Dünya haritasına göz attığımız zaman, müslümanların; bulundukları coğrafyada ”Bu meydanda biz de varız” deme sürecine girip “Dünya beşten büyüktür” çağrısıyla, Birleşmiş Milletlerin kararlarının, beş emperyal ülkenin iki dudağına bırakılamayacağını ifade etmeleri, tek dişi kalmış canavarları çileden çıkarıyor, yerli ve milli liderlere karşı yıpratma kumpasları kuruyorlar.
Yıllarca ceberrut kukla liderlerin ve tağutî rejimlerin sus-pus ettiği müslümanların, yeniden aslına dönme sürecine girmiş olması ve yerel kaynaklarına sahip çıkarak Batı tarafından sömürüldüklerinin bilincine varmaları, Batılı haydutları, sömürülerini devam ettirebilmeleri için yeni stratejilere sevk etti. Alternatif oluşturmaya başlayan Müslümanlara karşı, gayr-i İslâmî mürtet güçlerle işbirliği yapıp, vekâlet savaşlarıyla İslam coğrafyasını barut fıçısına dönüştürerek yaşanmaz hale getirdiler. Şiddeti, ülkelere göre değişen zecrî tedbirler uygulamaya başladılar.
Dünyanın müstekbir güçleri, artık kendi askerini kullanma yerine, tırlar dolusu silahlarla, coğrafyadaki İslam karşıtı terörist güçlerden birine silah yardımı yaparak ve o teröristleri eğiterek İslam dünyasını karıştırmaya devam etmektedirler. Küresel terörist Amerika’nın PYD ve YPG teröristlerine yaptığı silah yardımı bu kategoridedir. Güya Türkiye ile NATO’da stratejik ortaktır. Türkiye’nin “Ey koalisyon güçleri, gelin Ortadoğu’daki terörü beraberce sonlandıralım. Binlerce km. sınırı olan Türkiye’yi yok sayarak ve izole ederek oradaki teröristlere yardım etmeyin, necaseti idrarla yıkamayın” demiş olmasına rağmen, ABD emperyalisti “Türkiye’nin endişesini anlıyoruz” tekerlemesini dilinden düşürmeyerek yine bildiğini yapmaktadır. Çünkü teröre karşı Türkiye ile ortaklaşa hareket etmenin, zihnindeki emperyalist heveslerinin, kursağında kalacağını biliyor.
2002 yılından beri Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan ile kendini gösterip Mısır’da Muhammed Mursi, Tunus’ta Gannuşi ile de diğer İslam coğrafyalarına sıçrayan İslamî uyanışı fark eden müstekbir güçler, hemen harekete geçip Mursî’ye darbe yaparak iktidardan uzaklaştırdılar. Kendilerine çok sadık uşaklık yapacağından hiç şüphe etmedikleri Sisi’yi başa geçirdiler. Bu Batı, hiçbir zaman “Seçimle gelenler, seçimle gider” demokratik kuralı, kendilerinin dışındakilere layık görmedi. Sömürdüğü ülkelerde seçimle yönetime gelen yerli ve milli liderleri, sömürgesine engel görerek yerli işbirlikçilerle ortaklaşa darbe yaparak alaşağı ettiler. Bu kadar da, inandıkları ilkeleri çabucak yiyen ikiyüzlü utanmazlardır. Onlar asla insanlığın menfaatine çalışmazlar. Kendi menfaatlerinden saygıya değer başka menfaatler de tanımazlar.
Yani demem o ki sevgili dostlar, emperyalist Batı ile yapılan stratejik ortaklıklar hep hikâye. Sadece bizi kendi çıkarları için kullandılar. Artık rahmetlik Erbakan hocamızın hayatta iken sıkça dillendirdiği “İslam Birliği”nin kurulmasından başka kurtuluş yolumuz yoktur. Belki, “Ortadoğu’da halkı müslüman ülkelerin başında bulunan kukla liderlerin bir araya gelerek İslam Birliği oluşturmaları hayaldir” diyenleriniz olabilir. Unutmayalım ki, her gerçek bir hayalle başlar. Gelecekle ilgili hayalleri olmayanların pratik projeleri de olmaz. Hep başkalarının yazdığı senaryonun figüranı olurlar. Bugün “Avrupa Birliği” denilen teşkilatı meydana getiren ülkeler, ikinci dünya savaşında birbirleriyle kıyasıya çarpışmış ve milyonlarca insanın ölmesine sebep olmuştu. Almanya-Fransa savaşını hatırlayın… İkinci dünya savaşında birbirlerine silah doğrultmuş ve düşmanlığı doruk noktada yaşamış olan Avrupa’nın, külleri üzerine AB inşa edilmiştir. Kâfirler bir araya gelmeyi
beceriyor da müslümanlar bu konuda aciz mi? Hâlbuki bizim dinimiz, sosyal parçalanmışlık olan ayrışmaya “Tefrika” der ve bunu haram kılar. İslam kardeşliğini ve birlikteliği farz kılar. İslam Birliğinin gerçekleştireceği “Birleşmiş İslam Devletleri” olsaydı, Arakan yalnız kalır mıydı? İnsanlıktan nasibini alamamış oradaki zalimler bu denli zulüm yapmaya cesaret edebilirler miydi? Birleşmiş Milletlerin, Türkiye’nin ısrarlı talebi karşısında toplanıp, elgördülük bir kınama kararı almanın dışında bir yaptırım yapmayarak seyirci kalması, Arakan’da zulme uğrayanların sadece Müslüman olmalarından kaynaklanmaktadır. Bunlar, Yahudi veya Hıristiyan olsalardı Birleşmiş Milletler sadece kınamakla yetinecekler miydi? Kendimize gelelim lütfen.
Elbette müstekbir güçler böyle bir birlikteliğin olmaması için her türlü tuzağı kuracaklardır. Ama “İman, imkândır.” Bu alanda inanmış insan sayısını çoğaltarak onların tuzaklarını başlarına geçirmek, elden bile değildir. Müslümanlar samimi olarak bu alanda gayretlerini ortaya koyarlarsa, Allah’ın da onlara yardım edeceği muhakkaktır. Çünkü Yüce Allah, kendi dinine yardım edene yardım edeceğini şöyle beyan buyuruyor: “Ey iman edenler! Eğer Allah’ın dinine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.” (Muhammed:47/7).
Müslümanların siyasi gücünü kırmak için bir araya gelen küresel şer odaklarının bu tutumları, artık bizi kendimize getirmelidir. “Deve idrarı şifa mı değil mi?”, “Hacamat yaptırmak sünnet mi değil mi?”, “Kutlu doğum kutlansın mı, yoksa mevlid kandili ile birleştirilsin mi?”, “Cemaatler faydadan çok zarar doğuruyor, güç elde edenler Fetöleşiyor”, “Namazda eller kaldırılmalı mı kaldırılmamalı mı?”, “Kadınlar çarşaf mı giymeli manto mu?”, “İslâmî mücadele siyasi mi olmalı, okul ve öğrenci yurtları açarak mı?” gibi yöntem tartışmaları açarak ayrıntıda boğulup enerjimizi birbirimizi yok etmede kullanma yerine “İttifak ettiğimiz noktalarda beraber hareket etme ve ihtilaf ettiğimiz yerlerde de müslümanlar olarak birbirimize tahammül etmeyi” öğrenerek, küfre karşı tek yumruk olmalıyız. Metotta ve amelde yanlış yapan Müslümanları, küfür fırçasıyla boyama hastalığını aşmadığımız sürece “İslâm Birliği” de gecikecektir.
Peygamber torununun kanını içen Yezid ve adamları, “Sivrisinek kanı necis midir, değil midir? Namaza mani olur mu, olmaz mı? tartışmasıyla insanları oyalamışlardı. Abdullah b. Ömer (r.a), bu oyuna gelenlere: “Iraklılara bakın! Allah Rasulü’nün kızının oğlunu katleden bu insanlar gelmişler de sivrisineğin kanını soruyorlar!!!” (Fethu’l Bâri, 9/39) diyerek müslümanların ayrıntılarla meşgul edilmelerine karşı tepkisini ortaya koymuştu.
Bugün de çağdaş Yezitler, kendi dünya görüşlerini ve saltanatlarını devam ettirebilmek için müslümanlar arasına lüzumsuz ihtilaflar serpiştirerek birlikteliklerine engel olmaya çalışmaktadırlar. Sömürü düzenlerini devam ettirme, koruma ve kollama adına ehli küfrün, tek millet olduğunu göstererek birleştiği günümüzde, hâlâ müslümanlar, sivrisineğin kanı gibi meselelerle uğraşırlarsa yazık ederler. Kuvvetleri gider, enerjilerini birbirlerine karşı boşuna tüketmiş olurlar. Artık Müslümanlar da kendi aralarında bir uzlaşmaya varmak zorundadır. Aksine hareket etmek, hilaf-ı hakikattir. Ne mutlu müslümanların birliktelikleri için gayret gösterenlere…
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi