islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,5261
EURO
36,1556
ALTIN
2.963,72
BIST
9.367,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
17°C
İstanbul
17°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
19°C
Cumartesi Az Bulutlu
9°C
Pazar Az Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
9°C

Cemaatlere Yönelik İslami Bakış Nasıl Olmalı?

Cemaatlere Yönelik İslami Bakış Nasıl Olmalı?
8 Eylül 2017 12:30
A+
A-

İslami hareket, İslam dinini toplumsal alanda yaşamayı ve yaymayı gaye edinen her türlü çalışmayı kapsar. Cemaat ve tarikatlar da bu maksatla yola çıkmış, kendilerine mahsus bir misyon ve yöntemle hareket eden gruplardır. Bu güzel amaç kulağa hoş gelse de sağlıklı bir zemine oturmayan İslami görüş ve düşünceler, aynı isim altında kimi zaman radikal gruplar olarak, kimi zaman dini siyasi gayelerine alet eden hareketler olarak, kimi zaman da toplumdan ayrı yaşamayı tercih eden İslami gruplar şeklinde kendini gösterir.

Bu çok çeşitliliğin arasında ideal bir tanım yapılacak olursa İslami hareket; İlkeleriniKur’an ve Sünnet ışığında belirleyen, her şeyden önce ahlaki yüksekliğe ve ahiret yurduna yatırım yapmaya öncelik veren, samimi niyetini örtülü eylemler altında değil de açık ve şeffaf bir şekilde hayata geçiren hareketlerdir. Bu tanımı daha da daraltmak gerekirse İslami hareketler, toplumdaki fertlerin ahiret hayatını daha da güzelleştirmeyi gaye edinerek onlara İslami ilkeler çerçevesinde hizmet için bir araya gelmiş gruplardır.

İslami Cemaatler Nedir, Ne Değildir?

İslami cemaatler, fertlerin dünyevi hayat ve menfaatlerinden daha çok ahiretlerini önceler. İslami hareketler bu tanımı hakkıyla yerine getirilebildiği ölçüde toplumun ‘dünyasını’ mamur etmeyi gaye edinen siyasete girme gibi bir yanlışa düşmezler. Çünkü onlar toplumun ahiretini mamur etmelidirler.

İslami cemaatler, sahih kaynaklara dayanaraktopluma mesajlarını iletirler. Bu tanımı yerine getirebildiklerinde müntesiplerini hurafe ve bid’atlarla kendilerine bağlamayı gerekli görmezler. Çünkü Kur’an ve Sünnet çizgisi onların yol rehberi olmalıdır ve bütün işlerini mühür sahibine değil de bu iki kaynağa göre ayarlamalıdırlar.

Samimi niyetlerle ortaya çıkan İslami cemaatler, faaliyetlerini kapı arkalarında ya da perdeli mekanlarda aldıkları kararlar ile gerçekleştirmeye çalışmazlar. “Bizim önceliğimiz Allah rızası olduğu için Müslümanın Müslüman toplumdan saklayacağı bir kararı olamaz” deyip olabildiğince net ve şeffaf bir şekildehareket etmeye çalışırlar.

İdeal İslami cemaatlerin yegane hedefi Allah rızasıolduğu için niceliğe ve güce önem vermezler. Ahiret için yatırım yapanların dünyevi güce ihtiyaç duymadıklarını, birçok peygamberin gönderildiği toplumda çok az sayıda insanla dini yaşadıklarını bilirler. Aksi halde nicelik için çaba sarfetmenin adam kayırma, torpil, haksız bir şekilde kurumlara sızma, yalan söyleme gibi birçok hayati ilkenin çiğnenmesine neden olacağını düşünürler.

İslami hareketler bu bilinçte olduğu müddetçe onların toplumu endişeye götürecek hiçbir zararı olmaz.

Bize İslamı Getirenlere Sırtımızı Dönmeyelim

Bu ilkeler yerine getirildiğinde İslam’a hizmet için bir araya gelmiş cemaatler, Malazgirt’le birlikte Anadolu’yu İslamlaştıran ve dedelerimizi Müslüman yapan dervişlere ve onların mensup olduğu tarikatlara benzer. Bu benzeyişbugünkü İslami hareketleri ve cemaatleri bizlere geçmiştekilerin bir mirası olarak görmemizi ve onlara saygı duymamızı sağlar. Çünkü onlar, bin yıl önce bu coğrafyada köy köy gezerek İslam’ı bu topraklara kazımış ve maneviyat tohumları atmaya çalışmışlardır. Anadolu halkının din ve dini hareketlere olan saygı ve ilgisinin temelinde, yüzyıllar önce atılan bu tohumların etkisi inkar edilemez.

Fatihlerin Yanındaki Maneviyat Önderleri

Selahaddin’in Nureddin Zengi’si, Yunus’un Tapduk Emre’si, Osman Gazi’nin Şeyh Edebalisi, Fatih’in Akşemseddin’i bu coğrafyada yeşeren çınarlara cihat yolunda yardım eden ve onlara maneviyat aşılayan gönül erleridir. Onlar bu maneviyat büyüklerinin dualarıyla dünyayı mamur etmişler, ilahi rızayı onların nasihat ve tavsiyeleriyle gözetmeye çalışmışlardır. Kaynaklarımızın bildirdiğine göre bu hocalar, İslami ilimlere vakıf birer alim olmakla birlikte genel itibariyle bir tarikata mensup insanlardır. Nitekim o zaman tarikat demek ilahi rızayı arayan yol anlamına gelirdi ve her biri bu yolculukta kendisine bir yoldaş edinir, zikirlerine bir ortak bulurdu. Tekke ve zaviyeler bu yoldaşlığın kurumsallaşan birer buluşma mekanları olmuş, Bektaşi, Şâzeli, Nakşi ve Halveti gibi tasavvuf yolları bu kurumlar içerisinde yaşatılmaya çalışılmıştı. Bu mana yitirildiğinde, Cumhuriyet sonrası bu kurumlar yerini daha resmi bir forma bırakmış, manevi hayatın değişik yolları olan bu tarikatlar, çeşitli vakıflar altında varlığını devam ettirmiştir.

Anadolu Toprakları Bin Yıldır Gönül Erlerinin İsimleriyle Yaşıyor

Malazgirt’ten beri fethedilen bu topraklara fatihlerin ismi verilse de, o şehrin mahalleleri gönül erlerinin isimleriyle yaşamıştır. Çünkü bu yerleri İslam boyasıyla boyayan ve İslami inanca sahip bir yönetime hazırlayan bu gönül insanları olmuştur. Hacı Bayram-ı Veli, Somuncu Baba, Aziz Mahmut Hüdayi, Şaban-ı Veli, İsmail Fakirullah, Sıbgatullah Arvâsi bu topraklarda yeşermiş, doğudan batıya bu toprakların ve yöneticilerinin duacısı olmuşlardı.

O dönemlerde din ile siyaset birbirini ayrıştıran değil tamamlayan olgular halinde yaşanmaktaydı. Nitekim Fatih Sultan Mehmet Han, Ebu’l Vefa Hazretleri’nin ismini taşıyan Vefasemtinde bu Allah dostunu ziyaret etmek istemiş, tekkesinin kapısına kadar bizzat kendisi gitmişti. Ancak herkese açık olan kapı kendisine kapatılmıştı. Nedeni sorulunca “Hünkar buraya girer de bizim âlemimizdeki zevki tadarsa bir daha ayrılmak istemez ve devletin idaresi aksar. Ancak bu mülk ve ümmet ona emanettir” dediği rivayet edilmiştir. Kendisini cihan fatihine açmayan bu sırlı kapı, yaptıkları gizli işlerden dolayı değil edindikleri yol ve vazife farklılığından dolayı onu kabul edememişti. Dünyada görüşmek mümkün olmasa da Peygamber Efendimiz’in müjdelediği bu şanlı komutanın cenaze namazını kıldırmak Şeyh Ebu’l Vefa hazretlerine nasip olmuştu.

İşte bu bilinç ve hassasiyet bugünkü İslami hareketlerde yaşanabildiği ölçüde gelenek ile benzeşimgerçekleşecek ve Anadolu halkı bu gönül erlerinin bugünkü varislerine karşı saygı ve hürmette kusur etmeyecektir. Ancak Kur’an ve Sünnet ilkelerinden uzaklaşarak, tasavvuf yolunun ana kavramlarından olan teslimiyet, sadakat, dine hizmet gibi manalar suiistimal edilip dünyevi çıkar ve menfaatler için kullanıldığında bu yozlaşmanın adı benzemek değil ifsat etmek olur. İnsanların inancını ilgilendiren böylesi hassas bir zemindeki tahrif ve yozlaşma ise zamanla toplumu dinden soğutan bir sorun haline bürünür ve bu hem önceki tasavvuf yollarına ihanet hem de büyük bir dini vebaldir.

Allah’ı Yeterince Tanımayan Peygamber’i, Peygamberi Tanımayan İse Mürşidini Aşırı Yüceltir

Arap alimlerinin güzel bir tesbiti vardır. Allah’ı hakkıyla tanımayanlar, Hristiyanların Hz. İsa’ya yaptıkları gibi Hz. Peygamber’i insanüstü bir konuma koyup Allah’a yaklaştırır ve tevhide zarar verir. Bu tesbiti şu şekilde sürdürmek mümkündür; Hz. Muhammed’i (sav) ve O’nun nurlu yolunu hakkıyla tanımayan ve idrak edemeyenler, şeyhlerini aşırı yüceltip onun seviyesinde görerek dalalete düşerler.Hatta bazen mürşitlerini gaybı bilen bir kişi olarak tahayyül edecek kadar İslami çizgiden uzaklaşırlar. Dolayısıyla bu sapmanın temelinde Kur’an ve Sünnetkonusunda yanlış ve eksik bilgiler yatmaktadır.

İfratın sebep olduğu böylesi bir tahribatın onarımı da yine bu noktadan başlamalıdır. Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde yaratıcının, yaratılanın ve onlara gönderilen elçinin konumu çok açık bir şekilde belirtilmiş ve Allah’ın taktir ettiği bu konumlandırmanın dışına çıkılmaması hakkında müminler sık sık uyarılmıştır.

“(Ey Resulüm) De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah’ın hepinize gönderdiği peygamberiyim. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. O hâlde, Allah’a ve O’nun sözlerine inanan Resûlüne, o ümmî peygambere iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.” (Araf 158)

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.