Ömer Hayyam Demiş ki
Zaman, 2015 yılının Aralık ayı. Haftanın güneşli ve ılık bir gününde “Bir Bilen Dost’umla yine mütevazı bir çay Bahçesine oturduk. İstanbul boğazının öbür yakasındaki gökdelenleri karşımıza alarak, onları da konu edinen mutad sohbetimizi yaptık.
Hal hatırdan sonra Ömer Hayyam’a atfedilen meşhur dizeleri okudum ona.
“Bir elde kadeh, bir elde Kuran;
Bir helaldir işimiz, bir haram.
Şu yarım yamalak dünyada,
Ne tam kafiriz, ne tam Müslüman..”
Bu dörtlüğü okuduktan sonra, dedim ki: Üstadım, düşünüyorum da, sanki yüzyıllar önce Merhum Hayyam bizi görmüş gibi söylemiş bu dizeleri. Siz ne dersiniz?
Bir Bilen, derin bir nefes aldı ve başladı anlatmaya:
A’RÂFTAYIZ, A’RÂFTA
“Doğru söylersiniz Sevgili Dostum. Ne yazık ki, biz Müslümanlar arâftayız, arâfta. Bir tarafta din bir tarafta modernizm. Bir o tarafa, bir bu tarafa savruluyoruz. Nasıl mı?
Bir yanda din var. O din bizi, fıtrata uygun bir hayata davet ediyor ve bizleri SIRAT-I MÜSTEKİM” e yani dosdoğru bir yola çağırıyor. Bizler de o davete icabet ettiğimizi itiraf ederek namazlarımızda: “Ya Rab! Bizi dosdoğru olan yola ilet,”diyoruz.
Öbür yanda da bir modernizm var. O da kedi dünyasına davet ediyor bizleri. Özellikle yirminci yüzyılın başlarından itibaren, yüzyılların kadim kültürünü alt üst etmek için tüm dünyaya çağrıda bulunuyor. Yazılı ve görsel medyasıyla, bilbordlarıyla, tüm iletişim araçları ve reklamlarıyla, rüya âlemlerinde yaşamaya özendiriyor sanki bizleri. Eskilerin “asrilik” dedikleri bu Modernite, şimdilerde yerini postmodernizme bırakıyor.
DİN VE MODERNİTENİN ÇAĞRILARI
Din bize cemaat olunuz, medeni yani şehirli olunuz diyor. Onun içindir ki, Şehirlerin anası Ümmül Kura’da yani Mekke’de dünyaya gelen Allah Resûlü, Yesrib’e hicret ettiğinde oranın adını MEDİNE (şehir) diye adlandırdı. Ve orada Ensar ve muhaciri kardeş yaptı; gayrileri ile de bir arada yaşama kültürünü pratik hale getirdi. Çünkü şehirli olmak, bedeviliğe, kabalık ve vahşiliğe “hayır” demekti.
Modernite de bizi şehirlere çağırıyor, ama orada bizim cemaatleşmemizi, kenetleşmemizi değil; bireyselleşmemizi istiyor. Milyonların arasında yapayalnız yaşayın, apartmanlarda gökdelenlerde yan yana, üst üste oturun, ama hemcinsinizi tanımayın, onunla selamlaşmayın, yardımlaşmayın diyor. Yüzyıllar önce Firavun da: “Ey Hâmân! Bana bir kule yap; belki yollara; göklerin yollarına erişirim de Musa’nın Tanrısını görürüm,” demişti. (Mü’min, 40/36)
Modernite de, çağın insanını gökdelenlere tıktı; tıpkı Firavun’un kulesine benzer gökdelenlere. Firavunun kafası soyutu kabullenemiyordu; tıpkı bir çocuğun, “Allah nerede, ne yapıyor, O’nu kim doğurdu?” sorularını sorması gibi.. Onun için Firavun da, modernitenin inşa ettiği şehirlerdeki gökdelenlerine benzer kuleden aramaya kalkmıştı Tanrıyı..
Din bizi, hiç ölmeyecekmiş gibi çalışmaya, üretmeye çağırırken, kanaatkâr olmayı da tavsiye ediyor. Dünyadan yeterince nasiplenin; bir lokma bir hırka felsefesiyle değil; asli ihtiyaçlarınızı helal yollardan karşılayın, diyor.
“… Bu dünyadaki nasibini de unutma ve Allah’ın sana bolca ihsanda bulunduğu gibi, sen de insanlara bolca iyilik ve ihsanda bulun. Sakın yeryüzünde bozgunculuk, karışıklık çıkarmaya çalışma. Çünkü Allah fesatçıları sevmez!”(Kasas, 28/77)
Din bize dünya hayatını algılama konusunda somut örnekler de sunuyor. “Ben bu dünyada, uzun bir yolculuğa çıkan bir ağacın gölgesinde mola verip dinlenen yolcu gibiyim,”diyen ve bir hasır üstünde yatmasına rağmen, mutlu olabilen bir Peygamberi hatırlatıyor. Bu peygamber (s.a.s)’in izinden giden nice Ebuzerlerin varlığından ve bu insanların dünya hayatını nasıl algıladıklarını açıklıyor.
Modernite ise, “üretmeniz önemli değil; birilerinin kan ve gözyaşları üzerinden kendi ikbalinizi, sefanızı sağlayabilirsiniz. Bırakın başkasını düşünmeyi; altta kalanın canı çıksın. Siz bu dünyada yaşamanıza bakın; tüketin, hem de çılgınca tüketin, diyor. Asgari ücretle bile geçinseniz, cebinizde üç bin liralık akıllı telefonunuz olsun. Altınızda da bir arabanız……
Din bize SARP YOKUŞ’u gösteriyor ve onu aşmamızı söylüyor. “O yokuşu aşabilirseniz, erdemliliğinizi kanıtlamış olursunuz,” diyor. Bu yokuşu aşmanın şartlarıise şöyle sıralanır:
“Fekkü ragabeh.” Bu, bir köleyi azat etmektir. İnsanı maddi ve manevi tutsaklıktan kurtarıp hürriyetine, bağımsızlığına kavuşturmaktır.
“Ev itâmün fi yevmin zî mesğabeh.” Bu da, yemek yedirmektir; yetimlere, yoksullara..
Bir de, iman etmek, sabrı tavsiye etmek vardır sarp yokuşta. (Beled, 90 /13-17)
Oysa modernite, köleciliği pompalıyor. Karşı koyanları soykırıma tabi tutuyor. Asya’da, Afrika’da, Avustralya’da kölecilerin, yerli halka nasıl kıyım yaptığını bilmeyen, duymayan var mıdır hala acaba?
Din bize, ihtiraslarınızı gemleyin, nefsi levvamenizi işletin, hesaba çekilmeden önce kendinizi sorgulayın derken; Modernite ise, nefsi emaremize habire kapıları aralıyor; önümüze hedonizmin (zevk felsefesinin) yollarını açıyor.
Din, “Seni yaratan, seni senden iyi biliyor. O’nu, RAB (gerçek muallim) bil ve O’nun öğretilerine göre hayatını düzenle, derken; Modernite: “Benim ilkelerime uymalısın. Aksi takdirde gerici ve yobaz olursun. İlerici olabilmen için peşime takılman gerekir,” diyor.
Ve din takvalı olmaya dikkatimizi çekiyor. “Sizin en kerim, en üstün olanınız, takva sahibi olanınızdır(O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır,)”ilkesini koyuyor.(49/13)Ve ilave ediyor:Şayet takva sahibiyseniz, yoksul da olsanız, köle de olsanız BİLAL olabilir; gönüllerde ve mabetlerin müezzin mahfillerinde taht kurabilirsiniz,” diyor.“Ama inancınız ve takvanız yoksa Ehli Beyt’in bir ferdi de olsanız, EBÛ LEHEB olmaktan kurtulamazsınız.”
Oysa Modernite TAKVA’yı tanımıyor. O bana, kasama ve keseme, şan ve şöhretime ve ilkelerine kul oluşuma göre değer veriyor. Bir süre el üstünde tutuyor ve sonra da çöp sepetine atıveriyor.”
VELHASIL
Eveet, “Bir Bilen Dost bunları söylerken, çaylarımız çoktan bitmiş ve ben de bloknotuma notlarımı almıştım. Dedim ki dostuma: “Üstadım, desenize çağın insanları olarak kafalarımız karışık. Zor bir dünyada ve zor bir çağda yaşıyoruz. Bu halimizle, “İki cami arasında kalmış beynamaza (bînamaza) benziyoruz sanki değil mi?” ve ilave ettim:
“Siz anlatırken hatırladığım iki duayı sıkça okumamız gerektiğini düşündüm:
“Ya rabbi!) Ya mukallibel kulûb! Sebbit kalbî alâ dînik”
“Ey kalpleri hâlden hâle çeviren Rabbim! Benim kalbimi dinin üzere sabit kıl!” (Hadis, Tirmizi)
“Ya Muhavvile’l havli ve’l ahvâl, havvil hâlenâ ilâ ahseni’l hâl.”
“Ey bütün hâl ve durumları değiştirerek halden hale çeviren Rabbim! Bizim durumumuzu da en güzel hale çevir.”
“Allahümme ya müfettiha’l ebvâb! İftah lenâ hayral bâb!”
“Allah’ım! Ey kullarına kapılar açan Rabbim! Bizlere hayırlı kapılar aç!”
Dualarımız kabul, hayatımız, halimiz güzel olsun.
Kalplerimiz huzurla dolsun..
Hoşça kalınız….
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi