Türkiye’nin son yıllarda maruz kaldığı problemleri, bir tek sebeple açıklamak mümkün değilse de, en önemli tehlikenin kimlik kaybı olduğu söylenebilir.
Bir toplum ve medeniyetin en acıklı hali, kendi gerçeğini bilememesi ve varlığının farkına varamamasıdır. Çünkü kendi varlığının farkına varamayan bir toplum, neyi nasıl değerlendireceğini bilmez ve başkalarına tabi olur ve güçlü fikir ve eğilimlerinin güdümüne girer.
Kültür ve sanat öyle bir aidiyet duygu ve düşüncesidir ki, ona sahip olup onun çizgisinde yaşayamadığınızda, başka kültür ve medeniyet dairesi içine girilmesi kaçınılmaz bir durum olur. Çünkü kültür ve dünya görüşü, bir insanın havaya muhtaç oluşu gibi, bütün hayat faaliyetlerine ölçü koyan ve onları anlamlandıran bir dünya oluşturur. Kişi o dünya içinde kendini bulur ve geleceğini de onun içinde şekillendirir.
Müslüman toplumlarda bu dünyanın temel çerçevesini İslam dini oluşturur. Her ne kadar akıl ve diğer tabii faktörler de bu kültürün birer parçası iseler de, asıl belirleyici güç dini bilgidir.
Kültür değişim veya değiştirme hareketlerinde, ruh ve karakter inşası ile doğru davranış kuralları dinin bilgi ve ahlak ile belirlenir.
Türkiye’deki kimlik probleminin başlaması, tabii kimliğin yerine “sun’i kimlik” koyulması ile ilgilidir. Bu sun’i kimlik, gerçek olmayan idealler, yabancı dünyalar, sahte kahramanlar ve başka iklimlere göre üretilmiş ideolojilerden oluşmuştur. Bu yüzden de insanımızın beklentilerine ve hayatın gerçeklerine uygun olmamakta ve sosyal problemlerimizi çözememektedir.
İşin en enteresan yönü de, bu sahte kimliğin hazırladığı anlayış ile, gerçek bir yaşama sistemi oluşamamakta ve “parçalı bir hayat”ın sıkıntıları yaşanmaktadır.
Nasıl, şahsiyet krizi yaşayan biri, tutarlı davranışlar sergilemeyip “git-gel”ler içinde bir hayat sürdürürse, sahte kimlik yaşayan insanlar için de, kendi kimliğini yaşadığını zanneden muhafazakar kesimler içinde de kimlik krizi yaşanmaktadır. Bunun sonunda muhafazakar-modernist, milliyetçi-batıcı, tarikatçı-kapitalist, dindar-batıcı,
yerli-rasyonalist, laik-gelenekçi gibi garip eşleşmeler ortaya çıkmaktadır.
Böyle bir ruhi ve zihni karışıklık içinde bulunan bir toplumu, kendinden ve gerçek hedeflerinden uzaklaştırmak ve birbirine düşürmek te elbette kolay olmaktadır.
Sonuç olarak, toplumumuz kendi değerleri üzerinde hayatını sürdürmediği müddetçe, her an bir yanlış veya tuzağa düşmeye mahkum olacaktır. Tutarlı ve kapsamlı bir dünya görüşüne ve hayat anlayışına sahip toplumlar, çeşitli sapma ve dejenerasyondan kendilerini koruyabilir ve kendi geleceklerini belirleyebilirler.
Kaynağı belli olmayan ideoloji ve akımlara laf yetiştirmek veya onların gündemleri ile hareket etmek yerine, kendi inanç ve kültürümüzün değerleriyle olayları değerlendirmek, bizi daha güçlü ve muktedir yapacaktır.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi