarak ön plana çıkarılmaktadır.[1]
Bununla beraber Lessing’in Müslümanların adaletine yönelik yazdığı ve 1783 tarihinde Berlin’de sahnelenen en etkili tiyatro eseri “Nathan der Weise” yani “Bilge Nathan” dır. Bu eser, Kudüs’ün Selahaddin Eyyubi (1138-1193) tarafından fethedilmesi ve bunun sonucunda da Müslüman, Yahudi ve Hıristiyanların onun adaletli yönetimi altında huzur içerisinde yaşamalarını konu edinmektedir. Eserde Selahaddin Eyyubi “Adil Hükümdar” olarak tanımlanmaktadır. Bilge Nathan ise, ailesi Haçlı ordusunun hakim olduğu dönemde Hıristiyanlar tarafından öldürülmüş Yahudi bir tüccardır. O ve geride kalan aile fertleri ancak Selahaddin Eyyubi zamanında huzur ve güvene kavuşmuştur.
Tanıtmaya çalıştığımız bu eser son yıllarda Almanya’da Müslüman nüfusun artış hızına bağlı olarak yeniden gündeme gelmiş ve sahnelenmiştir. Asimilasyon taraftarı olanlara karşı en azından insaflı ve ılımlı Almanlar alışık olmadıkları Müslüman nüfusu topluma entegre etmek için 200 yıl öncesinden sahnelenmiş Lessing’in bu eserinden ilham almak istemektedirler. Çünkü Lessing bu eseriyle Selahaddin Eyyubi’nin şahsiyetinde Müslümanların adaletini ön plana çıkarmakta olduğundan, İslam’ın öngördüğü bir adalet modelini Dünyaya çözüm olarak sunmaktadır.
İslam, onun yaşadığı Yeniçağda en azından bir grup Batılı için savaşların hüküm sürdüğü Dünyamızda her üç dinin mensupları tarafından kutsal sayılan Kudüs örneğinde umut kaynağı olmuştur. Günümüzde Müslümanların İslam’ın adalet, barış ve huzurun kaynağı olduğu konusunda neler yapmaları gerektiğini Lessing’in bu eseri bağlamında yeniden düşünmeleri gerekmektedir.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi