“Konfüçyüs’e “Bir ülkeyi idare etmeye çağrılsaydınız, yapacağınız ilk iş ne olurdu?” diye sormuşlar. O da “İşe önce dili düzeltmekle başlardım. Çünkü dil bozulursa kelimeler, düşünceleri iyi anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılmazsa, yapılması gereken işler yapılamaz. Görevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve düzen bozulur. Töre ve düzen bozulursa, adalet yoldan sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. Bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir” der. Dili kullanma konusunda yazılmış en güzel yazılardan biri de Ezop’un “dil” ile ilgili masalıdır. Buna benzer bir hikaye de Lokman Hekim’le ilgilidir. Her iki hikaye de sözün ne kadar önemli olduğunu açıklar.
Günlük konuşmalarında insanların bazı kelimeleri daha çok tekrar ettikleri görülüyor. Neden insanlar, bazı kelimeleri daha çok tekrar etme ihtiyacı hissederler. Bunun bir çok sebebi olabilir, bunlar arasında en önemlisi ve önde geleni hiç şüphesiz kelime dağarcığının yetersiz oluşudur. Günümüzde Türkçe’nin, ortalama 400, İngilizce’nin ise ortalama 2.000 kelime ile konuşulduğu söyleniyor.[1] Böyle bir durumda Türk insanı, özellikle de gençler, kendini, duygu ve düşüncelerini yeterince ifade edemiyor, bu da diyaloğu ve anlamayı zorlaştıran bir etken oluyor. ABİDE (Akademik Becerilerin İzlenmesi ve Değerlendirilmesi) raporundaki şu değerlendirme de bu durumu, açıkça gözler önüne seriyor:
“Türkçe’de öğrencilerin yüzde 66,1’i orta düzey ve altında, bu öğrenciler, deyimleri, atasözlerini, hiciv ve nüktelerdeki mesajları anlayamıyor. Neden-sonuç ilişkisi kuramıyor.” [2]
Pisa Raporları da bu olguyu doğrular mahiyettedir. 2018 Pisa (Uluslar arası Öğrenci Değerlendirme Programı) Raporuna göre Türkiye, 79 ülke arasında okuma becerileri alanında 40’ıncı sırada yer alıyor.[3] Bir önceki raporda ise Türkiye 50’nci sıradaydı. Bu rapor, Türkiye’de on beş yaşında olan ve eğitimlerine devam eden öğrencilerin okuma becerilerinde bir iyileşmenin olduğunu gösterse de, yeterli olmadığını da göstermektedir. Ankara Üniversitesi Tömer Dil Öğretim Merkezi’nin yaptığı bir araştırmada yer alan şu bilgiler, mevcut durumumuz hakkında da bize bir fikir verecektir:
“Türkiye’de ilköğretimin ilk beş sınıfında okutulan ders kitaplarında, ileri ülkelerde okutulan ders kitaplarına oranla çok daha düşük sayıda sözcük ve kavram içerdiği bulunmaktadır. Nitekim ders kitaplarının sözcük ve kavram sayıları bakımından karşılaştırıldığı bu araştırmada, Türkiye’deki ders kitaplarında 7.260 adet sözcük ve kavram bulunurken; ABD’deki ders kitaplarında bu rakamın 71.681; Almanya’da 70.400; Japonya’da 44.224, İtalya’da 31.762; Fransa’da 30.193 ve Suudi Arabistan’da 13.579 adet sözcüğün bulunduğu görülüyor.[4]
Prof. Dr. Feyza Çorapçı’nın “ Erken Çocukluktan Gençliğe: Sanatla Büyümek” isimli raporunda yer alan şu bilgiler, kelime dağarcığının ne kadar önemli olduğuna şöyle işaret ediyor:
“1980’li yıllarda ABD’de iki psikolog, 9-16 aylık bebeği olan kırk iki aileyi üç sene boyunca ayda bir defa olmak üzere ziyaret ederek evdeki tüm konuşmaları kaydetti. Bu çalışma sonucunda yoksul ailelerde çocukların saatte ortalama 616 kelime, yüksek eğitimli ailelerde ise çocukların saatte ortalama 2.153 kelime duyduğu belirlendi. Bu sayılardan yola çıkarak, ilk üç senede yoksul ailelerde çocukların işitecekleri toplam kelime sayısının yaklaşık 13 milyon, eğitimli ailelerde ise 45 milyon olduğu düşünülüyor.
30 Milyon kelime farkı olarak ortaya konan bu bulgu, çocuklarla konuşma ve okuma etkinliklerini artırmaya yönelik olarak, başta ABD olmak üzere pek çok ülkede geniş kapsamlı kampanyalara yol açtı. Bu kampanyalar, günlük konuşmalar dışında çocukların yazılı ve görsel eserlerle buluşmalarını teşvik ederek çocukların kelime dağarcığını genişletmeyi ve dinleme, konuşma gibi dil yetilerini geliştirmeyi amaçladı.
Kelime öğrenmek ve dil yetilerini en erken yıllarda geliştirmek niçin önemlidir? Çocukların duydukları kelimelerle biyolojik düzeyde beynin dil bölgesi gelişirken, bu bölge aynı zamanda beyinde dikkat ve öğrenme becerilerine destek olan prefrontal korteksin de etkin şekilde çalışmasını destekliyor. Dolayısıyla, erken çocukluktaki kelime dağarcığı çocukların okuma, anlama ve konuşma becerilerinin yanı sıra duygu ve davranış kontrolünü de geliştirerek, okul başarısı üzerinde önemli bir rol oynuyor. Bir çocuğun dil ortamını zenginleştiren, düş kurmak ve kurgulamak gibi soyut düşünme becerilerini geliştiren kitaplarla en erken dönemlerden itibaren tanışıp zevk alması, okumayı yaşamında önemli bir yere koyması, okuma kültürü kazanmanın temelini oluşturuyor. Bu bağlamda, parklarda, çocuk kütüphanelerinde, sokak şenliklerinde okuma saatleri düzenlemek ve en önemlisi aile içinde kitap okuma alışkanlıklarını artırmak, çocukların dil ortamını ve okuma-yazma kültürünü zenginleştirmek için büyük önem taşıyor.”[5] Türk insanı, günde sadece 1 dakikasını kitap okumaya ayırırken, televizyon izlemeye 6 saatini, internete ise 3 saatini ayırıyor; okuma alışkanlığında ise maalesef dünyada 86. sırada yer alıyor. Çocuklara kitap hediye edilmesi sıralanmasında ise Türkiye 180 ülke içerisinde 140. sırada bulunuyor. [6]
Kitap okumayan bir insanın, bu durumda kelime dağarcığı nasıl genişleyecek; hayal gücü ve muhakeme yeteneği nasıl gelişecektir? Mesela bir İngiliz, Shakespeare’in eserlerini okuduğunda 17.677 farklı kelimeyi tanıma şansına sahip iken; [7] bir Türk, Peyami Safa’nın on bir romanını okuduğunda ancak 6.143 farklı kelimeyi [8]; Ahmet Mithat Efendi’nin kitaplarını okuduğunda ise, 30.000 kelimelik bir metinde 5.581 farklı kelimeyi[9] tanıma şansına sahip olmaktadır.
İnsanların, bu nedenle daha çok kitap okuması ve bu sayede daha çok kelime dağarcığına, muhakeme gücüne ve öngörüye sahip olması gerekiyor. Çünkü insan, bilgisini ve muhakeme gücünü, büyük ölüde sahip olduğu kavramlara borçludur. Zira daha çok kavrama sahip olan insan, daha çok bilgi üretme ve ürettiği bilgileri yayma imkanı elde edebilmektedir. Bu nedenledir ki yeterli düzeyde kelime dağarcığına sahip olmayan çocukların, gençlerin ve yetişkinlerin, kendilerini ve düşüncelerini yeterince ifade edemeyişleri, bu yüzdendir. Bu nedenledir ki bazı kelimeleri daha çok ve daha sık kullanma ihtiyacı hissetmektedir. Dolayısıyla duygularını ve düşüncelerini yeterince iyi ifade edemeyen bir insan, başkaları tarafından doğru tanınma ve anlaşılma şansına da sahip olamamaktadır. Büyük oranda kavgaların, düşmanlıkların temel sebeplerinden biri de insanların birbirlerini tanımamaları ve anlamamaları değil midir?
Allah Teala’nın, Hz. Peygamber’e ve dolayısıyla bütün Müslümanlara ilk mesajının, “Oku” olması ve son kitabının adının da “Kur’an/ okuma” olarak isimlendirmesi, bu sebeple büyük önem arz ediyor. Zira sözlü kültürün egemen olduğu bir topluma, yazılı kültüre ait öğrenme yöntemini ilk olarak emretmiş olması, bu önemi açıkça gösteriyor. Biliniyor ki sözlü kültürde dinleme; yazılı kültürde ise okuma, bilgi elde etmenin en temel yöntemidir. Nitekim biz, Allah Teâlâ’nın insanların bilmedikleri şeylerin peşine takılıp gitmemelerini; hatta inanan insanların bilerek inanmalarını, inanmayan insanların da bilerek inanmamalarını istediğini; Hz. Nuh’a cahillerden olmamasını tavsiye ettiğini ve Hz. Muhammed’e de ilmini artması için kendisinden talep de bulunmasını emrettiğini, okuyarak Kur’an’dan öğreniyoruz. Ne var ki Müslümanlar, inandığı kitabın adı “Kur’an/okuma” olsa da, onu öğrenmek ve anlamak için değil, daha çok sevap kazanmak için okumakta ya da okutmaktadırlar.
Bu sebeple, Müslümanların kahir ekseriyeti, ihtiyaç hissettikleri dini bilgileri, Kur’an’dan değil de daha ziyade tercih ettikleri hocalardan, cami vaazlarından, ya da televizyonlarda yapılan dinî konuşmalardan öğrenmekle yetinmektedirler. Elde edilen bu bilgilerin ise Kur’an ve Sünnet bütünlüğünü ve derinliğini yeterince yansıtıcı bir nitelik arz etmediği; daha ziyade yüzeysel, parçacı ve alansal bilgileri ihtiva ettiği görülüyor. Bu da Müslümanların, kapsayıcı kuşatıcı Kur’an ve Sünnet bilgisine sahip olamayışına veya sahip oldukları bilgilerin derinlikten ve nitelikten yoksun oluşuna sebep oluyor. Dolayısıyla Kur’an ve sünnetin verdiği her bilgi, ilke ve kural, Müslümanlar tarafından içselleştirilemiyor ve hayata yeterince yansıtılamıyor.
Bu nedenle okuyarak bilgi sahibi olmak, büyük önem arz ediyor.
Prof. Dr. Celal Kırca
[1] Memurlar. net/haber ; Haber 7. com, 26 Eylül 2009.
[2] Millî Eğitim Bakanlığı Ölçme Değerlendirme ve Sınav Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Abide 2018 Değerlendirme Çerçevesi Çalıştay Raporu
[3] Milli Eğitim Bakanlığı Pisa 2018 Türkiye Ön Raporu, s .25-33.
[4]Hürriyet Gazatesi,01.09.1997.
[5] İstanbul Kültür Sanat Vakfı Raporu. Hazırlayan, Prof. Dr. Feyza Çorapçı, Erken Çocukluktan Gençliğe: Sanatla Büyümek, Ekim 2019. S. 30-32
[6] Türkiye’nin kitap okuma raporu. artfulliving.com.tr , 24 Şubat,2021.
[7] İlayda Kaya, Shakespeare ve Kadınları, Cumhuriyet Gazetesi, 04.02 .2014, Geniş bilgi için bkz. Nuriye Akman, Türkçe’nin Şekspir’i kim? Liseedebiyat.Com , 23.03.2012
[8].Zeynep Paslı, Peyami Safa’nın On Bir Romanında Kelime Hazinesi Dil ve Üslup Özellikleri, Hisar, Ocak 1974, sayı 26. Sayfa 32.
[9]Bayram Baş (2013). Ahmet Mithat Efendi’nin Kelime Hazinesi. Ana Dili Eğitimi Dergisi, 1(2), 75-83.