Mevlânâ Celalettin Rûmî, Mesnevî’sinde “gönül namazı”nı şöyle anlatır. Bazı kısaltmalarla aktaralım:
‘Ey imam! Namaza başlarken “Allâhu-ekber” demenin manası şudur: “Allah’ım, biz senin huzurunda kurban olduk.” Kurban keserken Allâhu-ekber dersin işte, öldürülmeye layık olan nefsi kurban ederken de bu söz söylenir. O esnada beden İsmail, can da Halil İbrahim gibidir. Can, bu semiz bedenin hevâ ve hevesini kesmek için tekbir getirince beden şehvetlerden, hırslardan kurtulur, namazda “Bismillahirrahmânirrahîm” demekle kurban olur gider.
Namaz kılanlar, kıyamette olduğu gibi, Allah’ın huzurunda saflar halinde dururlar, sorguya, hesap vermeye, yalvarmaya koyulurlar… Cenab-ı Hak; “Sana verdiğim bu kadar mühlet içinde ne yaptın? Ne kazandın ve bana ne getirdin?” der; “Ömrünü ne ile, ne işlerle, ne gibi ibadetlerle, ne iyilikler yaparak harcadın, bitirdin? Sana verdiğim rızkı, kuvveti, gücü ne ile yok ettin? Gözünün nurunu nerede tükettin? …Gözünü, kulağını, aklını, iradeni, bileğini, arşa ait olan bütün bu kuvvetlerini, neye, nerelere harcadın da onlara karşılık bu dünyada neyi satın aldın? …Bunun gibi derde dert katan yüz binlerce sualler gelir.
…Bu sözlerden kul utanır, utancından iki büklüm olur rükûa varır. Utancından ayakta durmaya gücü kalmaz, rükûda: “Sübhâne Rabbiye’l-Azîm” diyerek Allah’ın noksan sıfatlardan berî/uzak olduğunu söyler.
Sonra o kula Hak’tan ferman gelir: “Başını kaldır da sorulan sorulara cevap ver!” Kul utana utana başını rükûdan kaldırır; fakat, dayanamaz; o günahkâr, utancından yine yüz üstü yere kapanır.
Ona tekrar; “Secdeden başını kaldır da yaptıklarından haber ver.” diye ferman gelir. O bir kere daha utanarak başını kaldırır ama dayanamaz yine yılan gibi yüz üstü düşer.
Cenâb-ı Hak; “Tekrar başını kaldır da söyle, yaptıklarını kıldan kıla, birer birer senden soracağım” der.
Allah’ın heybetli hitabı onun ruhuna tesir ettiği için ayakta duracak gücü kalmamıştır. Bu ağır yük yüzünden ka‘deye varır, dizleri üstüne çöker. Cenâb-ı Hak ise; “Haydi söyle, anlat!” buyurur; “Sana nimet vermiştim, nasıl şükrettiğini söyle; sana sermaye vermiştim, onunla ne kâr elde ettiğini göster.” Kul yüzünü sağ tarafına döndürür, peygamberlerin ruhlarına ve meleklere selam verir. Onlara niyazda bulunur da der ki: “Ey mana padişahları, bu kötü kişiye şefaat edin, bu günahkârın ayağı da, örtüsü de çamura battı.” Peygamberler selam veren kula derler ki: “Çare ve yardım günü geçti, gitti. Çare dünyada olabilirdi, orada hayırlı işler yapmadın, ibadet etmedin, öğünler geçti. Ey bahtsız kişi, sen vakitsiz öten bir horoz gibisin; git, bizi üzme, bizim kalbimizi kırma.” Kul yüzünü sola çevirir, bu defa akrabalarından yardım ister, onlar da ona, “Sus” derler; “Ey efendi, biz kimiz ki sana yardım edelim…”
Ne bu taraftan ne o taraftan bir çare bulamayınca, o çaresiz kulun gönlü yüz parça olur. Herkesten ümidini kesince, iki elini açar, duaya başlar: “Allah’ım, herkesten ümidimi kestim. Evvel ve ahir kulunun başvuracağı, sığınacağı sensin; senin rahmet ve mağfiretine son yoktur.”
Namazdaki bu hoş işaretleri gör de sonunda, kesin olarak işin böyle olacağını anla… Aklını başına al da namaz yumurtasından civciv çıkar, yani namazdan manen yararlan; yoksa tane toplayan bir şey öğrenememiş kuş gibi, Allah’ın büyüklüğünü düşünmeden yere başını koyup kaldırma.
Ey Hak talibi can! …Sevgili peygamberimizin, “Namaz ancak kalp huzuru ile tamam olur.” hadisini hatırla da nefis ve şeytandan kurtulmak için kalp huzuru ile namaza başla.
…Her gün azar azar da olsa, candan ve sevgi ile sadıkane yapılan ibadetlerden, iyiliklerden hâsıl olan iç rahatlığı ve huzur neden gönlümüzde hissedilmiyor?…
O kerem sahibi… gönül namazı kılan, kendini tamamıyla Allah’a veren kuluna lütuf ve ikram eder!…
Ben namazda Rabbime yönelirim… ‘Namaz gözümün nurudur.’ sırrı zuhur eder; gözlerim nurlanır, içim açılır. Namazda, içimde duyduğum rahatlıktan, manevî zevkten ötürü ruhumun penceresi açılır…
Penceresi olmayan bir ev, cehennem gibidir. Ey Allah’ın kulu! Dinin aslı, temeli manevî pencere açmak ve oradan tevhîd ve hidayet nûru alarak gönlü, gözü aydınlatmaktır. Yol açmak için ormana az kazma vur! Sen gel, himmet kazmasını nefis duvarına vur da gönle manevî bir pencere aç!…’
Abdullah Yıldız