Adım Nur Emira binti Şahrin, daha kolay olduğu için Türkiye’de beni Nur diye çağırıyorlar. Malezyalıyım, 2014’te Türkiye’ye geldim, burada yüksek lisansa başladım ve 2018’de yüksek lisansımı tamamladım. Yüksek lisansımı Marmara Üniversitesi’ne bağlı Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde İslam Tarihi alanında yaptım. 30 yaşındayım. İbn-i Haldun Üniversitesi Tarih bölümünde doktora öğrencisiyim. Şu anda, doktora tez konusu olarak 19. yüzyılda Osmanlı’da kadınların eğitimi konusunu çalışıyorum. Yüksek lisans tezimin konusu ise “19. Yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı İmparatorluğu ve Johor Sultanlığı arasındaki ilişki” idi. Burada Osmanlı ve Malay dünyasının ilişkileri benim ana konumdu.
Kendi tezimi yazarken farklı olarak yaptığım şey tezimde iki ülke arasındaki ilişkiyi yazarken Osmanlı kaynaklarını ve Osmanlı görüşlerini kullanmam oldu. Çünkü gerçekten Malezya’da Osmanlı ve Malay dünyası hakkında bilgi edindiğimiz birkaç yazı var. Kaynakların sınırlı olması nedeniyle iki ülke büyük bir ilişki modeli gerçekleştiremediler. Bu nedenle benim yaptığım şey Osmanlı Arşivine gitmek ve oldukça ilginç olduğunu düşündüğüm Osmanlıca bazı belgeler bulmaktı. Ayrıca bizim sultanımız tarafından Osmanlı sultanına gönderilen İngilizce dilinde yazılmış mektubun orijinal kopyasını satın aldım, bunun ilginç olduğuna inanıyorum. Bu iki ülke arasındaki ilişkiyle ilgili sağlam kanıtlardan birini oluşturuyor. Bulduğum ikinci kanıt ise bizim sultanımızın İstanbul’u 1893 senesinde ziyaret ettiğini öğrendiğimiz kanıttı.
Johor Sultanlığından bahsedecek olursak onlar 1800-1850’li yıllardaki yeni sultanlıklardan biriydi. Yaklaşık olarak bu dönemlerde Malezyalı araştırmacılar ve tarihçilere göre Sultan Osmanlı’yı 1866 yılında ziyaret etti. Fakat şimdi bizim gerçek bir kanıtımız var, araştırmam sırasında bulduğum bilgiler sultanın 1893’te İstanbul’u ziyaret ettiğini kanıtlıyor ve bu orijinal bir belge. Bu belgede Johor Sultanının Osmanlı topraklarına geldiği Osmanlıca yazılı Babı Ali belgeleri arasında yer alıyor, bu oldukça ilginç.
Öncelikle şunu hatırlıyorum. 2011’de Fas’ta uluslararası gençlik toplantısına katılmıştım, Türkiye’de bunu İDSB isimli yer –İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği- organize ediyor. Oraya gittiğimde programda birçok Türk’le tanıştım ve onlarla arkadaş oldum. Yeni insanlarla tanışmak size yeni bir bakış açısı kazandırıyor. Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi’nde okuyup oradan mezun oldum. Orada da birçok Türk vardı. Onlar hakkında daha fazla şey öğrenmeye başladım, benim için en önemli noktalardan biri ben Osmanlı Tarihi dersini aldığım zamandı. Üniversitede tarih bölümünde okuduğum için Osmanlı Tarihi dersini aldığımda “Bu oldukça ilginç.” demiştim. Fakat bir dönemlik ders Osmanlı İmparatorluğu’nun 600 yıllık tarihi hakkında bana çok fazla bilgi vermemişti, bu yüzden ben de “Neden olmasın?” diye düşündüm. Türkiye’ye geldiğinizde tarihi, olayların gerçekleştiği yerde öğreniyorsunuz, ben de o nedenle buraya geldim. Bir de stajımı Kuala Lumpur’daki Ulusal Arşiv bölümünde yapmıştım. Orada bir Osmanlı Haritacısının 1700 veya 1800’lü yıllarda yaptığı bir Malay dünyası haritası görmüştüm. Bu da konuyu araştırmak için bende merak oluşturan bir diğer şeydi.
Aslında Türkiye’nin yurtdışındakiler için olan bursu YTB’ye başvurdum. Bursun bitmesine iki gün kala başvuru yapmaya karar verdim, çünkü üst sınıflarda okuyan bir arkadaşım duyuruyu görüp bana “Neden sen de denemiyorsun” dedi, o günlerde Türkiye ile çok ilgileniyordum. O zaman başvurmak için elimden geleni yaptım, aslında burs teklifi alacağımı bilmiyordum. Önce online olarak başvurduk, daha sonra Kuala Lumpur’da YTB temsilcileri ve Türk hocalar beni mülakata aldılar. Mülakata çağrıldıktan sonra yalnızca sonuçların açıklanmasını bekledim. Biraz korkuyordum, çünkü mülakatın nasıl geçtiğini bilmiyordum. Bir de mülakata katılan diğer öğrenciler sadece 15 dakika içeride kalırken benim mülakatım 40 dakikayla 1 saat arası sürmüştü. Tabi bunun nedeni bana çok soru sorulmasıydı. Sonuçlar açıklandığında Malezya’da gece yarısıydı, gelen maili okuduğumda “Bu hangi dil?” diye düşündüm. Annem babam ve kız kardeşim uyuyorlardı. Hepsini uyandırıp, bursu aldığımı söyledim.
Bursa başvurduğumuzda aynı zamanda girmek istediğimiz üniversiteler için de başvuruda bulunuyorduk. Birçok üniversiteyle karşılaştım fakat çoğu İstanbul’daydı. Çünkü İstanbul dışında bir şehirde olmaktansa İstanbul’da olmayı çok istiyordum. İstanbul’a daha çok tercih vermiştim ama Ankara Üniversitesi ve Eskişehir Üniversitesi de tercihlerim arasındaydı. Sanırım Marmara Üniversitesini seçmekle doğru bir tercihte bulundum.
Buradaki eğitimin Malezya’daki eğitimden çok farklı olduğunu söyleyebilirim. Çünkü birçok kişi bana “Neden buraya geldin” diye soruyor. Genellikle Türkiye’dekiler benim neden buraya geldiğimi merak ediyorlar. Çünkü onlara göre Malezya’nın eğitimi buradaki eğitimden daha iyi. Fakat burada bulunmamın sebebi Osmanlı Tarihini öğrenmeyi çok istemem. Burası bunun için en iyi yer. Fakat Türkiye’ye gelmenin bazı problemleri de var. Çünkü Malezya’da Türkiye üniversiteleri daha yeni yeni tanınmaya başlıyor. Fakat bu daha çok lisans eğitiminde okuyanlar için geçerli bir sorun. Çünkü onların çoğu kamuda veya hükümetteki işlerde çalışamıyor. Malezya’da sadece Cerrahpaşa Tıp, Çapa Diş Hekimliği ve Ankara’daki tıp fakültesi tanınıyor. Fakat şu anda Malezya ve Türkiye tarafı bu tanınırlık konusunda çalışıyorlar. Çünkü buraya eğitim görmeye gelen Malezyalı öğrencilerin sayısında artış var ve ayrıca Türkiye bilim ve teknoloji çalışmaları açısından yükselişte olan doğru bir seçenek.
Görebildiğim kadarıyla Türkiye hem sosyal bilimleri çalışmak için iyi bir yer hem de şu anda bilim ve teknoloji çalışmaları için yükselişte olan bir yer, bu aynı zamanda bir denge. Şimdi dünyadaki ülkelerden özellikle de İslam dünyasından kişilerin çalışmaları için Türkiye’ye gelmeleri gerekiyor. Çünkü hem askeriyeye hem de teknolojiye sahip olmak gerçekten iyi bir şey.
Yüksek lisans yaparken burs aldığım için bir yurda yerleştirilmiştim. Yüksek lisans çalışmalarımı uzattığım için o yurtta neredeyse 4 yıl kaldım. İlk yıl zorunlu Türkçe dersleri vardı, bu nedenle bir yıl Tömer’e gittim, sonrasında yüksek lisansa başladım. Yüksek lisans sonrası Çapa’daki eve geçtim ve doktoram için orada kalıyorum. Kaldığım yurt özel olduğu için fiyatları biraz yüksekti, şu an ev için de faturalarla beraber 1500 lira ödüyorum.
Çoğu zaman Malezya ile Türkiye arasında halkla ilişkilerle ilgili işler yaptım ya da insani yardım için STK’lara katıldım. Program ve seminerlerde bulunmayı seviyordum, bunlar sadece akademik değil güncel siyasi, ekonomik sosyal ve insani konularla da ilgiliydi, bunların çoğuna gittim. Bir de Türkiye’deki Malezya Öğrenci Birliği’nin bir parçasıyım ve orada halkla ilişkiler ve iletişim görevlerini yürüttüm. Ben genellikle kendimi halkla ilişkiler görevlisi olarak tanıtıyorum ve ayrıca Türkiye’deki Malezya Büyükelçiliğine yardımcı oldum. Genelde Malezya’dan milletvekilleri veya bakanlar gelince onlara toplantı ve ziyaretleri için yardımcı oluyorum. Mesela son günlerde Kuala Lumpur’dan buraya gelen bir diplomata ve yanındakilere yardımcı oldum. Doha’ya gitmişlerdi, daha sonra tekrar buraya gelecekler ve ben onlar buraya geldiğinde Kuala Lumpur’a dönmeden önce onlarla bir kez daha görüşeceğim.
En önemlisi Türkçe zor bir dil fakat edebiyat açısından güzel bir dil olduğunu söyleyebilirim. Türkçeyi konuşmak için cesaretimin olmamasının nedeni belki de daha önceki kötü bir karşılaşmadan kaynaklanıyor. Bu zor olan kısım. Marmara Üniversitesi’nde okudum, yüksek lisansın ilk yılında ders görüyoruz, ben de derslere katıldım ve sınıfta Türk arkadaşlarım vardı. Dersler yüzde 100 Türkçe işleniyordu, bu yüzden ilk yıl dersleri anlamak çok zor. Diyebilirim ki Tömer’in bir yıllık eğitimi yeterli değil, çünkü Tömer’de verilen eğitim daha çok dile giriş gibi, ülkede nasıl yaşayabilir, sipariş verebilir veya bir şeyler yapmak istediğinizi anlatabileceğiniz kadar dili öğreniyorsunuz. Fakat akademik dil kesinlikle çok daha zor, akademide kullanılan dil ile sokakta konuşulan dil arasında fark var. Bu yüzden dersleri anlamakta zorlanıyordum, çoğu sınıf arkadaşımın ve bazı hocalarımın İngilizce konuşmaması da benim için zordu, bu yüzden bazı arkadaşlarım tarafından kınandım, beni küçük görüp hiçbir şeyi anlamadığımı ve aptal olduğumu söylediler. Sınıfta İngilizce sunum yapmak istediğimde hocam benim sunumu İngilizce yapabileceğimi söylediği halde bana kızdılar ve “Bak, Türkiye’desin ve bu program ile aldığımız dersler yüzde 100 Türkçe, bizim dilimizi konuşman gerekiyor. Neden farklı bir dil konuşuyorsun?” dediler. Başka bir derse katıldığımda kampüste şimdi emekli olan ve İngilizce konuşamayan bir hocamız vardı. O yüzden dersi anlayıp anlamadığımı merak ediyordu. Bir gün bana sorduğunda ben dersi anladığımı fakat dili yavaş konuştuğumu söyleyemeden önce bir ya da iki arkadaşım “O hiçbir şey anlamıyor.” dedi. Tabi ki bu benim gururumu gerçekten kırdı. Bu Türkçeyi konuşmaya cesaret edemememin nedenlerinden birisi. Çünkü gerçekten rahat hissettiğimde dili konuşabilirim. Bazen de bir dili konuşmak için o dilde daha iyi olmayı bekliyorum. O zamandan beridir Türkçeyi konuşmaktan çekiniyorum. Fakat okumak açısından, anlamak ve yazmak açısından bunu yapabiliyorum. Dilde iyi bir düzeyde olduğumu söyleyemem fakat anlayabiliyorum.
İlk başta hocaları anlamakta zorlanıyordum. Bazen onlardan birine “İngilizce konuşur musunuz?” diye sorduğumda hoca da bana “Almanca konuşur musun?” diye karşılık veriyordu. Tabi ben “Hayır.” deyince onlar da “O zaman Türkçe iletişim kurmamız gerekiyor.” diyorlardı ben de “Tamam.” diyordum. Bazen onların önünde Google Çeviri kullanıyor ve “Bir dakika hocam, bir dakika hocam, unuttum be kelimeyi” diyor, sonra o kelimeyi buluyordum. Tabi, iyi olan şey benim çok iyi hocalarımın olmasıydı, beni anlıyorlardı. Eğitim hayatımda beni gerçekten destekleyenler onlardı, mesela halen Mustafa Fayda hocayı hatırlıyorum. Normalde derslere geç kalmayı sevmediğim için yaklaşık 50 veya 40 dakika önce sınıfa varıyordum. Hocanın odasının önünde bekliyordum, hoca da normalde dersten 15-20 dakika önce gelirdi. Geldiğinde beni içeri çağırır ve her defasında bana yaklaşık 20 tane Türkçe kelime öğretirdi. Sınıfa vardığında bana “Hadi kızım benim, hadi kızım benim. Bir sözlük al. Bugün bir kelime ya da 10 kelime öğrenebilirsin.” derdi, ben de “Tamam” derdim, o bana çok fazla şey öğretti. Buradaki hocaları gerçekten seviyorum, dili iyi konuşamadığım halde bana çok fazla yardımcı oldular. Tahsin Özcan hoca da ben İngilizce sunum yapmak istediğimde ve arkadaşlarım bana sinirlendiğinde onları ikna ederek bana yardımcı oldu. O sınıf arkadaşlarımdan birine kaç dil bildiğimi sorduğunda “Türkçe ve biraz Arapça” cevabını aldı. Bana da aynı soruyu sorunca ben “Ana dilim Malayca ve İngilizceyi biliyorum. Şu anda Türkçe öğreniyorum, biraz Arapça ve Korece de biliyorum dedim. O zaman o “Bakın, şu anda o dilimizi konuşamıyor olabilir, fakat bir gün konuşacak. Çünkü bu onun ana dili değil fakat o şu anda bu dili öğreniyor ve sizden daha çok dil biliyor. Bu yüzden sadece dili konuşamadığı için onu küçük görmemelisiniz.” dedi. Ben de “Allah razı olsun hocam” dedim.
Yurt dışında okumak veya buraya Türkiye’ye gelmek isteyen çok sayıda istekli öğrenci var. Onlara bunu yapmalarını tavsiye ediyorum. Çünkü kendi kurallarınızın ya da konfor alanınızın dışına çıkmanız iyidir. Fakat onlara bunun bir bedeli olduğunu da söylemek istiyorum. Bu bedel sadece para değil aynı zamanda başka bir ülkede yaşamayı öğrenmek çünkü bu kolay değil. Bildiğiniz gibi yeni bir çevre, kültür, hava ve yiyeceklere uyum sağlamak oldukça zor. Bu nedenle bunu isteyen kişilere sadece Türkiye’ye değil, dünyadaki herhangi bir yere gitmelerini tavsiye ediyorum. Çünkü gerçekten diğer insanlar hakkında bir şeyler öğrenmemiz gerekiyor, gerçekten kendiniz hakkında bir şeyler öğreniyorsunuz.
Bunu gerçekten düşünmem gerekiyor, çünkü buradaki kültür bizimkine benziyor. Ben de genellikle uyumlu olduğum ve dünyayı gezmeyi sevdiğim için farklı durumlara uyum sağlamak benim için kolay. Belki Türklerin ne kadar temiz olduğundan etkilendiğimi söyleyebilirim. Tuvaletlerin genelde kuru olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bizim tuvaletlerimiz genelde ıslak oluyor. Fakat buradaki tuvaletler kuru, hatta bir gün Türk arkadaşımın evini ziyaret ettiğimde çok şaşırmıştım, çünkü tuvalette halı vardı. Düğünler de biraz farklı oluyor, size kına gecesi ve düğün var. Bizdeyse iki kına gecesi var, aile içinde küçük bir kına gecesi yapıyoruz, bir de nikahtan sonra büyük bir kına gecesi yapıyoruz. Bu yüzden düğünlerimiz 3 ya da 4 gün sürüyor, fakat burada çok yerleşmiş bir durum var. Eğer Malezya’da zengin bir ailenin çocuğuysanız ya da sultanın kızıysanız düğün iki hafta ya da buna benzer bir zamana yayılıyor.
En mutlu olduğum an 2018’de ailemin buraya gelmesiydi. Bir diğeri ise ben yüksek lisansı tamamladığımdaydı. Çünkü neredeyse çalışmaktan vazgeçecektim. Çünkü genellikle insanlar yüksek lisansı 4 yılda bitirmiyorlar fakat benim eğitimim uzun sürdü. Bana en çok hüzün veren anım ise babamın vefat ettiği haberini aldığım vakitti. Buradayken Whatsapp’tan onun vefat ettiği haberini aldım ve bir sonraki gün Malezya’ya geri döndüm, orada bir hafta kaldıktan sonra geri döndüm. Babam ben burada eğitimime başladığımda çok heyecanlanmıştı ve buraya gelmek istemişti fakat gelememişti.
Şöyle diyebilirim, Ramazan ayında Restoranların açık olması beni şaşırtıyor. Ülkemizde Ramazan aylarında gündüz vakti restoranlar açık olmuyor. Eğer oruç tutmazsanız yargılanırsınız ve aslında Malezya’da Ramazan ayında oruç tutmadığınızda ceza alabilirsiniz. Çünkü normalde Ramazan’da restoranlar sadece gayrimüslimlere satış yapıyorlar.
Başörtüsü taktığım halde bazen insanlar bana “Müslüman mısın?” diye soruyorlar, tabi ben de “Örtü takıyorum ya!” diyorum, bu da beni şaşırtan diğer bir şey.
En heyecanlandığım an ise boş zamanımda Sultanahmet’i gördüğüm ve Ayasofya’ya girdiğim zamandı. Tarihe meraklı olduğum için oraya gitmeyi çok istiyordum. Buraya geldiğimde bir gün gerçekten Ayasofya’ya girmek ve orada Osmanlı dönemindeki gibi namaz kılmak istemiştim. Elhamdülillah, Ayasofya cami olduktan sonra oraya girerek namaz kıldım.
Beni Doğu Türkistanlılara benzetmediler, fakat insanlar bana sürekli “Çinli, Koreli veya Japon musun?” diye sordular. Bazıları Malezya’nın nerede olduğunu bilmiyordu, çünkü “Malezyalıyım.” dediğimde bazıları “ Malezya Afrika’da mı?” diye soruyorlardı. Fakat şu an Malezya’dan buraya gelen birçok turist olduğu için şu an daha çok biliniyor.
Pandemi döneminde Kuala Lumpur’a geri dönmüş ve orada 1 buçuk yıl kalmıştım. Derslerim Malezya’da gece saat 3’e denk geldiği için derslerden hemen sonra uyumak benim için zordu. Çünkü Osmanlı ve dünya tarihi derslerinde birçok tartışma ve fikir vardı. O ağır derslerden sonra uyumak benim için zordu. Süreyya Faruki ve Halil Berktay gibi alanında çok iyi tarihçilerden ders aldığım için beynim deli gibi çalışıyordu. Bu heyecanlı tartışmaların sonrasında bir şeyler okumaya ve yazmaya devam ediyor sonrasında da uyuyordum.
Türkiye’de gittiğim yer sayısı fazla değil çünkü Türkiye’deyken genelde Türkiye dışına Avrupa’ya gittim, çünkü orası yakın. Malezya’dan Avrupa’ya gitmekse uzak olduğu için zor. Bu yüzden Türkiye’de olmak bana Türkiye dışına çıkma şansı veriyor. Bunun dışında Türkiye’de birkaç yere seyahat ettim. İstanbul, Bursa, Kapadokya, Denizli, Ankara gittiğim yerler sanırım. Ben biraz daha seyahat etmek istiyorum. Henüz Antalya’ya, Antep’e, Diyarbakır’a gitmedim, zamanım olursa gerçekten oraları da görmek istiyorum. Mesela Göbeklitepe tarihi açısından mutlaka gidilmesi gereken bir yer. Elbette benim favori şehrim İstanbul ve ikinci sırada Bursa geliyor. Bursa da sevdiğim bir diğer şehir, çünkü huzur veren bir yer, İstanbul kadar yoğun bir hayat yok orada. Fakat İstanbul’da her şey var, bir yerde yoğun bir hayat yaşanırken başka bir yer oldukça dinlendirici olabiliyor.
Benim en çok sevdiğim yiyecekler serpme kahvaltı, Mercimek Çorbası, İskender kebap ve Türkiye’nin doğusundan Antep ve Adana gibi yerlerin yemeklerini seviyorum. Malezya’ya dönünce de onları yapmaya çalışıyorum. Türkiye’deki yemeklerin tadı bizim ülkemizin yemeklerinden oldukça farklı ve ben yemekleri tatmayı seviyorum. Ekşi olan tatlılar dışında Türk tatlılarını da seviyorum. Baklava, sultan ve trileçe benim en sevdiklerim, bir de sadece Ramazan’da olan Güllaç’ı unutmamak lazım.
Hobilere gelince, ilk olarak seyahat etmeyi seviyorum. İkinci hobi olarak da yemek yapmayı seviyorum. Malezya yemekleri yapıyor, Türkiye ve diğer ülkelerin yemeklerini keşfetmeyi seviyorum. Gezmeyi sevdiğimi söylemiştim; bu yüzden gezdiğimde gidip yemekleri tadıyorum. Bir şeyi tekrardan hatırlamak istediğimde tekrar yemekleri yapmaya ve keşfetmeye çalışıyorum. Fakat tatlı yapmıyorum, sadece yemek yapıyorum. Bir şeyleri ölçmekle aram yok, o yüzden bir şeyleri ölçmeden yemek pişirmeyi seviyorum. Hadi bunu koyalım, sonra bunu koyalım sonra da şunu ekleyelim. Bu nedenle pişirmeyi çok seviyorum.
Dine gelince diyebilirim ki bizim mezhebimiz farklı, Malezya Şafi, Türkiye ise Hanefi. Dini anlamda iki ülke birbirine benziyor. Bizde de kandil geceleri var. Türkiye’de genellikle bir gece önceden kutlama yapıyorlar. Fakat bizde Mevlit kandilinde ulusal tatil olur ve geniş etkinlikler yapılarak bugün kutlanır. Bir de bayram burada birkaç gün sürerken Malezya’da bir ay boyunca devam ediyor. Aile ve arkadaşlarla yapılan büyük bir kutlama gibi, bazen ziyafetler de oluyor. Her gün ya da her hafta ailelerle kutlama gerçekleştiriliyor. Bu da bizim bayramı kutlama şeklimiz, bu da bir farklılık. Malezya çok uluslu bir ülke olduğu ve Çinlilerle Hindular da orada yaşadığı için onların bayramlarını da tebrik ediyoruz. Bu aynı zamanda neden çok fazla ulusal tatilimiz olduğunu da gösteriyor. Bu ulusal tatillerin sayısı da Türkiye ve Malezya arasındaki bir fark. Bizim çok fazla ulusal tatilimiz var fakat burada Türkiye’de bu çok az.
Benzerlikler için İslam kardeşliği diyebilirim. Çünkü tezim için yaptığım araştırmaya göre Malay dünyası ile Osmanlı İmparatorluğu arasında ekonomik açıdan önemli bir nokta yok ama İslam kardeşliği açısından var. Her iki ülke de bu konuda aynı kanaatte. Böylece Johor Sultanlığı tarafından ülke kuralları çerçevesinde hem evlilik hem de yasaların uyarlanması ile iki ülke birbirine benziyor. Size bir örnek vereyim, Osmanlı zamanında Mecelle-i Ahkamı Adliye vardı. Bu Johor Sultanlığının birinci veya ikinci yılında Meccelle Ahkam Johor’a dönüştürülmeden önce uyarlandı. Burada Mecelle-i Ahkami Adliyeye işaret edilmesi bunun sadece bir kısmı diyebilirim. Bir diğer şey sultanın kendi sultanlığında “Sultan” ismini kullanmasıydı. Bundan hemen önce onu Kral ve Maharaca, Johor’un Maharajası olarak çağırıyorduk. Daha sonra o “Sultan” ismini uyarladı. Anlatıldığı kadarıyla onun “Sultan” sözcüğünü kullanması ikinci Abdulhamit’in bir tavsiyesiydi.
Günümüze gelince hala İslam kardeşliğimiz sürüyor fakat ekonomik gelişmeler de buna ekleniyor. Malezya’da Kuala Lumpur’da Türk şirket ve firmaların sayısında bir artış var. Örneğin Sabiha Gökçen Malezya’daki Airport Holdings Berhad tarafından işletiliyor ve burada bazı diğer projeler var. Ortak girişimlerimiz de var. (Unuttuğu bir şeyi hatırlamak için salavat getiriyor.) Malezya’dan birçok firma tamamen Türkiye’ye yatırımda bulunuyor. Malezyada Khazanah isimli bir diğer firmanın yatırım yaptığı yer ise Acıbadem Sigorta.
Türkiyelilerin sahip olduğu bu dua geleneğini seviyorum, “Allah razı olsun” veya “kolay gelsin” gibi dualar. Burada biriyle karşılaştığınız zaman o insanlara dua etme alışkanlığınız var. İnsanlar çalışırken onlara “Allah kolaylık versin.” ya da “Kolay gelsin.” diyorsunuz. Diyebilirim ki bu benim gerçekten sevdiğim güzel bir gelenek. Çünkü eve gittiğimde buna alıştığım için bunu yapmayı deniyorum, özellikle Malezyalı öğrenciler olarak geri döndüğümüzde onu bir şekilde uygulamaya çalışıyoruz fakat kendi insanlarımıza bunları söylediğimizde karşılıkları “İyi misin?” şeklinde oluyor. Bana göre bu diğer insanlara dua etme kültürü iyi bir şey.
Ramazan’la ilgili de bazı farklılıklar var, bizim Ramazan pazarlarımız tamamen yiyecekten oluşuyor fakat Türkiye’de bu farklı olabiliyor. Teravih namazına gittiğimde başta çok şaşırmıştım, çünkü bazı camilerde namaz çok hızlı kılınıyordu. 20 rekât yaklaşık 1 saatte bitiyordu, bizim 20 rekatımız ise neredeyse 3 saat sürüyor. Ben “Teyzeler bile çok hızlı” diye düşünüyordum. Örneğin tam olarak hangi cami bilmiyorum ama gittiğim bir camide Fatiha’dan sonra besmele getirip “Elif lam mim.” dedikten sonra rükuya gittiler. Çünkü Malezya’da birçok camide bir cüz okunuyor.
Bazen Türkiye’de bazı aileler ayakkabıyla eve giriyorlar. Fakat Asya kültüründe Müslüman olsun olmasın herkes eve girmeden önce ayakkabısını çıkarır. Ayrıca ülkemizde ebeveynlerle güzel bir şekilde konuşmak gerekir. Burada bazen çarşıya veya restorana gittiğinizde bazı Türklerin ebeveynleriyle oldukça kaba konuştuğunu görüyorsunuz fakat elhamdülillah tanıştığım çoğu arkadaşım ailelerine karşı oldukça iyiler. Bazen çiftlerin de birbirine bağırdığını görüyorum. Türkler kendilerini çok iyi ifade ediyorlar fakat biz Asyalılar daha kapalı insanlarız, bazı şeyleri kendimize saklarız, söylemeyiz. Belki de Türkler daha çok savaşçı kökenlerden geldikleri için onlar istediklerini ve hissettiklerini ifade eden güçlü bir karaktere sahipler.
Bize vakit ayırdığın için teşekkür ederiz.